Ahmet Talimciler

12 Şubat 2022

Gündelik olan ağırlaşırken, medya…

Gündelik olan ağırlaşırken medyanın hafiflemesi ve adeta uçuşa geçme hâli dikkat çekicidir

Ekonomik anlamda yaşanan gelişmelerin ağırlığı her geçen gün artarken olup bitenler karşısında verilen tepkiler ve bu tepkilerin verilme biçimleri de giderek daha fazla ilgi çekmeye başladı. Yaşananların sorumlusu olarak kimi görmek istediğiniz veyahut bu konuda kim/kimlerin mesul olduğu meselesi her zaman olduğu gibi orta yerde durmaya devam ediyor. Bu ülkenin ilginç hallerinden bir tanesi de belki de bu olsa gerektir, hayatımızın her alanında olduğu gibi yönetsel anlamda da sorumluluk meselesi gündeme geldiğinde ortada hep bir belirsizlik hâkim olur. Sorumsuz sorumlular ülkesinde hiçkimse yaptıklarının karşılığında bedel ödemez. Son yıllarda bu durum daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüşmeye başladı. Herkes suçlu olarak bir diğerini görüyor ve yaşananların sorumlusu olarak ötekini etiketlemek suretiyle işin içerisinden sıyrılmaya başlıyor. Bir iktidar partisi milletvekili, yaşanan elektrik zamlarının sorumlusu olarak 'CHP zihniyetini' gösterebiliyor. Ana muhalefet partisi sözcüsü çıkıp "5'li Çete" üzerinden olup biteni çözdüğünü zannedebiliyor. Hazineden sorumlu bakan yurt dışındaki toplantısında kendisine sorulan enflasyon sorusuna dönük olarak "Bunlar kültürel siz anlamazsınız" ifadelerini kullanabiliyor. Bir diğer iktidar adayı muhalefet partisinin genel başkanı kendisine sorulan ekonomi soruları karşısında "Ben ekonomiden anlamam" diyerek daha baştan durumu açık ediyor. Oysa bütün bunlar olurken işler giderek daha da içinden çıkılmaz bir hale doğru ilerliyor. 

Sokağın gündemi enflasyon, elektrik, doğalgaz ve akaryakıt zamları ile çevriliyken ekranlardan yansıyanlar tuhaflaşmaya başlıyor. Bir tarafta artık ne kadar izlendiğinin bile hükmü kalmayan tartışmasız tartışma programları yer alıyor ki bu programların değişmez ve her konunun uzmanı olan isimlerle yola devam etmesi hususunda medya yöneticilerinin yüz eskimesi hususunu ciddi ciddi düşünmeleri gerektiğini önerenlerdenim. Uzun zamandır bu programları hiç ama hiç izlemiyorum ve izlenmesinin herhangi bir etkisi olduğuna da inanmıyorum. Çoğu kez söz konusu programlarla ilgili olup bitenleri sosyal medya üzerinde açılan yorumlarda görüyorum. İşin ilginç kısmı ülkenin bir kısmı buralarda karşı mahalleye nasıl gol atıldığı, füze gönderildiği şeklinde ifadelerle kendinden geçme gibi bir ruh haline sahipler, asıl onu görmek çok daha ilgi çekici. Çünkü bu durum, hangi olay olursa olsun yaşananlar konusunda bir zeminde buluşabilmenin ne kadar olağan dışı bir hale geldiğini göstermesi açısından da önem taşıyor. Bu bölünmüşlük hâli siyasetin, bu coğrafyada farklı mahalleler üzerinden kendisine uygun zeminleri inşa edebilmesini kolaylaştırırken yaşananların arkasındaki sorumluların belirsizleştirilmesine ve silikleştirilmesine de yol açıyor. İktidar sahipleri için bu öylesine mükemmel bir kolaylaştırıcı işlevi yerine getiriyor ki hem sorumluluk kayboluyor hem de yaşananların ardından ortada kalan tortu hakkında herkes her istediğini söylese bile durum hiç ama hiç değişmiyor. Tabii bu olup bitenlerin arkasında ortada bir medya gerçeğinin olmaması durumunu da göz ardı etmemeliyiz. Medyanın kendisi kâğıt üzerinde fazlasıyla işlevsel bir görünüm arz etmekte öte yandan aynı medyada görebilecekleriniz ve göremeyecekleriniz meselesi ise küçük bir ayrıntıya dönüşmekte.

İşte bu ayrıntı konusunda son günlerdeki üç örneği sizlere aktarmaya çalışacağım. Ki bu üç örneğin de doğrudan doğruya ekonomi ile herhangi bir etkisi yok! İlk örnek Kıbrıs'ta öldürülen Halil Falyalı'nın ardından Halk TV'deki medya mahallesi programında Ayşenur Arslan'ın "Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatı adada ve yakın hinterlandında suikastlarla bilinen bir illegal diyelim, yarı resmi bir oluşumdu" sözleriydi. Nereye gittiği belli olmayan ve Kıbrıs adasında yaşanan onlarca elim olay sanki hiç olmamış gibi edilen bu sözler, çok tepki çekti. Ardından suç duyuruları ve kınamalar başladı. Muhtemelen bu sözlerin söylendiği kanalın, RTÜK tarafından cezalandırılması da gündeme gelecektir. 

İkinci örneğim Beyaz TV'de gündüz kuşağında yayınlanan Hayatta Her Şey Var isimli programda yapılan tavsiye. Suzan isimli bir seyirci canlı yayına bağlanarak eşi ile yaşadığı problemleri anlatmış ve isim analisti Önder Özcan isimli program konuğu, seyircinin eşinde erken yaşta sarışın kadın takıntısı oluştuğunu ve bunun giderilmesi için ne yapması gerektiğini hanımefendiye şu şekilde aktarıyor: “Eşinizin erken yaşlarda sarışın kadın takıntısı olmuş. Bunu takıntı haline getirdiği için kendisini bazı durumlarda geriye doğru çekiyor. Siz bunu aşmak için eşinize düzenli bir şekilde baklava yedireceksiniz. Ama baklavaya İhlas suresini okuyacaksınız." 

Üçüncü ve son örneğim ise perşembe gecesi Beşiktaş ile Göztepe kulüpleri arasında oynanan Ziraat Türkiye Kupası karşılaşmasını sunan A Spor'un yorumcu olarak ekranlara çıkardığı Gökhan Keskin'in maç boyunca Beşiktaş'ın kaçırdığı her pozisyon sonrasında çıkardığı ilginç sesler. A Spor önce Salı gecesi Fenerbahçe ile Kayserispor karşılaşmasında Gürcan Bilgiç'i yorumcu olarak ekranlara getirdi ve orada da yapılan taraflı yorumlar sosyal medyada büyük tepki çekti. Bazı Kayserispor taraftarlarının Fenerbahçe Türk takımı biz İtalyan takımı mıyız? Şeklindeki ifadeleri dikkat çekiciydi. Benzer bir durum Beşiktaş karşılaşması için de geçerliydi ve ekranlara çıkarılan bütün yorumcuların objektiflik anlayışını ortaya koyması gerekmektedir. Bir kupa karşılaşmasını yorumlamak üzere eğer birisini ekranlara çıkartacaksanız, bu kişinin o takımlardan herhangi birisiyle bir bağının olmadığına dikkat etmelisiniz. Türkiye'de artık üzerinde uzlaşılan bir köşe yazarı veyahut bir spor insanı bulunmamaktadır, bu yüzden seçimlerinizi bir tarafa şirin gözükme yolunda yapmaktan vazgeçin! 

Son bir hafta içerisinde yaşanan bu üç örneğin üçü de üzerinde daha fazla durmayı ve düşünmeyi hak ediyor. İlk örnek, medyadaki ideolojik körlüğün ve bu körlükle beslenen nefretin nasıl yansıdığını göstermekte olduğu gibi yapılan hata sonrasında yaşanan gelişmeleri de ortaya koyması açısından dikkat çekici. Herkes kendi durduğu yerden karşı tarafa tahkim etmeye ve kendi haklılığını gösterme yoluna gitmeyi tercih ediyor. Bu ise ayrılan mahallelerin medyalarının da ayrılmasına ve belli bir süre sonra her mahallenin kendi medyası ile iştigal edip diğerlerine kulaklarını kapatmasına yol açıyor. İkinci örnek son derece ilginç bir durumu ortaya koyuyor, gündüz kuşağı bu ve benzeri yayınlarla adeta sarılmış vaziyette. Söz konusu uzmanın binlerce takipçisi var ve insanlar ciddi ciddi bu kişileri takip ediyorlar. Dinin, gündelik hayatın içerisinde bu şekilde kullanılıyor olması ise üzerinde düşünülmesi gereken bir durumu da beraberinde getiriyor. Son örneğimizde ise adı üstünde yorumcu olarak ekranlara çıkartılan kişilerin, oynanan karşılaşmadaki pozisyonlarla ilgili analiz yapmaları ve verilen kararlara ilişkin objektif görüşlerini ortaya koymaları gerekir. Oysa bizim ekranlarımızda yaşadıklarımız ise hem objektiflikten son derece uzak tamamen sübjektif değerlendirmelerle kaplı ve yanlı bir anlayışı ortaya koymaktadır hem de herhangi bir analiz yapabilme becerisini içermeyecek kadar genel geçer ifadeler kullanılmaktadır. 

Gündelik olan ağırlaşırken medyanın hafiflemesi ve adeta uçuşa geçme hâli dikkat çekicidir. Bir örnekleştirilmiş yaşamların sunulmasında medya her geçen gün biraz daha fazla ön plana geçiyor. Buna karşın hayatın gerçekleri de bir o kadar kendisini hissettirmeye devam ediyor. Bu ikisini birleştirmeyi başarabilen program ya da programlar açık ara öne çıkacaklardır, bakalım bunu başarabilen olacak mı?