Bir devlet başkanının kafası bu kadar karışık olabilir mi?
D. Trump’tan söz ediyorum, dünyanın hâkimi. Dünya değişirken hükmetme kuralları nasıl evriliyor? Değişmeyen yalnız insan ve onun henüz çözemediğimiz düşünce, karar süreci, yani rasyonalitesi.
Bir süredir otobiyografi okuyorum. Biyografiler tasvir ediyor, otobiyografi kendi kendini anlatmayı amaçlıyor, ama bu mümkün mü, yoksa yalnız psikiyatrlar mı yapar? Onların soru seti nasıl oluşur? Bu disiplini geliştirenlerin izledikleri paradigmalar, yöntemleri makbul mü?
Nihayet yapay zekanın dayanağı olan büyük veri, psikiyatrların bilgi ihtiyacını karşılayabilir mi? Bunlar iktisatçıyı aşan, ama onun da tartışmaya çalıştığı soruları ilgilendiren konular.
Tarih kendisini tekrarlamaz, İrlandalı devlet adamı E.Burke, “tarih bilmeyenler onu tekrarlar” diyor; W.Churchill, “tarihten ders almayanlar onu tekrarlar” demiş. Edebiyatçı Mark Tw ain’in, bize tarihin kendini tekrarladığını düşündürenin, geçmişte yaşananları andıran olayların yaşanmasının, bize tekrarladığı izlenimini verdiğini söylediği rivayet edilir. (History does not repeat itself, it rhymes.)
D.Trump ilk başkanlık döneminde art arda yanlışlar şeyler yaptı ve o dönemde yandaşlarını kongreyi basmaları için tahrik ederek kabul edilemez bir şekilde bitirdi. İkinci dönemde beklentiler Amerikan tarihinin en kötü örneklerine vereceği yönünde. Nitekim, ikinci ayına girerken birkaç alanda birden başlattığı uygulamalar, daha kötü ne yapabilir sorusunu akla getiriyor.
Elon Musk’ın oval salonda daha ne kadar maskaralık yapacağı, Trump’ın onun zırvalarına daha ne kadar tahammül edeceği konuşuluyor. Başkan yardımcısının görevi düğün ve cenazelerde başkanı temsil etmenin ötesine geçmediği için, onun Zelensky ile kavgası ve Münih Güvenlik konferansı’nda Avrupa’ya “haddini bildirmesi”nin yansımaları henüz fazla yankılanmadı.
Trump beklediğimizden daha mı kontrollu, yoksa Avrupa liderliğinin kıpırdanmaya başlaması, ABD derin devletini uyarmış olabilir mi?
Cumartesi günü FT editörlerinin birinci sayfada yer verdikleri ilginç bir yazıda[1] Janan Ganesh şu soruyu soruyordu: “Dünya nereye gidiyor? Avrupa nereye gidiyor, ABD ile kıyaslarsak, kim emperyalist? ABD anayasasının ünlü birinci maddesi (first amendment) din konusunda, ABD yurttaşlarının düşüncelerini serbestçe ifade etme hürriyeti alanında tam bir serbesti getirmiş. FT editörleri Soğuk savaş döneminin CIA uygulamaları dışında, ABD televizyon kanalı, CNN, İngiliz bağımsız ama devlet kontrolundaki BBC, Fransa’da France 24, Katar’da Aljazeera veya, Alman Deutsche Welle, kıyaslanabilir mi?” sorusunu soruyor.
Bu soru aslında yazımın ilk cümlesini de sorguluyor, kafası karışık olan D.Trump mı, yoksa Avrupa mı? Biz ne durumdayız? Fransa Cumhurbaşkanı ilk döneminden beri NATO’nun beyin ölümü halinde olduğunu söylüyor. Öte yandan Atlantik’in öteki yakasındaki “ortak” yani patron-ABD-, NATO’yu genişleterek başımıza üstesinden gelinmesi neredeyse olanaksız sorunlar açmaya hazırlanıyor. Bu durumda NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti derken, tersine ABD’nin NATO üzerinden geliştirdiği strateji dünyanın başına büyük sorunlar açabilir.
Bu tablodan hareketle Avrupa kıtası ABD’ye kıyasla kültürel olarak emperyalistliğin tüm özelliklerini taşıyor. Commonwealth üyesi olan Kanada’nın yeni başbakanı Mark Carney göreve başlarken yaptığı konuşmada ABD’den “öteki-other” diyerek söz etti! J.Ganesh ve FT yönetimi de, Avrupa’nın ABD’yi bir kenarda tutup, biraz da başka ülkelere, Çin’e, Hindistan’a bakmasını öneriyor.
Emperyalizm tanımı açıklanmaya muhtaç, ABD kapitalizmin patronu, ama kolonyalist olan ülkeler Avrupa ülkeleri, (İspanya, Portekiz, Belçika, Hollanda.) Osmanlı İmparatorluğu adı üstünde emperyal ama, emperyalist olduğu söylenebilir mi?
Yönetimlerin adı önemli olmayabilir, ama J. Ganesh’in vurguladığı küresel yönetim, governance tarzı ve bunun örgüsü, beraberinde getirdiği, onun türevi olan sorunlar önemli. NATO bunların arasında ve en başta gelmiyor mu?
II Dünya Savaşından sonra Almanya’nın silahsızlandırılması Avrupa Birliği’nin, bir savunma ittifakına evrilmesini imkansızlaştırdı. Trump bu tarihi gerçeği unutup, Avrupa’yı silahlanma harcamalarını arttırmaya zorluyor. Başkanlığa seçildiğine göre Amerikan derin devleti de (!) bunu onaylıyor, destekliyor. Bu yazının çıkış noktası olarak aldığım düşünce, yani tarihin çağın koşullarına göre yeniden şekillenmesi, sağa doğru evrilen siyaset dünyasının kendi paradigmasını oluşturması fikrini getiriyor.
ABD’nin 1823’te başkan James Monroe’nun uygulamaya koyduğu Monroe doktrinine geri dönmeye hazırlandığını, yani kendi sınırları dışında hiçbir şeye karışmamayı deneyeceğini mi anlamalıyız, acaba?
ABD savunma endüstrisi buna izin verir mi, bu Trump’ın umurunda olur mu, yoksa o konuya oraya gelince mi karar verir? Bu sorular Türkiye olarak bizi ne kadar ilgilendirir, orta, uzun vadeli stratejimizi nasıl oluştururuz?
Almanya’nın yeni başbakanı ile Fransa devlet başkanı bu konularda uyuşma halinde görünüyor. Merz, bugüne kadar Almanya’nın elini bağlayan bütçe denk bütçe ilkesini gevşetmeye gidiyor, hedefinde 2 trilyon Euro savunma endüstrisi harcaması var. O da Alman ekonomisinin kurtuluşunu savaş endüstrisinde görüyor.
ABD endüstrisi bu durum karşısında susar mı, Afrika’daki, Asya’daki pazarı, ender metal kaynaklarını Avrupa ülkelerine bırakır mı, Trump’ın bir şey yapmadan seyretmesine izin verirler mi?
Bitirirken bambaşka bir pencere açarak, dünyada değer üretiminde neler olduğunu hatırlatmak isterim; bir yandan bu tespitler, diğer yandan küresel ekonominin, sağlıktan, savaş endüstrisine kadar tüm sistemi, adeta dünyanın beynini üç şirket ve onların arkasındaki bilim yönetiyor: TSMC (Tayvan), NVIDIA (Santa Clara, California), ASML (Eindhoven, Hollanda ) [2]. Sağlıklı olup olmadığımızı kontrol etmek için belirli aralıklarla kan yağlarını, kan şekerini, tiroidi ölçtürüyor ve bazı organlarımızın resmini çektiriyoruz. Bunlar bir şekilde alarm verirse önce o sorunlara bakıyoruz.
Uzay çalışmalarından cyber savaşa, şoförsüz araçlardan, her türlü ulaşım ve haberleşme çözümlerine kadar her şeyin arkasında bu üç esas şirket ara girdi tedarikçilerine kadar her şey bu ekosistem dünyasının ürünü. Hangi hükümet, D.Trump, Merz, Macron, Putin, Xi ne yaparsa yapsın, hepsinin ve küresel ekonominin önünü açan bu ekosistem.
Bu işlemlerin arkasındaki teknoloji bu üç şirket ve onların yarattığı ekosistem tarafından yaratılıyor. Umarım uzak olmayan bir tarihte geliştirilecek yazılımlarla, siyasette, adalet dağıtılmasında da böyle çözümler getirilerek hesap verebilirlik sağlanacak, ahbap çavuş ilişkilerinin soygunlara yol açması önlenecek.
Burada J.Ganesh’in FT de söylediklerinden farklı bir şeyin altını çiziyorum. Dünya değişiyor. Tasarımdan tedarik ve imalata uzanan ekosistemde çip üretiliyor. O çiplerin kullanımı yazılım mühendislerinin elinde. CYBER dünyası egemen iktidarların önüne geçmeğe başladı. Krypto paralar merkez bankalarının yerini alıyor. Bütün bunlar üretim, değer zinciri tasarımının önemini artırıyor.
Uluslararası ilişkilere böyle bakmaya hazır mıyız? Yoksa bizim için imar ticareti, diploma dalaveresi iddiaları daha mı önemli? Dünyadan, teknolojiden, yeni paradigmalardan bize ne? Ne de olsa Osmanlı torunlarıyız! Bu coğrafya nasıl olsa kaybolmaz, biz de kanaat etmeye alıştık zaten. Biz saçma tartışmalar içindeyken, fırsatlar önümüzden geçip gidiyor.
[1] Ganesh,Janan, The Bright Side of a Transatlantic Rift, FT, 15 February 2025
[2] Transistor Manufacturing Company -900 milyar dolar, ENVY-Next Vİsion -3 trilyon dolar-, Advanced Semiconductor Materials Lithography-259 milyar Euro)