Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni müfredat hazırlıklarının medyaya yansımasının ardından geçtiğimiz günlerde yirmi branş için altı yıl boyunca atama yapılmayacağı haberi de beraberinde geliverdi. Bir taraftan yeni döneme özgü olarak eğitim ve öğretim planlarının gözden geçirilmesi ön görülürken, öte yandan ise ihtiyaçların saptanması ve buna uygun bir yapılanma devreye sokulmakta.
Ama tam da bu sırada bu ülkenin yıllardan bu yana hep üvey evlat muamelesi yaptığı ve böyle yaptığı için de çocuklarına, gençlerine ve okumuş yazmışlarına düşünmeyi öğretemediği gerçeği ile bir kez daha yüz yüze kalmış oluyoruz. Felsefe kelimesi ile ilgili oldum olası ‘felsefe yapma’dan öteye geçmeyen buna karşın hayatı sadece teknik alanlardan ibaret gören bir anlayış, bu topraklarda daima egemen oldu. Düşünme, muhakeme etme, tartışma ve soru sorma gibi eylemlilik biçimleri hiç ama hiç sevilmedi.
Din ve ahlak tartışmaları içerisinde felsefe hep karşı kutba indirgenmek suretiyle yok farz edildi. Hal böyle olunca da felsefe derslerinin okullardaki önemi ve hayata dair yaratabileceği etkiler hiçbir zaman anlaşılır olamadı. Müfredatlar değişti, bakanlar değişti, iktidarlar değişti ancak felsefe derslerine yönelik bakış hiç ama hiç değişmedi! Bu anlayışın değişmemesi sayesinde felsefe dersleri müfredatlar içerisinde ‘var’ mış gibi olan ancak her defasında aslında ‘yok’ mukabilinde dersler hüviyetine indirgendi. Eğer bu durumun başarılı olamadığı haller ortaya çıkarsa da bu kez çözüm olarak, söz konusu olan bu derslerin din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri tarafından anlatılmasıyla sorun çözümlenmiş oldu. Hatta din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri kendilerinin yan dalı olarak felsefe derslerinin olduğunu ileri sürecek kadar durumu benimsediler.
Ülke olarak değişen teknoloji ve ihtiyaçlar sonrasında müfredata yapılan değişiklikler ile değerler eğitimi derslerinin konulması söz konusu oldu. Ancak bu dersleri de yine felsefe grubu eğitimi alan öğretmenlerin değil din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin vermesi uygun bulundu. Tüm bu söylenenler üst üste geldiğinde ise seçmeli ders grubu olarak gösterilmesi nedeniyle eldeki felsefe grubu öğretmenleri fazlalık konuma çıkartılmış oldular. Oysa işin aslının böyle olmadığını, felsefe-sosyoloji-mantık ve değerler eğitimi derslerinin zorunlu dersler olarak okutulması gerektiği gerçeğini bu müfredatı hazırlayanlar da çok iyi biliyorlar! Ancak var olan durumu farklı bir şekilde yansıtmadan tutun da, düşünme eyleminin öğretilmesini ve sorgulayan bireylerin yetiştirilmesi meselesi karşısında çok da istekli değiller.
Var olan değişmez durumu koruduğumuz sürece sorunların da aynen korunabileceğini ve olan bitenin idare edilebileceğini zannediyorlar. İçinde yaşadığımız dönemde her zamankinden çok daha fazla inisiyatif alabilme kapasitesine haiz, olayları farklı pencerelerden analiz edebilecek olan ve sorgulayan bireylere ihtiyacımız var. İstediğiniz kadar zengin olun, eğer insan kaynağınızı bu doğrultuda eğitime tabi tutamaz ve çağın gereklerine uyduramazsanız, geride kalmaya mahkum olursunuz. Sadece teknoloji transfer ederek, mühendis yetiştirerek ya da yollar, köprüler yaparak gelişmiş ülke kategorisine ulaşamazsınız. İşte tam da bu yüzden felsefe grubu dersleri olarak adlandırılan felsefe-sosyoloji ve mantık dersleri ile değerler eğitim dersinin zorunlu olarak bütün okullarda okutulması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Bu derslerin gerçekten alanında yetişmiş öğretmenler tarafından verilmesi ise bir zarurettir. Hiçbir branş bir başka alanın dersi konusunda yeterli donanıma haiz değildir. Gözünüz ile ilgili yaşadığınız bir sıkıntı için ortopedi uzmanına gitmezsiniz. Ortopedi uzmanı da tıp eğitimi içinde göz’e yönelik bilgiler almıştır ancak uzmanlığı ile ortopedi alanında kendisini yetiştirmiştir. Din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin aldıkları eğitim esnasında din felsefesi ya da din sosyolojisi dersleri görmüş olmaları onları, bu dersleri verebilme ehliyetine ulaştırmaz. Ya da bir başka açıdan söyleyecek olursak şu andaki duruma göre formasyon alan her öğretmen adayımız her dersi verebilirler. Böyle olduğu için de eğitim sistemimiz gün geçtikçe içinden daha çıkılmaz bir hale bürünmektedir.
Sorgulayan, düşünen, tartışan ve muhakeme edebilen nesillerle hedeflerimize doğru emin adımlarla yürüyebiliriz. Aksi halde söylenenleri hayata geçirebilecek potansiyelimizi her geçen yıl biraz daha fazla kaybedeceğimizi görmeliyiz. Bugüne kadar felsefesiz bir müfredat ile geldiğimiz yeri düşündüğümüzde işimizin maalesef kolay olmadığı gerçeğini de itiraf etmeliyiz. Düşünme ağacının meyvesinden tatmayanların mutlu hatta çok mutlu yaşama ihtimalleri çok daha yüksektir. Ancak var olan gidişatı kendilerine dert edecek ve yaşanan dönüşüme ayak uydurmayı sağlayabilecek olanlar ise bu eylemi gerçekleştirebilenlerdir. Rahmetli hocam Nuri Bilgin, ‘eğitim acı çekmektir’ sözünü çok sık kullanırdı, gerçekten de eğitim süreci hem çok meşakkatli hem de acılı bir süreçtir.
Ama bu aşamayı tamamlayanlar açısından dünya ve dünyadaki tüm varlıkların pozisyonları da bambaşka bir hale bürünür. Felsefe, sosyoloji ve mantık dersleri bizim kendi içsel yolculuğumuzda bize eşlik ederken hem kendimizi hem içinde yaşadığımız dünyayı hem de olan biteni anlamlandırmamızı kolaylaştırırlar. Diğer bütün alanların düşünmenin kendisi hakkında bilgi sahibi olmaları çok ama çok önemli bir anahtardır. Felsefesiz bir müfredata mahkum edilmek, ülkemizin yarınlarının daha sıkıntılı daha içinden çıkılmaz ve kendisine karşı yabancılaşmasına da kapı açmak anlamına gelecektir. Bu yüzden üniversitelerimizdeki bütün felsefe ve sosyoloji bölümlerinin öğretim üyeleri başta olmak üzere, bu alanların derneklerinin de durumu kamuoyu ile paylaşmaları önem arz etmektedir. Müfredatı dikensiz gül bahçesi kılmak yerine hem gülü hem dikeni hem de her ikisinin durumunu anlayabilecek şekle sokmalıyız, bunun için de felsefe dersleri olmazsa olmazımızdır.