Ahmet Talimciler

25 Haziran 2017

Bir zamanlar Bayram’dı

Bayramlar bir zamanlar küslerin barıştığı, büyüklerin küçükleri ağırladığı izzet-i ikramların yapıldığı özel anlardı

Bu coğrafyada Ramazan(şeker) ve Kurban bayramları bir zamanlar tam da adlarına layık olarak yaşanıyordu. 1980 öncesinin yokluk ve karaborsa içerisinde çocukluğunu yaşayan birisi olarak bayram sabahlarının ve ardından getirdiği coşkuyu unutamam. Bayram namazına doğru yol alırken sokak kapılarının önünü süpüren ve evlerini bayrama hazırlayanları görürdünüz. Namaz çıkışı başlayan bayramlaşma ve kahvaltı için girilen gevrek kuyrukları, alınan bayram gazeteleri üzerinden geçen onca yıla karşın insan, önce kaybettiklerini hatırlıyor ve derin bir iç çekişle geçmişi yad ediyor.

Belki 70 sente muhtaç, karaborsaların ardı arkasının kesilmediği, terörün yakıcı yüzünü hissettiğimiz yoklu yıllarıydı ama kendi halinde yaşayan insanlar olarak bizler ‘mutluyduk’. Şimdi ile kıyaslanmayacak kadar zor koşullarda yaşıyorduk buna karşın bütün bu zorluklarla mücadele edebilecek inancımız vardı. Yarınlara özlemle ve beklentilerle bakabiliyorduk, çektirdiğimiz az sayıdaki fotoğraflarımızda maskelerimiz yoktu! Küçük şeylerle sevinebilen, sabır ve sebat gösterebilen insanlardık, az sayıda elbisemiz, kazağımız, ayakkabımız vardı. Ancak bunlarla yaşayabilmeyi bilen yüreklerimiz vardı.

Bayram elbisesi, bayram harçlığı, bayram gezmeleri gibi sadece bayramlara özgü olan ve çoğunlukla da çocuklara yönelen güzelliklerimiz bulunuyordu. Bayramlar bir zamanlar küslerin barıştığı, büyüklerin küçükleri ağırladığı izzet-i ikramların yapıldığı özel anlardı. Bayramları özel kılan yanlarını unuttukça veyahut onları ortadan kaldırdıkça aynı zamanda bayramlarımızı da kaybettik ve buna mukabil kendimizi bulduğumuz o özel anları da yitirdik. Artık bayramları tatile gitme, evden kaçma, dinlenme, eğlenme şeklinde tarif ediyoruz. Tüketim ekonomisinin tavan yaptığı, ülkenin seyahatten yorulduğu ve her yıl yüzlerce insanını trafik kazalarında yitirdiği zamanlara dönüştü artık bayramlar.

Hayatın ritmini belirleyen ve ona yön veren bizim dışımızdaki yapıların etkisi çok daha belirleyici. Teknolojinin yarattığı büyük etki sonrası mektuplarımız, tebrik kartlarımız birer birer hayatlarımızdan çıktılar, bizi terk ettiler. Mesajların soğuk ve klişe yavanlığına hapis olmak zorunda kaldık. Bir örnekleşen hayatlarımız gibi tebriklerimiz de artık bir örnek, adeta tornadan çıkmış gibiler. Görüntülü telefonla arayarak hal hatır soruyoruz, gelenekselleşen bayram tatlılarımızın, yemeklerimizin de tıpkı onları bizlere yaşatan büyüklerimiz gibi sonları geldi. Yokların arasında varmış gibi yaparak ayakta durmaya çalışıyoruz ancak tıpkı bizi doğurup büyütenler gibi onların yaptıkları da artık yoklar!

Zaman akıyor ve dünya değişiyor, bunların artık yeri yok dediğinizi duyar gibiyim. Ancak bütün bunların olması köksüz kalmamızın ne nedenini ne de getireceklerini ortadan kaldıramaz. İki arada bir derede yaşama halimiz ve kültürümüz sayesinde öylesine hızlı bir şekilde yokuş aşağı gidiyoruz ki durumu anlatacak kelimelerin bile boynu bükük! Muhafazakar, geleneksel olduğunu söyleyerek yaşadıklarını ne muhafaza edebilen ne de geleneğini içinden geçtiği döneme aktarabilen bir yapıya sahibiz. Bu ruh halini ve onun ortaya çıkarttığı insan tipini her yerde görebilirsiniz en çok da bayramlarda. Çünkü onlar mış gibi yapmanın dayanılmaz hafifliği içerisinde kendilerini öne çıkartmaya bayılırlar.

Günümüzde sık sık eleştirdiğimiz noktaların içerisindeki ortak paydalardan bir tanesi ‘biz nasıl olduk da böyle bir toplum haline geldik/gelebildik’ cümlesidir. Toplumsal değişmeyi topyekun bir farklılaşma olarak bütün değer yargılarımızı yok farz ederek buralara kadar geldik. Geçmişe ait olanı ortadan kaldırdığımız anda çağa ait olabileceğimizi sandık! Oysa o çağı yaratanın arkasında binlerce yıllık geçmişin ağırlığı olduğunu ve geçmiş olmadan ne bugünün ne de geleceğin olamayacağını anlayamadık. Karaborsanın ardından gelen bolluk yılları ile birlikte elimizde kalanları birer birer posa olarak atmaya başladık. Tortuları olmayan, köksüz, ölçüsüz, saygısız bir hale büründük. Kibrin doruklarında dolaşarak birbirlerine hava atmayı matah bir halt zanneden insanlar haline dönüştük. Bir örnek hayatlardan malla, eşya ile kimlik edinen çocuklar yetiştirdik ve maddiyat üzerinden bir yaşamın içerisine çivileme atladık. Şimdi geçmişi özlüyor ve yitirdiklerimizin arkasından ağıtlar yakıyoruz. Çünkü elimizde ne o insanlar, ne o sokaklar, ne o basit yaşantılarımız kaldı. Tabii bayramlarımız da kalmadı ve sokaklarımız, komşuluklarımız kısacası hayatlarımız içe kapanırken bayramlarımız da içe dönük ve gösteriş üzerinden yaşanan zamanlar haline dönüştü.

Oysa bayramlar toplumsal hayatımızın en önemli sembollerindendir. Geçmiş ve geleceği bünyesinde birleştirmeyi başaran ender zamanlardır. Her bayram günü geçmiş günlerimizi ve sevdiklerimizi hatırlarız. Geleceğe dair ümitlerimizi tazeleriz. Bu bayramın hepimiz için umutların yeşerdiği, özlemlerin sona erdiği günler olması dilekleriyle.