İnsanlığın yeryüzündeki uzun yürüyüşünde ona eşlik eden en önemli organizasyon hiç şüphesiz yaratılan devlet teşkilatıdır. Tarih boyunca bazen inançla bazen güç ile ve çoğu zaman da ikisi bir arada sürdürülen eşsiz birlikteliğin adıdır devlet. İçinde bulunulan kültürel gelenek ile işlenen ve yıllar içerisinde kendi gücünün çok ötesinde bir yer teşkil edebilen bir yapılanmadır söz konusu olan. Ve bu yapılanmanın ulus devletler öncesindeki işgal ettiği yer ile sonrasında bulunduğu yer arasında karmaşıklaşma dışında çok da büyük farklılıklar söz konusu değildir. İktidar oyunları adı verilen ve tarih boyunca hiç eksik olmayan gelişmeler, dünyanın hemen hemen tüm ülkelerinde farklı dozajlarla olmakla birlikte yaşana gelmiştir. Kadim doğu geleneği devleti öne çıkartmış ve hiçbir zaman ona atfedilen önemi geriletebilecek uygulamaların ortaya çıkmasına müsaade etmemiştir. Devletin mutlak surette yaşatılması ilkesi onu var eden bütünün yaşamlarının çok ötesinde bir pozisyona oturtulmuştur.
Bu coğrafyada devlet olmazsa olmaz bir konumdadır ve devletin ali çıkarları için her şeyden vaz geçilebilir. Burada yaşamak devletin müsaade ettiği ölçüler içerisinde hareket etmeyi, daha küçük yaşlardan itibaren öğrenmeyi ve buna göre hayatını yönlendirmeyi gerektirir. Devletle çalışmak, devletin bir çalışanı olmak ve devlete hizmet ederek bu çarkın içerisinde bulunmak sizi diğerlerinden ayıracak olan ölçüt olarak görülür. Bu yüzden hayatın akışı bu topraklar üzerinde hep devletin yörüngesinde veyahut onun izin verdiği ölçüler içerisinde yaşanabilir.
Devletin her şey olduğu ve hayatın her alanında kendi ağırlığını hissettirdiği bir yapı ise ister istemez hantallaşma ile zamanla sorun çözücü özelliğini yitirmeye başlar. Aşırı merkeziyetçi ve sorunlardan uzaklaşan yapı ile beraber devlet içerisinde yeni adacıklar oluşur. Her yeni adacık aynı zamanda yeni güç odağı ve yeni iktidar savaşımı demektir. Batı geleneği yüzyıllar içerisinde kuralların, teamüllerin ve tabii ki yasaların içselleştirilmesi ile birlikte farklı görüşlere karşın bir arada yaşayabilme iradesi gösterebilen bireylerin yetişmesini sağlamıştır. Buna karşın doğu geleneği içerisinde sürekli olarak devlete sahip olmak isteyen herkesim açısından, tehdit olarak görülen farklı görüşler bertaraf edilmek için çoğu kez şiddet kullanma eğilimi ön plana çıkmıştır. Bu noktada askeri güç, iktidara ortak olmanın en önemli göstergelerinden bir tanesidir ve çoğu kez de devletin askerler tarafından yönetildiği görülür.
Tüm yenileşme hareketleri tabandan değil tavandan gelir ve burada işler batı geleneğinin ortaya koyduğunun aksine bambaşka temeller üzerinde ilerler. Bu yüzden de sık sık gazetelerimizde gördüğümüz haberler karşısında şaşkınlığa uğrarız. Metroda korumaları olmadan seyahat eden başbakanlar, kendi özel aracıyla toplantıya katılan bakanların görüntüleri en amiyane tabirle bize uymaz. Çünkü bizi yönetenler devletimizin ne kadar güçlü olduğunu, dillere destan ihtişamımızı göstermelidirler. Hiçbirimizin aklına bu yapılanlar devlet görevidir gibi bir durum gelmez! Benzer görevlerde kendimizi hayal ettiğimizde, aynı eylemleri hatta daha fazlasını yapacağımızı gayet iyi biliriz! Yoksa ‘Devlet malı deniz…’ cümlesi gibi bir söz neden buradan çıkmış olsun ki!
Devlete sahip olmakla devletin gücünü istediğin gibi kullanabilmek farklıdır. Denetleme mekanizmalarının olmadığı, sistemin kontrol edilmediği her yerde suiistimal kaçınılmazdır! Ancak hantal devlet mekanizmalarında bu kaçınılmazlık durumu çok ama çok daha fazladır. Bu yüzden de devletin küçültülmesi, ademi merkeziyetçi bir konuma oturtulması için gayret edilmesi tesadüf değildir. Sivil toplumun devletin yanında durduğu ama aynı zamanda kontrol mekanizması olarak işlev gördüğü anlayış içerisinde paralel devlet tehditleri oluş(a)maz.
15 Temmuz’un yıl dönümüne bir gün kala milletimizin kahramanlıklarına gönderme yapmayı sürdürüyoruz. Buna karşın devleti küçültmek yerine tam aksine daha büyütmenin ve hantallaştırmanın önünü ardına kadar açmaya da devam ediyoruz. Darbe girişimini önlemek için hayatını siper eden insanların, bürokratik mekanizmanın öğütücü dişleri karşısında yalnızlaştırılmalarına müsaade ediyoruz.
Devletin ağırlığını ortadan kaldırmadığımız her gün biraz daha fazla altında ezileceğimiz düzenlemelerin oluşmasına da kapı açmış oluyoruz. Tabloyu değiştirmek için adım atmadığımız sürece, bu geleneğin içerisinde yetişen herkes, devlete yani iktidara sahip olmanın yollarını aramaya devam edecektir. Ve bu yolların açılmasını sağlayacak olan ‘sızıntılar’ ise yine sistemin kendi içerisindeki kılcal damarlar üzerinden yapılacaktır. Bir yıl sonra kökünü kurutma konusunda mutabık olunmasına karşın halen iktidarı ile muhalefetinin bir araya gelemediği ve birbirlerini suçladığı bir anlayışı görmeyi sürdürüyoruz. Liyakat sistemini ve adaleti hayata geçiremediğimiz sürece adı FETÖ olmuş olmamış benzer hainliklerle karşılaşma ihtimalimiz her daim var olacaktır. Çocuklarımıza daha yaşanası ve nefes alınabilir bir ülke bırakabilmek için bir an önce devletimizi yeniden yapılandırmalıyız.