Ahmet Çelik Kurtoğlu

12 Mart 2025

Yağlanma mı kaslanma mı?

Ülkenin güçlenmesi hem üretim teknolojisinin hem de tüketim teknolojisinin kaslarının gelişmesiyle, bilinçlenmesiyle olabilir, ulusal şampiyonlar yaratmakla değil

İki haftadır yoğun şekilde D. Trump’tan söz ediliyor. Biraz önce dinlediğim bir Rus uzman, V. Putin’in D. Trump’ı tamamen kontrol ettiğini söylüyor ve deneyimli KGB geçmişini, insan kandırmaktaki, ikna etmekteki (recruitment) ustalığını hatırlatıyordu.

Bugün konuyu daha ciddi bir alana taşıyacakken, cumartesi günü Ankara’da yapılan bir toplantı vahim bir sorunu hatırlattı. O ciddi alan gelecek haftaya kaldı.

Vahap Munyar’ın pazartesi günü Nasıl Bir Ekonomi gazetesindeki yazısı beni endişeye sevk etti. Sanayi bakanı ile yardımcısının katıldığı “sahur” toplantısında yeni teşvik programı tartışılmış. Şekil, zaman üzerinde durmak görevim değil, toplantı gündeminin sahur sohbeti olması benim sorunum değil, ama konuşmaların işin özünü kaçırması kaygı verici.

Kilo vermek isteyenler genellikle kas kaybına dikkat etmezler, kaba kilo kaybı onları sevindirir. Oysa amaç yalnız kilo vermek değil, aslında kas kazanmaktır. Sanayide kas kazanmak ise sadece yatırım yaparak kapasite arttırarak değil, buluş yaparak, daha iyi yöneterek, verimlilik arttırarak buluşun önünü açmaktır. Konuşmaların özetinden okuduğum, sanayicilerin bunun değil, yalnız makine tesis yatırımı yapıp kapasite arttırmak yani devletten mali destek peşinde oldukları oldu, nitekim medya da toplantıyı bu şekilde özetledi.

Sık sık, ulusal ekonominin kaslarının bu konularda bizden daha uyanık olan bazı güney komşularımızın eline geçtiğini, bizim “yeni” yatırımcılarımızın ise gelişmiş ülkelerin elden çıkartıp, Hindistan ve benzeri ülkelere sattığı demir çelik tesislerine yatırım yaptığını öğreniyoruz. Bunun bir başka örneği “yerli ve milli TOGG yatırımı”dır. Çin otomobil üreticileri “kaslı” ürünleriyle ülkemize gelmektedir.

NBE de okuduğum şekliyle tasarlanan teşvik politikası ve şekli yine popülist ve yanlıştır.

Teşvik politikası piyasadaki aksaklıkları gidermek için düzenlenir. Bunların başında iktisatta “alışveriş maliyeti” dediğimiz, dolaylı vergiler, merdiven altı ticaret, işletmelerin çeşitli nedenlerle piyasadan, yatırımcılarından sakladığı maliyetler gelir.[1]

Önemli olan bu alışverişlerinin ardından, işletmelerin bünyesinde ve kendi, yönetim aksaklığından doğan “vekalet maliyeti”ni (agency cost) azaltmak, yönetmektir. Bu “maliyetin” ana nedeni yöneticiden usta başına kadar tüm üretim sürecinin sisteminin maliyetlerini, çeşitli nedenlerle ve bilerek kontrol etmemeleridir. Bunun sonucu olarak şirketler, rekabet gücünü yitirir, ya da hiç kazanamayarak, kaybeder. Sonuçta, yatırımcılar ve şirket eğer halka açıksa kaybeden toplum olur.

Bu satırları yazarken, dün Ankara’da açıklanan TUSİAD-TEPAV “Teknolojik Dönüşüm” araştırmasını gördüm ve heyecanla 100 sayfaya yakın çalışmanın yönetici özetine baktım. Heyecanla baktım, çünkü bu konuyu 60 yıldır izliyorum. Bu konu dünyada çeşitli kurumlarda, değişik açılardan ele alınıyor. Bir başka önemli konferans geçen yıl Paris’te toplandı ve üç gün sürdü, “Economics of Creative Destruction”.[2] Keşke TÜSİAD-TEPAV çalışması bunu da göz önüne alsaydı.           

Cumartesi günü yapılan “sahur” sohbetinde bu konuların ele alındığını görmedim. Konuşanların tek endişe konusu kamunun uygun kaynak sağlamasıydı.

Bu görüş açısı ve ilkelerle tasarlanacak yeni nesil sanayi şehirleri, organize endüstri bölgelerinin devamı, yeni şehirleşme, yeni beton kule örnekleri, müteahhit kazançları olacaktır.

Selektif teşvik politikası her zaman yanlış olmuştur. Ulusal şampiyon yaratılmasını hedefleyen politika iki kez yanlıştır. Yerli ve milli otomobil bunun önemli örneğidir ve tek değildir. Malezya’’da Dr.Mahathir’in Proton markalı otomobili bir başka örnektir. Bunu düşünenler Fransa, Kore, Vietnam, Çin örneklerini incelemek zahmetine katlanmalıdır. Ender başarı örneklerinden biri Anadol’dur ve onu da Ford markası, Taunus’un üretim hattının Almanya’dan Türkiye’ye getirilmesiyle öldürmüştür. Pek beğenilen piyasa ekonomisi böyle politikalara izin vermez.

İkinci olarak, ekosistem mantığından uzak ve lojistik unsurunu taşımayan organize sanayi bölgeleri gayr-ı menkul geliştirme, rant yönetimi projelerine dönüşmektedir. Ülkemizdeki birkaç teknoloji merkezi dışında hemen tümü bu durumdadır.

Toplantıya katılan sanayiciler, ki aralarında yıllardır İSO üyesi olanların adını görüyorum, gerçek sanayici ise neye ihtiyaç olduğunu bilmeleri gerekir. İhtiyaç herhalde sembolik parasal oyalamalarla “yağlanma” değildir.

En önemli husus sanayinin kaslanmasının temel girdisi olan teknoloji ve doğru yönetim bilgisinin sağlanmasıdır. Bunun ivedi yolu. ODTÜ, Sabancı, Koç, Bilkent, İTÜ GİBİ üniversiteler üzerindeki siyaset baskısını kaldırmaktır. Bu kurumların ve onların yıllardır yaptıkları insan gücü yatırımının, fikir ve bilim ürünlerinin serbest bırakılması en önemli koşuldur.

Cumartesi “sahur” sohbetinde birtakım teknoloji destek rakamlarından söz edilmiş, bunlar gülünç derecede küçük rakamlardır. Ülkemizin gücü budur demek, biz başta Kore olmak üzere birçok ülkenin gerisine düştük, böyle teknoloji yatırımlarıyla daha da geriye düşeceğiz demektir.

Bunun sonucu ise düşük verimlilik, düşük katma değer ve yoksulluktur. Sokakları işgal eden Maseratti’ler, Maybach’lar ve benzerleri teknolojiye değil, cari işlemler açığına katkı yapmaktadır. Bir yandan trafiği birkaç yıllık ömrü olan ucuz teknolojilerle doldururken, öte yandan döviz bütçelerini böyle giderlerle ve vergilendirmeyerek boşaltmak, akıl işi değildir.

Ülkenin güçlenmesi hem üretim teknolojisinin hem de tüketim teknolojisinin kaslarının gelişmesiyle, bilinçlenmesiyle olabilir, ulusal şampiyonlar yaratmakla değil.


[1] Kurtoğu, Çelik, Değer Zincirinin Evrimi, Efil Yayınevi, Ankara 2023

[2] Akçiğit,U., Van Reenen J., The Economics of Creative Destruction, Harvard University Press, 2023, Cambridge, Massachusets