Cumartesi gecesi TRT 1 ekranlarında yayınlanan Elimi Bırakma isimli dizinin özel bölümüne denk geldim. Bir insanın başına bu kadar olay daha önce filmlerimizde gelirken şimdi dizilerimizde üstelik bu kez daha da katmerli bir biçimde çıkartıldığını bu vesile ile görmüş oldum. 70’li yılların moda olan şarkılarına yapılan filmlerinin kahramanlarının başına da benzer olaylar gelir ve iyilerin galip geldiği ile filmler sonlanırdı. Ancak bu filmlerde kötü karakterler genellikle bir veya iki tane ile sınırlı kalır ve iyiliğe yapılan vurgu ön plana çıkartılırdı. Oysa son dönemde izlediğimiz dizilerde bu kötü karakterlerin sayısı ile iyi karakterlerin sayıları yer değiştirmiş vaziyette görünüyor.
Bunun dışındaki bütün senaryo aslında üç aşağı beş yukarı aynı minval üzerinde ilerlemeye devam ediyor. Zengin ve yakışıklı oğlanımız var bunun karşısında güzel ama fakir duruma düşmüş kızımız bulunuyor. Bir tarafta ihtişam içerisindeki evler, arabalar, kasvetli iş yerleri bunun karşısında yokluğun kendisini hissettirdiği evler, mahalleler, mekanlar yer alıyor. Oldum olası bu toplumun farklı özelliklerini bünyesinde barındıran insanları ekranlara aktaramıyoruz. Hep bir yerler iğreti olduğunu hissettirmeye devam ediyor, zengin olarak gösterdiklerimiz kadar yoksul insanlarımız da rollerin içerisinde çoğu kez kayboluyorlar.
Diziye biraz daha yakından baktığımızda ise önce babasını kaybeden dizinin asıl kızı rolündeki Azra, daha sonra sırasıyla üvey annesi tarafından otistik kardeşi ile birlikte evden atılır. Babasının kardeşi gibi sevdiği amca dediği arkadaşı tarafından kardeşine tokat atıldığı için onların evini terk ederek geceyi sokakta geçirmek zorunda kalır. Kardeşi ile intihar etmenin ucundan dönerler ardından bir hastanede sabahlayarak yeni güne başlarlar. Kendilerine evde bakıcılık yapan ablalarının yanına sığınırlar, evin beyinin seyyar pilav arabası ile satış yapmaya başlar ve ilk geceden tacize uğradığı sırada imdadına dizinin başrolündeki erkek Cenk yetişir.
Seyyar tezgah kırılırken evinde kaldığı Gönül ablası gelir ve kardeşi Mert’in kaybolduğu haberini verir. Arada üvey annesinin sigorta parasının üstüne yatmasından tutun da kaybolan Mert’i ablasına götürürken kaza geçirmesi ve öldüğünü sandığı üvey oğlunu bir çalı kenarına atmasına kadar uzanan olaylar silsilesi izleyicileri karşılıyor. Bir de dizinin hanım ağası rolündeki Cenk’in babaannesinin mezarlık ziyareti sonrasında kafasını taşa çarparak hafızasını yitirmesi ve onun imdadına Aslı’nın yetişmesini eklemeliyiz. Dizideki tuhaflıkların ve felaketlerin bu kadarla kalmadığını, her sahnede biraz daha fazla olumsuzluğun eklendiğini de hatırlatayım.
Kötülüklerin adeta yağmur gibi yağdığı ve hiç ardının kesilmediği diziler yapmakta herhalde üstümüze yok. Son dönemlerdeki dizi repertuarımızda bir domates bir defne yaprağı misali araya sürekli olarak serpiştirilen kötülükler ve hiç bitmeyen felaketler silsilesi ile karşı karşıya bırakılıyoruz. Arada iyilik kırıntılarını görmek içimizi rahatlatmıyor. Hatta tam tersine kötülük dolu bir dünya üzerinde iyiliğin, iyi olmanın herhangi bir etkisinin olmadığı konusundaki yargının kökleşmesine yardımda bulunuyor.
Etrafımız kötülük saçan kadınlar ve onlara eşlik eden erkeklerle çevrili, zenginliğin en ucu ve tabii ki fakirliğin de dibi ile sınanıyoruz. Gerçeklik ise bambaşka bir yerde her geçen gün biraz daha bizlerden uzaklaşıp kayboluyor. Dizilerimizde küfür yok buna karşın bol bol şiddet içeren görüntümüz bulunuyor. Söz konusu dizimizde de esas oğlanımızın içindeki fırtınaları dindirmek için spor salonuna gittiğini ve orada hırsla kum torbalarını dövdüğünü görüyoruz. Spor salonunda bir kişi yanına yaklaşıp kendisine paralı dövüş ayarlayabileceğini söylüyor, buna karşın verilen yanıt; ben para karşılığı dövüşmem oluyor. Bununla birlikte ilerleyen aşamada paralı dövüşün yapıldığını ve ringe çıkan başrolümüzün karşısındaki insan azmanını nasıl yere serdiğini seyrediyoruz.
Geniş Aile Her Türlü filminin sonlarında Zekai karakterinin eğildiğinde çatalı görünmesin diye çiçekle buzlayan bakış açısı, içki kadehlerini, küfürleri buzlamayı sürdüyor buna karşın paralı dövüş serbest, silahlar gösteriliyor, şarşörler boşalıyor ve belki de hepsinden önemlisi ciddi bir biçimde kötülük bulaştırılmaya devam ediliyor. Kötücül karakterlerin bu kadar çok öne çıkartılması, saçmanın normalleştirilmesinin bir anlamı olmalı. Toplumsal hayatın böylesine hızla çökertilmesi karşısında hepimizin söyleyeceklerini önemsemek durumundayız.
Elimizden hızla kayıp giden ve yaşananları anlamlandırma konusunda müthiş sıkıntılı olan bir kitle bulunuyor. Son otuz yıl içerisindeki dizilerin nereden nereye doğru dönüşüm geçirdiği üzerinde kafa yormak bile aslında bir taraftan içinde yaşadığımız toplumsal yapının nasıl bir dönüşüm geçirdiğini de anlamamıza yol açacaktır. Zihniyet kalıpları, alışkanlıklar ve davranışlar değişirken bütün bunların içinde yaşanılan toplumsal hayatı etkilememesi mümkün değildir. Bu süreç hayatlarımızın içerisindeki saçmalıkların normalleştirilmesine yol açarken hayatla kurmuş olduğumuz bağlantının da farklılaşmasına neden olmaktadır. İşte bu noktada karşımıza çıkan dizilerdeki karakterlerin kötülükleri kadar felaketlerin ardı ardına gelmesi de tesadüf değildir.
Arafta kalma halini bir türlü üzerinden atamayan bir ülkenin çocukları olarak içinden geçmekte olduğumuz sürecin etkilerini en fazla hissedenler ve önümüzdeki süreç içerisinde en fazla yaşayacak olanlar hiç kuşkusuz çocuklar ve gençler olacaktır. Buradan sonra konuşmamız gereken bu arada kalmış çocukların/gençlerin önümüzdeki dönemlerde nasıl bir ülke içerisinde mutlu olabilecekleri olmalıdır. Belirsizlik içerisinde kalan kuşakları, kötülükle ve boş vermişlikle kaybetmemeliyiz. Çünkü söz konusu anlayışın ekranlar üzerinden ve rol modeller olarak yansıtılma biçimi şayet gerçekleşirse elden tutmak değil tutmamak daha yararlı olacaktır.