Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2017 yılında evlenme ve boşanma sayılarına ilişkin verileri yayınladı. Buna göre evlilik sayısı (569.459) bir önceki yıla göre %4,2 azalırken, boşanan çiftlerin sayısında (128.411) ise %1,8’lik bir artış yaşanmış. Rakamları veya istatistiksel oranları sadece birer matematiksel değer olarak göremeyiz. Aynı zamanda onlar, bize farklı aşamalarda farklı pozisyonlar içerisinde nasıl bir gelişim seyri içerisinde bulunduğumuz hususunda da yol gösterirler.
Bu açıdan sosyal bilimlerle-matematiğin birlikteliğini sadece sayılarla duyguların bir aradalığı olarak göremeyiz. Bu birliktelik bize sonu uçsuz bucaksız olan deneyimlerimizi öngörebilecek sayıları vermenin yanı sıra hayatın zig zagları içerisindeki belirsizliklere de dokunmayı başarabildikleri için özel bir yan sağlamaktadırlar.
Söz konusu olan aile kurumu ise bu topraklarda her daim akan sular durur. Ailenin birliği ve kutsallığı üzerinden topa girmek isteyen onlarca kişiye rastlarsınız. Ama her nedense bütün bu girişimler çoğu kez sadece olayın olumlu yönleri üzerinde durmayı ve tüm yaşananlara bu pencereden bakmayı tercih etmektedirler. Oysa bunun yanı sıra içinde yaşadığımız ülkede her yıl yüzlerce kadının cinayete kurban gittiği, şiddete maruz kaldığı ve yine binlerce çocuğun, kadının tacize, tecavüze uğradığı gerçeğini ise bu bakış açısı ile hiç ama hiçbir araya getirmeyiz.
Oysa sözünü ettiğimiz kurumda yaşanan erezyonun, tüm toplumu etkileyeceği ve buradan başlayacak çürümenin, tüm toplumsal yapımızı doğrudan ve şiddetli bir biçimde sarsacağı gerçeğini dile getirmek durumundayız. İşte bu noktada devreye sosyoloji girmektedir. Çünkü sosyoloji sadece görünür olanın değil en az onun kadar kıymetli olan görünmeyen dip dalgaların da yaratacağı etkiyi bizim önümüze koyması gereken bir alan olduğu için çok kıymetlidir.
İstenen ve özlenen durumun evlenmenin özendirilmesi ve bununla birlikte çocuk sayısının çoğaltılması olmasına karşın istatistikler bize farklı bir durumla karşı karşıya olduğumuzu söylüyor. Tabii ki bu durumu ortaya çıkartan pek çok etmen bulunuyor ve bütün bu olup bitenleri sadece ekonomi ile açıklayabilmemiz mümkün gözükmüyor. Ama yine de ekonomik durum hem evlenme hem de boşanma ile ilgili olarak etkili bir etmen olarak orta yerde durmaya devam ediyor.
TÜİK’in açıkladığı verilere yakından baktığımızda en ilgi çekici olan hususlardan bir tanesi, ortalama ilk evlenme yaşı ile ilgili. Buna göre geçen yıl erkekler için 27,7, kadınlar için 24,6 olarak kaydedilmiş. Erkek ile kadın arasındaki ortalama ilk evlenme yaş farkı 3,1 olarak gerçekleşmiş. Bu rakamlara göre ilk evlenme yaşı yükseliyor bir başka deyişle bir zamanlar erkekler için askerlik öncesi veya hemen askerlik bitiminde başlayan evlilik yolculuğu epeyi bir yol kat etmiş. Benzer durum kadınlar için de geçerli.
Tabii bu arada medyaya sık sık yansıyan çocuk yaştaki kız ve erkeklerin evlendirilmeleri durumunun bu rakamlarla uzaktan yakından bir ilgisi bulunmuyor. Veya yine ülkemize özgü bir durum olarak niteleyebileceğimiz boşanmış aynı evde yaşamaya devam eden çiftlerin oranı da yine burada gösterilmiyor. Bütün bu özgül(n) durumların kendisine has bir takım nedenleri bulunduğu gerçeğini ve bunların da içinde yaşadığımız ülkedeki aile kurumu ile tuhaf bir biçimde örtüştüğü meselesini de göz ardı etmemek durumundayız.
Yabancı gelin ve damat gerçeği de istatistiklere yansımış vaziyette. Buna göre yabancı gelinlerin sayısı 2017 yılında 20.972 olarak kaydedilmiş ve toplam gelinlerin %3,7’sini yabancılar oluşturmuş. Uyruklarına göre ilk sırayı %19,4 ile Suriyeli gelinler alırken, %13,3 ile Azerbaycanlı gelinler ve %12,4 ile Alman gelinler yer almış. Gelin almanın aksine damat almaya olan yaklaşımımız çok daha farklı ve bu durum rakamlarla bir kez daha ortaya çıkmış. Yabancı damatların sayısı geçen yıl 3.782 ve bu rakam toplam damatların sadece %0,7’sini oluşturmakta. İlk sırayı %36,5 ile Alman damatlar alırken, %8,5 ile Suriyeli damatlar ve %8 ile Avusturyalı damatların olduğunu görmekteyiz.
Kaba evlenme hızının (belli bir yıl içinde 1000 kişi başına düşen evlenme sayısıdır) en yüksek olduğu iller sıralamasında binde 9,6 ile Kilis, binde 8,29 ile Adıyaman ve binde 8,2 ile Şanlıurfa. En düşük olduğu iller ise binde 4,14 ile Gümüşhane, binde 5,26 ile Kastamonu ve binde 5,39 ile Bayburt. Türkiye ortalaması ise binde 7,09 olarak gerçekleşmiştir.
Kaba boşanma hızının (belli bir yıl içinde 1000 kişi başına düşen boşanma sayısıdır) en yüksek olduğu il binde 2,57 ile İzmir oldu, bu ili binde 2,51 ile Antalya ve Muğla izledi. Kaba boşanma hızının en düşük olduğu il ise binde 0,2 ile Hakkari oldu. Bu ili binde 0,21 ile Bitlis ve binde 0,22 ile Şırnak takip etti. Boşanmaların %38,7’si evliliğin ilk beş yılında, %20,7’si 6-10 yılları arasında gerçekleşti.
Boşanma rakamlarına baktığımızda batıda yer alan üç ilimizde rakamlar yüksek iken doğuda yer alan üç ilimizde ise düşüktür. Aslında Türkiye gibi farklı coğrafi, fiziksel ve kültürel etkilerle çevrili bir ülkede söz konusu olan gündelik hayata dair ilişkiler ile oradan beslenen kurumsal yapılara dönük yaklaşımlar da farklılaşacaktır. Bu açıdan aile üzerinde konuşurken evliliğe ve boşanmaya dair söyleyeceklerimizin de ülkemizin farklı kesimlerinde farklı şekillerde anlaşılmakta olduğu gerçeğini de es geçmemek durumundayız.
Yeniden rakamlardan fiili duruma geçelim ve olan bitenin arkasında nelerin bulunduğu hususuna bakmaya gayret edelim. Her şeyden önce çok hızlı bir dönüşüm yaşayan ve bunu halen sindirme girişimlerini sürdürmekte olan bir ülkeyiz ve her alanda olduğu gibi evlilik müessesinde de bu durum kendisini hissettiriyor. Toplumsal hayata dair beklentiler, öneriler, teşvikler bir yere kadar etkide bulunabilirken, bir yerden sonra yaşanan fiili süreç ve bunun yansımaları olan bitenler üzerinde daha kesin etkilerde bulunabiliyor. Bu açıdan aile üzerinde yapılan girişimlerin ve desteklerin etkisi ile var olan durum örtüşmediğinde, rakamların düştüğünü görüyoruz.
Yeni yaşam tarzları ve hayatımıza dahil olan teknolojiler tüm toplumsal hayatımızı olduğu gibi aile kurumunu da derinden etkilemektedir. Geçmişin bir yastıkta kırk yıl geçirilen ailesi, günümüzde evlenme, boşanma ve yeniden evlenme ile birlikte yeniden boşanmalarla bambaşka bir şekle bürünmeye başlamıştır. Artık tek ebeveynli aileler içinde yaşadığımız ülkenin de bir gerçekliğini oluşturmaktadır. Tıpkı ikinci evlilikler ile birlikte genişleyen aileler gibi. Aile kurumunu kutsaliyet atfetmeden, içinde bulunduğu ülkenin ve çağın koşullarına uygun bir biçimde düşünmek, tartışmak durumundayız. Önümüzde bambaşka bir çağ biçimleniyor ve bu çağ, öyle ya da böyle aile kurumunu da etkilemeyi sürdürecektir.