Maliye Bakanı ve dolaylı vergiler
Geçen hafta Maliye Bakanı ülkemizde dolaylı vergilerin yüksek olduğuna ilişkin iddiaların doğru olmadığını, çeşitli Avrupa ülkelerinde daha yüksek dolaylı vergiler uygulandığını söyledi.
Bu konunun uzmanı olan profesör Ünal Zenginobuz’a danıştım. Ünal hoca 5-6 yıl önce bu konuda bir çalışma yapmıştı ve bu çalışma önemli Avrupa sanayi şirketlerinin başkanlarının katıldığı bir toplantıda günün başbakanına sunulmuştu. O çalışmada da ülkemizde dolaylı vergilerin diğer ülkelerden daha yüksek olduğu kanıtlarıyla ortaya konmuştu.
SGK: Emeklilik sigortası, SGK ödemesi, sigorta primi
Bu kez Profesör Zenginobuz’un yanıtı, çoğu kez SGK ödemelerinin vergi olarak değerlendirdiği, böylece doğrudan vergiler arasında yer aldığı oldu. Oysa SGK ödemeleri çalışanların sosyal güvenlik primleridir. Yani vergi değildir. Çalışanların ödemek zorunda olduğu primlerdir.
Her sigorta sisteminde olduğu gibi sosyal sigortalarda da bu sigorta poliçeleri kamunun üstünde kalmaz reasüransa intikal ettirilir. Nitekim bu yüzden örneğin Hollanda, ABD’de Kaliforniya eyaleti öğretmenlerinin emeklilik sigortası primleri çok büyük meblağlara ulaşır. Bu primler birer yatırım fonu oluşturur. Bu fonlar sabit getirili menkul araçlara ve riski çok küçük hisse senetlerine yatırılmak üzere borsalarda değerlendirilir.
Japon Hükümeti’nin emeklilik fonu 2002 yılından beri 1.4 trilyon dolar düzeyinde olmuştur. Kalifornia öğretmenler emeklilik sisteminin yönettiği fonların tutarı 360 milyar dolardır. Hollanda Emeklilik fonlarının sahip olduğu varlıkları 1.6 trilyon euro ile Hollanda bütçesinin iki katına ulaşmıştır. Doğru yönetilen ülkelerde emeklilik sistemlerinin, emekli maaşlarının, ülke hükümetinin bütçesiyle herhangi bir ilişkisi yoktur. Aynı model birçok gelişmiş ülkede mevcuttur. Emekli maaşlarını kamunun bütçesiyle ilişkilendirmek çarpıcı bir yanlış yönetim örneğidir. Ancak bu sadece ülke yönetiminin kalitesine bağlı değildir.
Emeklilik fonları nasıl yönetilir?
Sosyal güvenlik primi vergi midir, yoksa tıpkı sağlık sigortası gibi, trafik sigortası gibi, nakliye sigortası gibi, öngörülemeyen risklere karşı hazırlanan sigorta poliçelerinin bedeli midir sorusuyla başladık. Gelişmiş ülkelerde diğer bütün sigorta alanlarında olduğu gibi, sosyal güvenlik alanında da bu poliçelerin kamunun üstünde kalmadığını, piyasalara intikal ettirildiğini anlatmaya çalıştım.
Özel fonların borsalarda değerlendirmek üzere bu emekli sigorta fonlarına başvurur. Buna karşılık ülkemizde emekli fonları kamu bütçesinin bir bölümünü oluşturur. Emekli maaşlarının miktarı bu yoldan kamunun bütçe açığına katkı yapar.
Emekli fonlarının özel yatırım fonları tarafından borsalarda değerlendirmesi halinde elde edilecek kazançlar yine poliçe sahibi emeklilerin gelirini oluşturacaktır.
Burada akla borsada yapılan yatırımların riskli olduğu, çünkü borsanın bir parasal oyun alanı hoş olduğu düşüncesi gelecektir. Menkul sermaye piyasalarının doğru yönetilmediği ülkeler için bu doğru bir görüş olabilir. Oysa şu unutulmamalıdır ki borsalar ülke ekonomisinin kendisini yansıtmaktadır. Borsada işlem gören şirketler ülkede mal ve hizmet üretmektedir, GSMH'ya katkı yapmaktadır. Bu şirketlerin zarar etmesi ülke ekonomisinin zarar etmesidir.
Kötü örnek, örnek değildir
Bu senaryo gelişmiş ülkelerde geçerlidir. Ama örneğin Güney Afrika Cumhuriyeti borsası gelişmiş ülkelerden geri kalmayan faaliyetlere ev sahipliği yapmaktadır. Menkul sermaye piyasalarının doğru işlememesi, ülkede ekonomi yönetiminin, şirket yönetiminin doğru yapılmamasından ileri gelmektedir. Bunu genelleştirmek doğru değildir. İdeal olan şirketlerin piyasaya yani borsalara açılması, tasarruf sahiplerinin birikimlerini ülke ülkenin üretim gücünü temsil eden şirketlerin sermayesini katılmasıdır
Bu ne denli gerçekçidir? 2001 yılında ABD'de ENRON adlı şirket yöneticilerin uygunsuz davranışı nedeniyle zorluklarla karşılaşmıştır. Enerji ve ticaret alanlarında çalışan ENRON, faaliyet sonucu gelire dönüşmeden fiktif kârlarını başta yöneticilere bonus olarak, ardından yatırımcılara kar pay olarak dağıtmıştır. Bunun ortaya çıkması üzerine hem denetçi Arthur Anderson Hem de şirketin kendisi iflas etmiştir.
Doğru olan nedir?
Bu olay ABD’de denetimin önemini bir kere daha ortaya koymuştur. Kurumsal yönetim olarak adlandırılan Good Governance Doğru Yönetim -modeli uygulanmaya başlanmıştır. Doğru yönetim, birlikte yönetim demek değildir. O şirket olmanın tanımıdır.
Doğru yönetimin temeli, doğru olmanın bileşenleri, saydamlık, eşitlik, sorumluluk ve hesap verebilirliktir. Bu ilkelere uyan şirketler yatırımcının güvenini sağlar ve borsada diğer artışına ulaşır.
Aynı model ülkemizde de uygulanmaya başlanmış, Sermaye Piyasası Kurulu oluşturulmuş, bu kurul kurumsal yönetim ilkelerini yayınlamıştır. Daha sonra şirketlere bu alanda danışmanlık hizmeti vermek, esas sözleşmelerini SPK ilkelerine göre akşam yenilemek için çalışmalar başlamıştır. [1]Borsada işlem gören 50 civarında şirket bu bu hizmetten yararlanmış, esas sözleşmesini SPK ilkeleri doğrultusunda yenilemiştir.
Yapılan yenileme yeterli mi?
Bir sonraki adım olarak şirketlerin bu ilkelere uyum itibariyle ne kadar başarılı olduklarını ölçmek için derecelendirme (rating) çalışmaları başlatılmıştır. Gelişmiş ülkelerdeki beklenti kurumsal yönetim derecelendirmesi yüksek olan şirketlerin borsada prim yapmasıdır. Çünkü onlar yatırımcıların emanet ettiği sermayeleri doğru değerlendirmektedir. Reytingi, aldığı derece düşük olan şirketler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Ancak bu durum Türkiye'de doğrulanmamıştır. Bunun iki nedeni vardır. 2000’li yılların ilk on yılında derecelendirme yapan şirketlerden birisi uluslararası nitelikteydi. [2] Esas alınan derecelendirme yöntemleri yine uluslararası ölçekteydi. Ancak bu danışmanlık piyasasına girmek isteyen yerel bazı kişiler daha derme çatma yöntemlerle derecelendirme yaparak, daha yüksek dereceler vermişlerdir. Kısaca bu çalışmalar “doğu için yeterli- bon pour l’orient” niteliği kazanmış (!) derecelendirme sonuçları değerini kaybetmiştir.
İkinci neden yatırımcıların tavrıyla ve kültürüyle ilgilidir. Yatırımcıların pek çoğu şirketlerin kurumsal yönetim ilkelerine uyup uymadıklarıyla ilgili değildir. Onlar yıl sonunda aldıkları temettüye ve daha da önemli olarak, ilk halka arz aşamasında fiyat oluşurken elde edecekleri “büyük” kazanca bakmaktadır. Yani gelişmiş borsa kültürü henüz ülkemizde yerleşmemiştir. Borsa hala bir oyun alanı olarak görülmektedir.
Pekâlâ, durum böyleyse, daha önce değindiğimiz ve gelişmiş ülkelerde uygulanan “emeklilik fonu yönetimi” Türkiye’de uygulanamaz mı?
Elbette uygulanabilir. Sermaye piyasaları evrenseldir. Londra bu konudaki merkezlerden birisidir. Bu konuda da önemli olan “yerli ve milli” olmak değil, emeklilik fonlarının doğru yönetilmesi, emekliliklerin hak ettikleri gelire kavuşmasın ulusal bütçenin sınırları, kısıtlamaları altında kalmamasıdır. Böylece emeklilerin geliri, yerel borsada işlem gören şirketler yerine, dünya borsalarında işlem gören fonların getirisinden yararlanabilecektir.
Belki bu sayede Türk şirketleri ve yatırımcılar kendilerini geliştirme ihtiyacını hissederler.
Doğru bilgiye dayanan rekabet iyi bir şeydir.
[1] İyi Şirket Danışmanlık A.Ş. 2001 yılında bu amaçla kurulmuştur.
[2] İyi Şirket Danışmanlık A.Ş. bu amaçla Avrupa’nın bu alandaki en büyük kuruluşu olan DEMİNOR S.A. nı Türkiye’de hizmet sunmasını sağlamıştır. Deminor bu hizmeti İyi Şirket Danışmanlık A.Ş.den bağımsız olarak vermiş, daha sonra Merril Lynch şirketinin çatısı altına girmiştir.
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir? Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi. T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı. 1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı. 1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu. Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir. 1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi. 2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. 2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. |