Ahmet Talimciler

17 Nisan 2018

Futbolu, futbolun önüne geçirmek!

Bırakalım futbol, onu seven milyonlarca futbolsever ile koşulsuz, öngörüsüz, adalet ve hakkaniyet temelinde bağ kurabilmeye devam etsin

Ülkemizde onlarca nesil, üç alana siyaset girmemeli lafıyla büyütüldüler; Camiye, Kışlaya ve Spora. Oysa söz konusu olan bu üç alan aynı zamanda toplumsal hayatın doğrudan yansımalarının bulunduğu yerler olarak göz önündeydi ve aslında hiçbir zaman bu söz gerçekten samimi olarak da zikredilmemişti. 95 yıllık Cumhuriyet tarihi bu alanların nasıl siyaset ile hemhal olduğunun ve söylenilenlerin nasıl tersinin yapılageldiğinin de tarihidir. Bu açıdan bu yazıda ilk iki alan üzerinden değil sadece spor üzerinden giderek hem içinde bulunduğumuz hem de geçmiş dönemlerde olup bitenler hakkında bir şeyler söylemeye çalışacağım.

Türkiye’de futbolun zirvesi olarak kabul edilen süper ligin içerisinde yaşanan şampiyonluk mücadelesi aynı zamanda ülkemizin son dönemde içerisinden geçtiği dönüşümlerle de yakından bağlantılıdır. Türkiye’nin dört bir köşesine yeni stadyumların yapılmasından, naklen yayın ihale bedellerinin yüksek meblağlarla belirlenmesine kadar pek çok husus, futbolun dışında ama bir o kadar da futbolun içerisindedir. Özellikle son on yıl içerisinde futbola dönük girişimleri düşündüğümüz takdirde yaşananların sadece futboldan ibaret olmadığını bir kez daha görebiliriz.

Aslında bu konuda belki de en ilginç kişiliklerden bir tanesi olma özelliğine sahip bulunan Fenerbahçe kulübü başkanı Aziz Yıldırım’ın açıklamaları, başlı başına pek çok saklı kalan hususu da ortaya koyuyor. Aziz başkanın, şike süreci boyunca ısrarla vurgu yaptığı açıklamalar sonrasında 15 Temmuz darbesi ile karşı karşıya kaldığımızı ve olup bitenlerin çok önceden nasıl önümüze taşındığını bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Bu yol boyunca Fenerbahçe kulübünün son anda kaybettiği şampiyonluklar ve el değiştiren kupalar meselesi de daha çok su kaldıracak cinstendir.

Futbol alanında siyasetin FETÖ ile birlikte hakemlere, futbolculara, teknik heyetlere ve federasyonun kurullarına kadar nasıl içten içe yürütüldüğü de halen cevaplanmayı bekleyen sorulardandır. İşte bu noktada şampiyonluklar kadar küme düşmeler, futboldan uzak bıraktırılmalar ve canı yananların hikayelerinin neler olduğunu öğrenebilmiş değiliz. Umarım bir gün ülkemizde skorun ötesine geçmek suretiyle futbolun hayata dair fısıldamakta olduklarını duyabileceğimiz/öğrenebileceğimiz yazılar okuyabilme, haberler dinleyebilme şansına erişebiliriz.

2013 yılında Gezi Parkı’nda yaşananların içerisinde taraftarlar da yer almışlardı. Ama elmalarla armutları her zaman karıştırmayı adet haline getirmiş olduğumuz gibi burada da bütün taraftarları aynı pota içerisine sokmak gibi bir anlayışın içerisine girmiştik. Oysa futbol taraftarlarının hepsi tutmuş oldukları takımlar ne olursa olsunlar homojen bir grup özelliği göstermezler! Orada bulunanlar kadar bulunmayanlar da takımlarının renklerine aşık olan taraftarlardı ve taraftar grupları -özellikle de gücü ellerinde bulunduruyor olanlar-siyasetle ters düşmemek adına, söz konusu eylemleri tasvip etmediklerini hemen beyan ettiler.

Ama bir taraftan da hiç istenmeyen siyaset, futbol sahalarına üstelik bizzat siyasetçilerin de katkısıyla dahil edilmiş oldu. Geçtiğimiz yıllar içerisinde İzmir marşına dönük kulüp başkanı açıklamalarından tutun da saygı duruşunda ıslıklanmaya kadar pek çok örnekle karşı karşıya kaldık. Aslında bütün bunlar sadece futbola dair olarak düşündüğümüz alanla ilgili olarak bambaşka bir gerçekliğin olduğunu da ortaya koyan örneklerden başka bir şey değillerdi. Milli takımla ilgili yaşanan gelişmeleri, yabancı oyuncu sınırlamasının kaldırılması sonrasındaki on bir yabancı ile sahaya çıkan yüz yıllık takım örneğine kadar pek çok konuyu da buraya dahil edebiliriz.

Bir başka dahil edilmesi gereken husus ise hem gazete sahibi hem de federasyon başkanı olma durumudur ki, gerek kendilerinin gerekse de bazı futbolcu ve yorumcuların bu doğrultuda net bir tavır almaları sonrasında karşı tavrın da gecikmediğini ekleyebiliriz. Son örnek ise büyükşehir belediyesinden başlayan buna karşın kısa zamanda ülkenin en güçlü takımlarından bir tanesi olan Başakşehir futbol kulübüdür. Az sayıda taraftarla başladıkları yolculuklarını sayın cumhurbaşkanımızın açıklamalarından sonra arttıracakları muhakkaktır. Buna karşın kendilerine dönük antipati düzeyinin artması da kaçınılmaz gibi gözükmektedir.

Çünkü taraftarların kafasında asıl öncelik kendi takımlarının başarısıdır, bunun farklı bir biçimde önüne geçileceği düşüncesi hiç umulmadık bakış açılarının geliştirilmesine yol açabilir. Önümüzdeki dönem içerisinde süper lig şampiyonluğuna giden yol aynı zamanda sıkça kutuplaşmanın yarattığı etkinin dışa vurulacağı alanı da ortaya koyacaktır. Hatta daha şimdiden koymuştur bile. Galatasaray taraftarlarının maç bitiminde Mustafa Kemal’in Askerleriyiz sloganı atmaları, maçın ardından İyi Parti genel başkanı Meral Akşener’in Galatasaray 2-Recep Tayyip Erdoğan 0 tweeti atmasında olduğu gibi.

Futbolu, bir kez daha futbolun önüne geçirmiş olduk. Oysa futbol bütün bu olup bitenlerin ötesinde bir alan olma özelliğini halen korumayı başarabilmektedir. Orada hayata dair hikayelerden tutun da, geçmişle bugün arasındaki geçişler ve tabii ki geleceğe dönük umutlar yer almaktadır. Futbol sahasını umuttan uzaklaştırmak demek aynı zamanda hayatın getirebileceklerine dönük beklentileri de azaltmak anlamına gelmektedir. Futbolu, kendi akışı içerisinde her türlü müdahaleden uzak bir alan vasfı ile kabullenmek ise beraberinde siyaset ile futbolu kendi kulvarları içerisinde bulmayı getirecektir.

Ülkemizdeki takımların dünyadaki örneklerden farklı olduğunu bir başka ifadeyle dinsel, etnik, sınıfsal, bölgesel vb. özellikler üzerinden farklılaşmadıklarını biliyoruz. Futbolu ve onun sahadaki yansıyan takımlarını siyasi malzeme haline dönüştürmek başta söz konusu olan takımlara ve tabii ki futbolun kendisine zarar verecektir. Futbol asla yalnızca futbol değildir” fikri Türkiye’de hemen kabul gördü ise en fantastik versiyonu Türkiye’de sahne aldığındandır... sözünü yıllar önce rahmetli Cem Can yazmıştı. Ülkemizde ağzını her açan yöneticinin Simon Kuper’in kitabının başlığına gönderme yapmasına fazlasıyla alıştık. Ama bizim alışmaya değil alışmamaya, futbola ve hayata dair düşünce üretmeye ihtiyacımız var. Çünkü futbol her ne kadar sonucun belirsizliği ilkesini her geçen gün kaybediyor olsa bile, halen her an her şeyin olabildiği bir spor dalı olma vasfını korumaya devam ediyor.

Hayatın içinde olup bitenleri futbol üzerinden okuyalım diye bir derdim yok ama öte yandan futbola bu kadar anlam atfetmemize ve onu bambaşka bir pozisyona getirmemize de gerek yok. Bırakalım futbol, onu seven milyonlarca futbolsever ile koşulsuz, öngörüsüz, adalet ve hakkaniyet temelinde bağ kurabilmeye devam etsin. Hayatı ve umudu bünyesinde her seferinde bir sonraki maça ve bir sonraki sezona taşıyabilsin.