Ahmet Çelik Kurtoğlu

25 Aralık 2024

Ne alırsan 200 TL, Arjantin

Karma ekonomi, kamu ile özel sermayenin, iki farklı mülkiyet sisteminin birlikte faaliyette bulunduğu yönetim modelleridir. Burada temel kural ahbap-çavuş ilişkilerinin önlenmesidir. Bunun yegâne yolu, doğru yönetim ilkesinin titizlikle uygulanmasıdır

Kasırga gelirken

Döviz kuru kıpırdamazken İşPark saat 70 TL, vale 200’den başlıyor, biraz düzgün lokanta adam başı 2 bin ve üstü, taksi in bin 90 TL. Yılbaşı nedeniyle hizmet sektörü vurgun peşindeyken, alt-orta, orta ve ücretli gruplar sıkıntı içinde. Zorluk bitmiyor, bitecek gibi değil.

Bu filmi 1950’lerin sonunda da gördük. DP iktidarı NATO üyeliğinin sağladığı imkanlarla giriştiği altyapı (liman, havaalanı, vs.) yatırımları yaptı. Ekonomiye giren satın alma gücünü emecek arz, imalat yetersizdi. Sonuç enflasyon oldu. 1958 istikrar önlemleri geldi.

22 yıldır ülkemiz “dehşetli” bir imar faaliyeti içinde. 50’li yılların NATO liman, havaalanı yatırımlarının verdiği gazla DP iktidarının İstanbul’da kamulaştırmalarını ve o döneme göre aklı almaz yıkım, yol yatırımlarını yeniden yaşıyoruz.

Yol, köprü, tünel, metro gibi kamusal alana hitap eden ve hizmet üreten yatırımlar yanında, rant üreten kuleler, yeni imar alanları açılması, düşük borçlanma faiziyle insanları harcamaya yöneltti. Olay ev satın almakla kalmadı, her evin döşenmesi gerekir, mutfak aletleri, yatak, yemek odası, TV derken şişen talep, bu serbest ticaret rejimi sayesinde ithalatla karşılandı. Alan eve bark sahibi oluyor mutlu, satan para kazanıyor mutlu, Ekonomi bunun gerektirdiği katma değeri üretiyor mu? Ne gerek var, borçlanırız. Nitekim özel sektörün. Dış borcu rekor düzeye ulaştı.

Biz borçlanır ve enflasyonla yoksullaşırken, Türkiye’nin “kalkınmasından “, ihracatçı ülkelerdeki imalatçılar da yararlandı. İmalat endüstrisi, taahhüt ve inşaat malzemesi üretimini sevindirdi. Zaten bozuk olan gelir dağılımı, biraz daha kötüleşti.

Son yıllarda hizmet talebi, gıda sektöründe ve onun altyapısında korkutucu fiyat artışlarına yol açtı. Bunun adı plansız, programsız büyüme. Süleyman Demirel vatandaş plan değil pilav istiyor derdi, üstelik mühendisti. Planı olmayan projenin batacağını bilmesi gerekirdi. Örneğini tekrar yaşıyoruz, ekonomi kuralsız bir otoyolda koşturarak gidiyor. Artık hesap yok, ne alırsan 200Tl, öteki kâğıt paralar anlamını yitirdi, iyi ki kredi kartı var, elbet bir ödeyen bulunur. Ne gam!

Ekonomi politikasıyla ilgili bir uyarı; ekonomi iner çıkar, yükselir düşer, hükümetlerin görevi ekonomiyi bu hareketlere göre yönetmektir. Vergi kamu harcamalarını karşılamak için alınmaz, vergi politikasının amacı ekonomiyi yönetmektir. AB üyesi olmasak da ekonomimiz Avrupa ile fiili entegrasyon halinde, başta otomotiv ve giyim olmak üzere Avrupa endüstrisinin tedarikçisiyiz. Avrupa ekonomisinin 2025’in ilk çeyreğinde daralacağı tahmin ediliyor. Ülkeyi yönetenlerin bunu bilmeleri, ona göre politika oluşturmaları gerekir.

Adaletten söz etmiyoruz artık, yarına ümidimiz kalmadı, elbet güneş bir gün doğar. Yakın zamana kadar yönetim sıkıntıları unutturmak için sık sık sahneye yeni oyunlar koyuyordu, 7 Ekim 2023’ten beri Gazze, bir aydır Suriye ve şimdi Ahmet Hüseyin El Şara-Golani’nin baş rolü oynadığı, yardımcı oyuncuları tanıdığımız, İngiliz-ABD prodüksiyonu filmi anlamaya çalışıyoruz.

Geçen hafta jeo-stratejiden söz ettim, şu sıralarda Trump hükümetini hazırlarken, Almanya, Fransa kesif bulut altında, önünü göremiyor. Putin herhalde Trump’ın nasıl hediyeler hazırladığını merakla bekliyor. Çin ise hep yazdığım gibi “bide your time, hide your strength” bekleme halinde.

Bunlar günlük dedikodular, hiçbiri karın doyurmuyor.

Sykes-Picot planı rafa kalktı, yeni planı kimler hazırlayacak, kimin için?

Arjantin

Yazının alt başlığına dönelim. Arjantin 1930’lara kadar dünyada en varlıklı on ülke arasındaydı. Bunu Osmanlı usulü para, ekonomik güç yerine toprak kazandıran fetihlerle değil, ağırlıklı olarak tarım üretimi ve ihracatı ile yaptı. Tüm güney Amerika ABD ve dünya müşterisiydi.

Peronizm

1930’da başlayan siyasal istikrarsızlık, art arda darbeler sonunda 1943’te Juan Peron’un ait olduğu cunta başa geçti. J. Peron çalışma bakanı oldu. “Korporatist” bir düzen kuruldu. Bu, sahibi “cunta” olan, paydaşlarının belirlenmediği, yönetim şeklinin ne sosyalist, merkezi planlamacı, ne de basit kuralları olan kapitalist bir düzendi. Peron’lu Junta ve hiçbir tanıma sığmayan politikası ülkeyi perişan etti. Bugün IMF’e olan borcu 44 milyar dolar.

Juan Peron ile birlikte korporatizmin sonucu olarak Arjantin’de ithal ikamesi başlatıldı. Ülke çıkışı tamamlanmayan bir tünele girdi. Junta işçilerin ücret talebini karşılamak zorundaydı, ama kimse üretime hâkim değildi. Kapitalist bir ekonomide sermayedar piyasayı yönlendirir. Yanlış yapar, üretimi talebi karşılayamazsa ülke eninde sonunda hem tasarruf hem dış ticaret açığı ile karşılaşır, kurtuluş için dışarıdan parasal destek gerekir ve IMF bunun için vardır. Ülke egemendir, iflas etmez.

2000 ekonomi krizinde bu duruma düşen Türkiye ekonomisi o gün getirilen “güçlü ekonomiye geçiş programı” ve bunun beraberinde 45 milyar dolar IMF desteği ile ayağa kalkmıştır. Bu kez ülke 2000 krizinde yerleştirilen politikanın yarattığı ekonomik yapı sayesinde IMF’e gerek kalmadan ekonomi borçlanabilmiştir.

Benzer duruma düşen ve borçlanma imkânı kalmayan şirket iflas eder. Arjantin’in ithal ikamesi uygulaması, rekabetçi bir ekonomi yaratmamış, ülke bu politikanın sonraki aşaması olan ihracata geçmemiştir. Bunu yapabilen ülkeler Kore ve 1980’den sonranın Türkiye’sidir.

Bu dönemden aklımızda, Eva Peron’a mal edilen, “Don’t cry for me Argentina” kalmıştır. Eva ve kocası Juan Peron ülkeyi 1946’dan 1955’e kadar yönetmişlerdir. Herhalde hafızalarda Eva’nın şarkısı yanında en kötü sosyal demokrasi uygulaması olarak kalacaklardır.

Korporatizm suçlanmalı mı?

Kelimenin kökünde korporasyon, yani şirket var. Korporatizm- kapitalizm-ahbap çavuş (crony) kapitalizmi ince farklarla birbirinden ayrılan sistemlerdir. 1850’lerde klasik liberalizm ile Marksizmin doğuşuna karşılık olarak ortaya çıkmıştır. Avusturya, Almanya, Hollanda, Norveç ve İsveç’te Hristiyan demokratlarla sosyal demokratların kurdukları rejimler de bir yönüyle korporatisttir. İşçi Sendikaları önemli boyutta çalıştıkları şirketlerin yönetiminde rol oynarlar. Bir adım ötesi, başka korporatist rejim örneği B. Mussolini’nin aşırı sağcı, ulusalcı, yerli ve millici, asker destekli faşist İtalya’sıdır.

Dikkat edilmesi gereken nokta, sendikaların görevi olan işçi çıkarlarının korunmasıyla, Marks’ın emek değer teorisiyle temelde çatışma halinde olduğu kapitalizmin, yani şirket yönetiminin birlikte değerlendirilmesidir. Bunlar birbirinin rakibi değildir. Biri olmazsa öteki de olmaz. İkisinin hedefi, varlık nedeni farklıdır, ama ülkenin, yani çalışanın çıkarı için yönetim sürecinin ortak kararlarla yürütülmesi gerekir. Sermaye düşmanlığı veya işçi düşmanlığı ile şirket ve ülke yönetilemez.

Avrupa, özellikle Almanya bunu yönetim kurullarına işçileri üye yaparak sağlamaktadır. Böylece çalışanlar hisse senedine sahip olmasa da emekleriyle üretime ortak olmaları karşılığında yönetimde söz sahibidir. Belki bunun ülkemizdeki önemli örneği Türkiye İş Bankası’dır. Banka çalışanlarının oluşturduğu “sendika”, yönetim kurulunda yer almaktadır, politikalarda, atamalarda söz sahibidir.

Karma ekonomi, kamu ile özel sermayenin, iki farklı mülkiyet sisteminin birlikte faaliyette bulunduğu yönetim modelleridir. Burada temel kural ahbap-çavuş ilişkilerinin önlenmesidir. Bunun yegâne yolu, doğru yönetim ilkesinin (corporate governance) titizlikle uygulanmasıdır. Amerikalı iktisatçı Jaroslav Vanek işçilerin kurup yönettikleri şirket modeli üzerinde çalışmıştır.

Merkezi planlamanın hâkim, kamunun mülkiyetin mutlak sahibi olduğu sosyalist-komünist modelde tüm yatırım ve üretim kararları merkezi planlama otoritesi tarafından alınır. Orada temsil yoktur. Yetki parti yönetimine aittir. Seçim zamanlarında devlet mağazaları her türlü tüketim, giyim malzemesi ile dolar taşar. Seçimden sonra tüm üretim güçleri silah sanayiine yönlendirilir.

Arjantin’e dönerek, 1975-2002 arası durgunlukla başlayıp, endüstrinin erimesiyle devam eder. Önceki on yıllarda adam başına gelir Brezilya, Şili’ye oranla 3 katı fazla iken, 1975’te başlayan ve yüzde 300’e varan enflasyon, Arjantin’e önceki dönemleri mumla aratır.

Arjantin’de bu kısır döngüden kurtulmak için değişik politikaların uygulandığı farklı ekonomik ve siyasal yönetimler uygulanmıştır ve yönetim modeli eş dost-aile kapitalizmine evrilmiştir. Bugün çok farklı bir ekonomi politikası izlenmektedir.

Bir kişilik tarzı: Kural dışılık

Javier Milei 10 Aralık 2023’te Arjantin Cumhurbaşkanı seçilmiştir. J. Milei başkan olarak seçilmeden önce kendisini “anarko-kapitalist” olarak tanımlıyordu. Vahşi suistimalleri, rüşvet ve hırsızlığı (corruption) ve vergileri düşman olarak ilan ediyordu. Çoğu kişi bu dağınık saçlı, deri ceketli, bir vakitlerin çılgın müzisyenini ve savunduğu politikaları ciddiye almadı.

Javier Milei

Bir başka kural dışılık örneği, Yunanistan ekonomik krizdeyken maliye bakanı olan Yanis Varoufakistir. O da deri ceketi, motosikleti, ama en önemli olarak ülkeyi “kelepçelemek” isteyen Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schauble’yle mücadele etmesiyle tanındı. Trump’dan gibi J. Milei’nin de dağınık saçlı olması, siyaset heveslilerini saç modası alanında düşündürebilir. Hikmet saçta veya deri cekette mi acaba? Görünen o ki, J. Milei yönetim tarzı ve politikalarıyla başarılı oluyor.

Yıllar önce Fransa’da komedyen Caluche, İtalya’da Beppo Grillo da ciddiye alınmamıştı ve seçilemediler. Türkiye’de Cem Uzan, benzer bir radikal platformla siyaseti denedi, gençlere hitap eden bedava, sandviçli konserler düzenledi, seçimleri kazanamamasına karşın yabana atılamayacak sayıda “protesto” oyu aldı. Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky’nin de tiyatro sahnelerinde cumhurbaşkanı rolünü oynarken, bunun gerçek olduğunu unutmayalım.

Ülkemizde birçok başarılı komedyen var, programlarında küfür etmeyi bıraksalar belki onların da lider olma şansı olur; yoksa tersi mi doğrudur dersiniz! Yıllardır gördüğümüz, seçimlerde başarı elde edenler, en çok hakaret edenler oldu.

Yoksa hukukçuların, mühendislerin, askerlerin dönemi bitti ve hayal gücü yüksek sanatçılar mı makbul artık. Bu gelişme, devlet yönetiminin ciddiyetini yitirdiğinin bir göstergesi olabilir mi?

J. Milei hem Arjantinlileri hem dünya kamuoyunu şaşırtmaya devam ediyor ve bu defa vaatlerle değil, ekonomi alanındaki başarılarıyla. Çünkü J. Milei gerçekten iktisatçı. Gençlik döneminde rock’n roll merakıyla ve bıçkınlığı ile biliniyor.

Ayinesi işidir kişinin, lâfa bakılmaz; J. Milei ne yaptı?

Bu sorunun en basit yanıtı, uygulanan daraltıcı, ücretlerin artmadığı, düştüğü ekonomi politikası uygulamasına karşın J. Milei Arjantinlilerin yüzde 54’nün güvenini sağlamış durumda. J. Milei ülkenin geldiği durumu üç nedenle açıklıyor:

İş aleminin suiistimalleri ve korumacılık, sendikalizm ve çıkar gruplarının Peronizm uygulaması.

Ülkenin mikroekonomisinde, yani üretim dünyasında yapısal sorunlar bulunduğunu, önceki yönetimlerin bu konuya el atmadığını söylüyor. Önceki muhafazakâr başkan Maurice Macri ile ittifak kurdu, 8 kişilik bakanlar kuruluna o partiden 3 kişiyi aldı.

J. Milei’in başkan seçilmesinin ardından yeni ekonomi politikasıyla enflasyon 12 ayda yüzde 26’dan, 2.4’e düştü. Seçim kampanyasında merkez bankasını kapatacağını, ekonomiyi dolarlaştıracağını, bürokrasiyi “elektrikli testereyle doğrayacağını” söylüyordu, bunlardan vaz geçti. Kız kardeşi Karina Milei, başkanlık genel sekreteri. Karina Arjantin Üniversitesi’nde halkla ilişkiler okumuş. Hemen kredi kartı ataması demeyelim, ağabeyinin sağ kolu, çalışıyor. Hem de kurduğu vakıflarda değil!

İşçi ücretleri “reel” olarak Kasım 2023’ün yüzde 11 altında. Bizde echelle mobil benzeri uygulamayla ücretler enflasyonla neredeyse yarışıyor, böylece herkes yaşamından memnun, kimse enflasyonun düşmesini istemiyor. Bu konuyu çeşitli vesilelerle ele aldım

2023 Aralık ayında, yani bir yıl önce önemli bir devalüasyon’un ardından bizde de sıkça rastlanan bir af uygulaması 15 milyar doların banka hesaplarında girmesini sağladı. Mile’in en önemli hedefi, merkez bankasının, yani ülkenin döviz varlığını güçlendirmek. Bunun için IMF’den 10 milyar borç talep edeceğini söylüyor. Yüzde 54 desteğin ispatı burada zaten.

Türkiye’de böyle af uygulamaları yurttaşın hükümetlere güvenini geri getirmiyor. Bilakis, KKM gibi “intihar” uygulamaları onu vurgun yapmaya, devleti ile “köşe kapmacaya” itiyor.

Kasırga sözcüğünü kullandım, farkındayım. İngilizce “implode” içine doğru çökmek demek. İnsanımız yeterince doğru gıda alamadığı için içine doğru çöküyor. Daha önce ben ve başka yazarlar bataklık, çürüme gibi terimler kullanıyorduk. Korkarım bunlar hiç kimseyi uyarmaya yetmiyor.

Bir türlü iflas tehdidiyle karşılaşmıyoruz, bundan henüz ona vakit var sonucunu çıkartmayınız, yukarıda belirttim, ülkeler egemen oldukları için iflas etmezler. Şirketler derseniz, onların da yabancı sermayeye satılamayanları iflas etmeye başlamışlar.

Neoliberal uygulamaları eleştirenleri hem haklı hem haksız gösteren bir örnek bu, ekonomi yürümeye devam ediyor.

Bu bana öğrencisine şu soruyu soran biyoloji öğretmenini anımsattı: “Solucanı ikiye bölüyorum, bak yaşıyor”, öğrenci: “Hocam o da yaşamak mı?”

Yoksa hepimiz uyuşturulduk mu?

Her şey bir yana yılın son yazısını iyimser bir sözle bitirelim, insanlık iyisiyle, kötüsüyle milyarlarca yıldır var, kötülük hiç kalıcı olmamış. Karamsar olmayalım, kendi işimizi mükemmel yapmaya çalışalım, bunu nasıl becereceğimizi düşünelim. Bugüne neden olanlar mevcudu nasıl düzelteceklerini düşünsün. Onların sorunlarını içselleştirmeyelim. J. F. Kennedy’nin bir vakitler söylediğini hatırlıyorum, “ne olacak bu ülkenin hali?” sorusu yerine, “ben ne yapabilirim sorunları engelleri aşarak çözüme ulaşmak için?”

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.