Televizyon ekranlarındaki görüntülerin içinde yaşadığımız döneme özgülükleri bire bir yansıtması durumunun farkına yeni yeni varmaya başladık! Ekranlarda kendilerine çok az yer bulabilen ve bulduklarında da adeta abluka altına alınmaya çalışılan konukların görüntüleri her geçen gün biraz daha fazla ilgi çekiyor. Yurttaşlar bu yeni durumu teknolojinin de etkisi ile kullanmaya ve bunun üzerinden eğlenmeye başladılar. Sosyal medya ile birlikte televizyonun önemi tamamen ortadan kalkmadı buna karşın ekranlardaki olağanüstülüklerin daha hızlı dolaşıma sokulduğu yepyeni bir süreç yaşanır oldu.
Televizyonun bu eğlenme işlevi ile yeniden ayırdına varmamızı sağlayan teknoloji sayesinde bu kez tek tipleştirme mantığının tam aksi yönde bir durumun yaratılmasının da önü açılıverdi. Yokmuş gibi gösterilen ve her fırsatta dile getirilen eşitlik argümanı, ekranlara muhalif olarak nitelendirilen partilerin(hala çok sınırlı ve yine kendi içerisinde eşitsizliği barındırmaya devam ediyor) çıkartılması ile ilginç bir hal almaya başladı. Bir taraftan bu programların ratingleri diğer yayınların önüne geçerken, öte yandan ise soru sormak için orada bulunanların durumları en az programların kendisi kadar ilgi çeker oldu.
Burada tarihe not düşmek adına medyanın hiç de iyi bir sınav vermediğini hatta kendi kendisini kötürüm haline dönüştürdüğünü söylemek durumundayız. Soru soramayan veya eleştirel bir perspektif üzerinden gerçek gazetecilik görevini yerine getiremeyenlere kadar pek çoğu unutulmazlar arasına katılmış bulunuyorlar. Tabii buradaki vurgunun iyi anlamda olmadığını unutmamalıyız. Ayrıca yine ekranlar pek çok ismin kızarıp bozarmaktan tutun da yüzlerindeki hayal kırıklığına kadar devam eden bir dizi durumun yaşanmasına da vesile oldu. Bu öylesine ilgi çekti ki sosyal medya bu görüntüler üzerinden adeta yıkıldı.
Liyakatın, adaletin ve hakikatin yerle bir edildiği bir dönemden geçiyoruz. Ve ne yazık ki bu dönemin önemli mimarlarından bir tanesi de medya. Güçten yana olma durumu ile yola devam etmeyi gazetecilik saymak, bu mesleği hafife almak olur. Soru sorarken yanını belli etmenin ötesine geçebilecek kadar eğilenlerin, sadece kendilerini değil aynı zamanda yaptıklarını, söylediklerini, mesleklerini de küçük düşürdüklerini unutmamaları gerekir. Zaten böyle olduğu içinde ülkenin medyası da, gazetecileri de, halkın gözünde ayrışmaya devam ediyorlar. Okunmayan gazetelerden, izlenilmeyen televizyon programlarına doğru hızla yol alıyoruz.
İşte bu noktada beyaz dişlerini her fırsatta göstererek sırıtmak suretiyle ahkam kesen ve başka bir Türkiye imajı çizen bu kişilerin hiçbir inandırıcılıkları kalmamıştır. İşin ilginç yanı içinde bulundukları durum öylesine bir çıkmaz sokaktır ki ne kadar çok onay verirlerse o kadar çok gözden düşmekte ve daha çok onay vermek zorunda kalmaktadırlar. Allah kimseyi böyle bir duygu ile imtihan etmesin! Bu yüzden de karşılarına çıkan muhalif liderlere gol atabilmek uğruna kendilerini heba etmekten ve isimlerinin alay konusu olmasından bile çekinmemektedirler. Fakat ne yaparlarsa tam aksinin gerçekleştiği ve her seferinde biraz daha fazla battıkları bir durumun yaşanıyor olması belki de ilahi bir adalettir.
Hayatın akışı içerisinde bazen sadece bir görüntü bile çok ama çok fazla şeyi ifade edebilir. Ekranlarda son zamanlarda tam da bu durumu yaşıyoruz. Kendi yaptıklarını ‘gerçek’ gazetecilik olarak nitelemek hususunda herhangi bir beis göstermeyenlerin bunun karşısında kendi savunduklarının dışındaki herkesi damgalaması durumu, içinde yaşadığımız post-truth çağının sonuçlarından birisidir. Belki de bu yüzden bu isimler kendilerine yönelik eleştiriler karşısında içinden çıktıkları bu post-truth çağına daha bir arzuyla sahip çıkmak durumunda kalıyorlar. Liberal/Muhafazakar Demokratlıkları ise ezberlerinin bozulmasına kadar sürebiliyor sadece. Oradan sonra ise kontrolü kaybedip, yüzlerini buruşturmak ve tepki vermek zorunda kalıyorlar. Tabii ne kadar uğraşırsanız uğrasın defolar bir yerde patlak veriyor ve gerçek yüzler ortaya çıkıyor. Yani maskeler istemeden de olsa düşüveriyor.
İşte bu durumun ekranlardan evlerimize doğru taşıyor olması ve bundan en azından ülkenin yarısının keyif alıyor olması bile ilginç bir ruh hali yaratmaktadır. Buradan üretilen esprilerin gündelik hayatın içerisine sokulmaya başlanması bile yaşadıklarımızın ne kadar trajikomik bir hale büründüğünü ortaya koymaktadır. Bir dönem ekranlardan uzaklaşan ve televizyonda haberleri ve haber programlarını izlemeyen kitlenin, şimdi sanki bir futbol maçı izliyormuş ve oradaki gibi söz konusu isimlerin sorularına verilen yanıtlarla mutlu olmaları enteresan bir durumdur.
Ekranlarda liderlere soru sormak için orada bulunan gazetecilerin ellerindeki cep telefonları ile sürekli olarak etkileşimde bulunuyor olmaları da yine bu yeni dönemin özelliklerindendir. Tabii bu durumun da sosyal medya üzerinden ‘dalga geçme’ meselesi yapılmasını unutmamalıyız. Bir başka ifadeyle soru soranlar kadar, onlara soru gönderenlerin de söz konusu bu yeni tarz içerisinde eğlenme malzemesi yapılması dikkat çekicidir. Yani yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızla veyahut yapmak istemediklerimizle de kamuya mal olmayı sürdürmekteyiz. Bu açıdan en çok bir yerlere konumlayanların dikkat etmeleri gerekiyor çünkü içinde bulunduğumuz dönemin görsel kayıtlarının geçmişteki gazete arşivlerinden çok daha hızlı ve kolay bir biçimde dolaşıma sokulduğu gerçeğini en çok onlar hatırlarında tutmalılar.
Hayatımızın her alanında dijital izler bıraktığımız gibi bu izlerin birileri tarafından kopyalandığını, yeri ve zamanı geldiğinde ise önümüze adeta hesap fatura edildiği gibi çıkartılacağı bir dönemdeyiz. Gerginlikten beslenenlerin gerginliğe kurban olmaları kaçınılmazdır ve bu noktada en çok pozisyonlarını korumaya gayret edenler zarar göreceklerdir. Ekranların böylesine taşmasının sonuçları ise bir zamanlar kahvehane köşelerinde dost meclislerinde dile getirilen hafif yollu yoklamaların çok daha hızlı ve doğrudan dolaşıma sokulmasına yol açmasıdır.
Kendileri hakkında kullanılan ifadeler üzerinden söz konusu isimleri yıpratmaya girişmeleri de gözlerden kaçmamaktadır. Tüm kesimlere eşit mesafede durması gereken medyanın George Orwell’ın unutulmaz romanındaki gibi ‘bazılarına daha eşit’ olması durumu sadece söylemsel düzeyde değil hareketlerle ve beden dili ile de kendisini ele vermektedir. Ekranlardan evlerimize, sokaklarımıza, toplumsal hayatlarımıza taşan görüntüler, haber başlıkları, sorulan sorular hiç de inandırıcı ve hakkaniyetli değildir. Bir zamanların dördüncü gücü olarak kendisini tanıtan medyanın, kendisini tamamen taça çıkartması hepimiz açısından büyük bir talihsizliktir.