Ahmet Talimciler

Ahmet Talimciler

05 Ocak 2017

Cin şişeden çıktığında

Bu vatanı hiçbirimizi dışlamadan, ayrıştırmadan, bölmeden, parçalamadan hep birlikte yaşayabileceğimiz bir hale getirmek için elimizden geleni yapmak zorundayız

Son dönemde yaşadıklarımız her birimizin üzerinde çok farklı etkiler yaratıyor. Üzerimize sinen ölü toprağı sonrasında etrafta, içinden hiçbir şey yapmak gelmediğini söyleyen onlarca insanla karşılaşıyorsunuz. Bu ruh hali geleceğe dönük ümitlerin giderek ertelenmesini ve karamsarlığı beraberinde getiriyor. ‘Büyüsü bozulmuş’ bir ülke var artık elimizde ve masallardaki ‘cin şişeden çıktığı’ anda yaşanan karmaşa hali ile karşı karşıyayız. Korku, tedirginlik, güvensizlik, çaresizlik vb. gibi çok sayıda duyguyu içerisinde barındırmaya başlayan insanlar topluluğuyuz artık.

Yaşadıklarımızın karşısında ‘hayır’ böyle beklediğiniz gibi olmayacak, inadına her şey çok daha güzel olacak diyebilecek bir iç sesimiz de kalmadı! Bekliyoruz ve beklerken güvensizliğimizin daha artması karşısında şaşkınlığımız daha da yükseliyor. Her terör olayının ardından yaşanan aynı sahneler ve aynı sözlerle birlikte ‘yarın’a ilişkin beklentimiz azalıyor! Şiddetin sarmaladığı bir toplumsal hayat içinde sıkışmaya ve sıkıştıkça da kendimizi daha fazla çaresiz hissetmeye başlıyoruz. Bir kısır döngü içerisinde olduğunu hisseden ve olup bitenlerin ardından kaygı düzeyi yükselen insan sayısı giderek artıyor. Hayatlarımızın birbirine değmediği ama aynı yerlerde ayrı topluluklar olarak yaşadığımız bir sürecin içerisinde hızla gerçeklikten uzaklaşıyor ve ne yazık ki bunun da farkına varamıyoruz!

Ötekine karşı beslediğimiz nefret arttıkça en yakınımızdakilerden düşman üretmek ve onlar üzerinden kendi haklılığımızı test etme ihtiyacımız harekete geçiyor. ‘Hassas vatandaş’ tiplemesi yeniden devreye girip şişeden çıkan cin’in neler yapabileceği konusunda en ufak bir beklentisi olmayanları kötü bir biçimde paylamaya başlıyor. Artık en güvenli olmasını beklediğiniz yerler bile güvenli değil. Güvenliksiz bir ortamda güvenli olmak suretiyle özgür olabileceğini sanan insanlarla çevrili bir biçimde yaşamak zorundayız. Tarihin ve coğrafyanın bize oynadığı en büyük oyun belki de hep bu ikilikler içerisinde hayatlarını sürdürmek zorunda bırakılmaktır. Kendi gibi olmayı beceremeyen ve bunun yanı sıra özendiği ülkeler, yaşam biçimleri gibi de olamayan arafta kalanların diyarındayız.

Bugüne kadar hukuk denilen ortak aklı temsil eden kuralların neden önemli olduğu gerçeğini bir türlü idrak edemedik! Gücü, güçlüyü, zengini, silahlıyı ezcümle iktidarın hukukunu üstün bildik ve gerçek anlamda evrensel bir hukukun tesis edilmesi konusunda yeterince mücadele etmedik! Aradan geçen onca yıla karşın yarattığımız kurumların içerisinin ne kadar boş olduğu gerçeğini 15 Temmuz gibi bir olayla karşı karşıya kaldıktan sonra fark edebildik. Fark ettik de yine de aklımız başımıza geldi mi? Gerekenleri yapabildik mi? Çok tartışılır!

Bizi diğer bütün Müslüman ülkelerden farklı kılan Laiklik kavramı konusundaki kafa karışıklığımız hiçbir zaman ortadan kalkmadı. Din ve devlet ilişkilerinin birbirinden ayrılması diyerek geçiştirdiğimiz bu kavramın özünde yatan inanma ile iktidar arasındaki ince çizgiyi hiç görmek istemedik! Farklılıklardan oldum olası hoşlanmadığımız için böylesi değerlendirmeleri de yine güç üzerinden diğer kesimleri kontrol etmek amacıyla kullanma yolunu seçtik. Her seferinde demokrasiden bahsedip yine her seferinde demokrasiyi kendi çıkar ve heveslerimiz doğrultusunda kullanmak suretiyle kavramın içini olduğu gibi boşaltıverdik. Ne yazık ki cin şişeden çıktı ve bir arada yaşadığını varsaydığımız insanlarımız arasındaki mesafelerin aslında ne kadar da uzak olduğunu bir kez daha yüzümüze çarpıverdi. Ne yapmak istediğimize karar veremez ve birbirimizle konuşmak yerine sadece eleştirmeyi, hakaret etmeyi tercih edersek varacağımız nokta çok daha belirsiz olacak.

Hala zaman varken ortak müştereklerimiz üzerinden sağlayacağımız bir mutabakatı hayata geçirelim. Yoksa sürekli olarak birilerinin bizim üzerinde oyunlar oynamak suretiyle aramızı bozmaya çalıştıkları üzerinde konuşmayı sürdürüp dururuz. Bu arada ise hayatlarımız, yarınlarımız, umutlarımız Allah’a emanet bir biçimde olacakları bekleriz. Çok daha zor koşullar içerisinde yoktan var edilen bir vatanı ve bu vatanı kurtaran aziz kahramanlarımızın yaptıklarını hatırlayarak işe başlayabiliriz.

Her açıdan ayrışmaya değil farklılıklarımız temelinde bir arada yaşayabilmeyi başarabilmeye ihtiyacımız var. Masallardaki son hiçbirimize gerçekçi gibi gözükmeyebilir ancak kontrolden çıktığında ne kadar uğraşırsanız uğraşın işleri tekrar yoluna sokabilmek kolay değildir. ‘Mış Gibi’ yapmadan, lafı eveleyip gevelemeden hareket etmeliyiz. Charlie Hebdo saldırısının ardından ‘Biz Fransayız’ diye yürüyenleri gördüğümüzde ne olduğunun ayırdına varamamıştık. Sosyal medya hesaplarını Fransa bayrağı yapma meselesi de o zamanlar çok tartışılmıştı. 2015 yılının Ekim ve Kasım aylarındaki bombalı saldırıların ardından ölenlerin Konya’da milli maçta nasıl ıslıklandığını ve ardından yaşadığımız her olay sonrasında benzer yorumlarla ölümler üzerinden nasıl ayrıştığımızı hatırlayalım lütfen.

‘Biz Türkiye’yiz’ noktasına gelemediğimiz ve her ideolojiden insanımızı ülke bütünlüğü üzerinden bir araya getiremediğimiz sürece bütün söylenenler havada kalmaya mahkumdur! Bu vatanı hiçbirimizi dışlamadan, ayrıştırmadan, bölmeden, parçalamadan hep birlikte yaşayabileceğimiz bir hale getirmek için elimizden geleni yapmak zorundayız. Kaderimizi tıpkı daha önce olduğu gibi başkalarının çizmesine müsaade edemeyiz. Bu ülke hepimize yeter, yeter ki samimi olup, ülke çıkarlarını her şeyin üzerinde tutmayı becerebilelim!