Tezatlar ülkesinden
Sizi bilmem ama ben çok sıkıldım bu gerginlikten. Evden dışarı çıkmak istemiyorum. Haberlerde kavga, çocuk-bebek-kadın cinayeti, açlık çeken emekliler, yaşlılar, sokaklarda Bentleyler, Maserattiler, Mercedes yetmiyor şirketin kurucularından birinin adını taşıyan Maybachlar, bazı semtlerde köşe başlarını tutmuş karanlık insanlar, nereye gidiyor bu toplum?
Öyle bir marka tutkusu ki, Mercedes minibüslerin görünümünü, döşemesini Maybach’a çevirip, üstüne muhtemelen sahte Maybach işaretini koyuyorlar. Arap konuklarımız, yarınki ortaklarımız, komşularımız böyle tercih ediyormuş. Uçakla Bentley arabasını Dubai’den getirenler hariç. Ferrariler, Maserattiler bizde bolca mevcut.
Geçen gün Ferrari marka beyaz bir trafik aracı gördüm, doğru okudunuz, Ferrariydi markası. Yanında iki kadın trafik polisi duruyordu. Bu kimin dedim, bizim dediler; nasıl oluyor diye sordum, el konulan araçlardan dediler. El koyma olayının arkasındaki olaylar bir yana, bunlar satılıp kaç yerli araç alınırdı acaba?
Devri daim veya saadet çemberi
Perşembe akşamı bir konser için Zorlu AVM’ye gittik. Lokantalar iyi giyimli insanlarla dolu, vitrinler Avrupa Başkentlerini aratmıyordu, kadınlar orada gördüklerimizden daha iddialıydı.
Yanımdaki dostum bu iş nasıl oluyor dedi. Yanıtı gördüğün manzarada dedim, o ayakkabılar, mantolar mağazalarda satın alınıyor, fiyatlar dudak uçuklatıcı, ama bu fiyatlarla oluşan gelir, müdüründen tezgahtarına ücret olarak paylaşılıyor. Fiyatlar ne kadar yüksek olursa, ücretler de o kadar yüksek oluyor.
Çalışanların yüzünde güller açıyor. Böyle yerlerde çalışmıyorsanız, o sizin kusurunuz. Büyüklerimiz küçük Amerika’yı yarattı ve yaşıyor, yararlanıp yararlanmamak size kalmış.
Merak etmeyin senaryo şehrin öteki semtlerinde de kendi ölçeğinde tekrarlanıyor. İktisatta” tricle down” diye bir kavram vardır, yukarıya yağan yağmur, aşağıyı da besler. Unutmayalım, her arz kendi talebini yaratır. Mekanizma öncekiyle aynı.
Neden kaygılanıyoruz öyleyse?
Diyanet İşleri gelirinin azlığından yakınanların, akşam pazarlarından alış veriş yapmasını tavsiye etmiş, ben utandım bu ifadeden, ya siz?
Geçen haftalarda rahmetli S.Demirel’in sözünü anımsatmıştım, enflasyon gelişme olan toplumların özelliğidir. Böyle ülkelerde yöneticiler enflasyondan sözde şikayetçidir, aslından fiyatlar ne kadar yüksek olursa, kârlar da ona uyar. Sabit gelirlilerin sıkıntı çekmesi ve toplumdaki ahlâk çöküntüsü, enflasyonun şaşmaz sonucudur
İsterseniz siz gelişmekte olan ifadesini uygun göreceğiniz bir başka ifadeyle değiştirebilirsiniz, ben bu yaşımda başımı derde sokmak istemem!
Sık sık yazmaktan, sormaktan kendimi alamıyorum; bu yüksek satın alma gücünü hangi katma değer üretiyor?
Katma değer üreten, bulundukları ülkeye gelir yaratan ve bunun vergisini ödeyen şirketlerdir. Yukarıda değindim markaların ülkemizdeki şubeleri, “seçkin yurttaşlarımızı” alış veriş için yurt dışına gitmek eziyetinden kurtarıyor.
Bu şirketlerin Türkiye’de vergilendirilmesinden söz etmiyorum. Burada önemli olan husus, onlardan alış veriş yapan ”talihli” yurttaşlarımızın gelirinin vergilenip vergilenmediğidir.
Demokrasi ve vergi
Bunun yanıtının, doğrudan gelir vergi oranlarının düşüklüğü, dolaylı vergilerin yüksekliği olduğunu, daha önceki yazılarımda da anlatmaya çalıştım. Maliye Bakanı yeni vergiler yaratmak istiyor, neden önündeki doğrudan vergi oranlarına, tahsilatına bakmıyor? Bakan birçoğumuzun sorduğu soruya, SGK primlerini vergilere katarak cevap verdi. Daha önce SGK ödemelerinin vergi değil sigorta primi olduğunu. Ülkemizde sosyal güvenlik, emeklilik sisteminin yanlış kurulup uygulandığını ayrıntılı olarak anlattım.
Bundan en çok kaybeden, emekliler. Hem emekli maaşları kamu bütçesinden ödeniyor, hem de enflasyonla ilişkilendirilerek hesaplanıyor. Oysa emekli fonlarının kamu bütçesiyle ilgisi yoktur, onlar emeklilerin tasarrufudur, ona göre nemalandırılması gerekir.
Vergi gelişmiş ülkelerde sağ hükümetler için hassas bir konudur. Çünkü onlar doğrudan vergileri yükseltirse, varlıklı seçmenlerini kaybederler. Zira onlar için varlıklı seçmen sadece oy veren değil, onları çeşitli şekillerde finanse edenlerdir. ABD’deki son seçimler bunun tekrar doğrulanması oldu.
Değirmenin suyu nereden geliyor
Türkiye durum hiç de böyle değil. Hem kimin kimi finanse ettiği konusu bizde farklı işliyor. Ayrıca, bu iktidarı güce kavuşturan, varlıklı seçmenden çok ücretlerinin düşüklüğünden yakınan mütedeyyin seçmendir. Onların neden yakındığını anlamak ise zor. İktidar onların iktidarı olduğu için, nasıl olsa gelirlerini yükseltmenin, geçinmenin, karınlarını doyurmanın yolunu buluyor. Kamu kesimindeki atamalar bunun kolay yolu.
Elon Musk burada olsaydı, işleri o zaman zorlaşırdı. Kamu kesimini incelterek 1 trilyon dolar tasarruf sağlamaktan söz ediyor. Var mı Türkiye’de bir Elon Musk?
Yurttaşın bir başka kaynağı, enflasyona rağmen, büyük bir kitlenin konforunun eksilmemesinin nedeni plansız, programsız, kendiliğinden oluşan şehirleşme. Onun sayesinde yurttaş köydeki, kasabadaki toprağını satıp, metropol varoşlarında arazi satın alıyor, imarla yaratılan arsaları değerlendirip parasal olarak sınıf atlıyor. Kabahat “olmayan” şehirleşme politikasında.
Atatürk boşuna “köylü efendimizdir” derken, kastı başkaydı; sonuç başka türlü gelişiyor.
Efendimiz cari açık mı?
OVP (orta vadeli program) tutacak mı diye üzülenler adına ben üzülüyorum. Önceki benzer krizlerde IMF imdada yetişmiş, ülkeyi bütçe açığı nedeniyle ihtiyaç duyulan dolar’a boğmuştu. 1999-2004 arasında INF ve Dünya Bankası kaynaklarından sağlanan para toplam olarak 45 milyar dolardı.
O paranın verilme koşulu, ve yöneticilerin daha bilgili ve sorumluluk sahibi olması sayesinde tamamlayıcı “yapısal” önlemler alınarak gemi su üstüne çıkmıştı.
Tabii, o süreçte programın kefilinin önemli kişisel özelliği dürüstlük olan Başbakan Bülent Ecevit ve mimarının Kemal Derviş olduğunu unutmamak gerekir.
Bu İlaç Tedaviye Yeter mi?
Bu kez olay farklı. 2001 krizinde getirilen yapısal önlemlerin, sistemin ayrılması zor parçaları haline gelmesi nedeniyle bütçe açığı, ancak bazı kurumların uçak, Mercedes tercihi nedeniyle ve o kadar büyüdü. Bütçe açığı milli gelire oranla fazla büyümedi, mali yardım ihtiyacı doğmadı. Evet, 2001 önlemleri 2004-2005’lere kadar devam etti, ama tıpkı 1980’lerde olduğu gibi, dürüst atletin nefesi oraya kadar yetti, koşuyu düzeni bozmaya alışık olanlara bıraktı. Yola bütçe dışı fonlarla devam ettik, koşucu yol boyu vitamin almaya devam etti. Sonu, 2024 krizi oldu.
2001de kurulan yapı “yeterince” bozulamadığı için günümüzde aşırı bütçe açığı, her ülkenin kâbusu olan “çifte açık” doğmadı. Enflasyonla mücadele tamamen faiz oranlarına, para politikasına bırakıldı. Para politikasının gücü ortada. Enflasyonu ulaştığı “ayıp” oranlardan aşağıya, uygar ve akıllı (zaten iki özellik ancak bir arada oluyor) ülkeler düzeyine indirmek için, eğer böyle bir mali destek yoksa, büyümenin yavaşlatılması gerekiyor. O da işsizlik başta olmak üzere birçok melaneti beraberinde getiriyor.
Bedava yemek yok-no free lunch
Tablo akşam tıka basa yiyip, sabah olunca hazımsızlık, mide yanması çekenlerin, bütün gün güneş altında yatıp ertesi gün yanık kremi peşinde koşanların halinden farklı değil. Her abartılmış güzelliğin bir bedeli var. 2026’dan itibaren ferahlayacağımız iddia ediliyor, oysa bu harcamaların ifade ettiği tasarruf açığı, ödemeler dengesinde cari açığa neden oluyor. Önümüzdeki on yıllar bu bedeli ödemekle geçecek.
Savaş çığlıklarıyla da olsa 2024 bitiyor. Tanrı beterinden korusun diyelim mi? Yoksa O da bıktım artık aynı yanlışta ısrar etmenizden mi der?
Mazoşizm genlerimizde olmalı. İyimser olmayı beceremiyoruz, veya bizlere o fırsat verilmiyor. Yoksa, fırsatlar verilmez, alınır, yaratılır mı? Ne dersiniz?
Aralık ayının son haftasına “girerken enseyi fazla karartmamalı”. Gerçi rahmetli Çetin Altan bunu farklı bir anlamda söylemişti, ama onu anarken, derinlere gitmeyelim.
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir? Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi. T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı. 1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı. 1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu. Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir. 1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi. 2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. 2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. |