Sözlük irrasyonel kelimesinin Türkçe karşılığını makul olmayan, akılla idrak olunamayan, mantıksız, münasebetsiz, saçma olarak veriyor. Özellikle 2017 referandumundan beri yaşadığımız, dünyada eşi menendi görünmemiş, "Türk usulü başkanlık" rejimi hem ekonomi, hem hukuk, hem yönetim; kısaca yaşamın tüm tabanının rasyonelini tamamen ortadan kaldırdı.
Yıllardır, ama özellikle son iki yılda birbirimize şaşkınlıkla bu fiyatların gidişi, seyri ne olacak sorusunu soruyoruz. Dört yıldır yaşanan maskaralıklardan, KKM gibi, adeta mizahi, bir "ekonomik intihar" girişiminden sonra enflasyon uçtu gitti. Daha sonra intiharın bedelini sahipleri kamu ve özel kişiler olan TCMB A.Ş. ödedi. Cumhurbaşkanının Londra'da finans sektörü temsilcileriyle yaptığı konuşmadaki beyanı, yaşadığımız inanılması zor, akıldan uzak sürece "sultanlık mühürü" oldu.
Ekonomi dersi, bilginin tam ve mükemmel olduğu ve insanların bu sayede en doğru kararları verdikleri, "homo economicus" varsayımıyla başlar. Yani daha öğretirken yanlışla başlarız. İktisatçı fizikçinin, matematikçinin, kimyacının ulaştığı analiz mükemmeliyetine ulaşmak için bu varsayıma sarılmıştır. Oysa iktisatın kurucusu Adam Smith'in derdinin bu olmadığı "The Theory of Moral Sentiments" adllı kitapla anlaşılır.
İktisat ve şık modeller
Ama neredeyse geçen yüzyılın tümünde "şık" analiz yapma hevesiyle yapılan çalışmalar, bireyin özünde "tahmin edilebilir bir irrasyonalite" ile hareket ettiği gerçeği ile ancak son 20 yılda karşılaşmıştır. Model şık olabilir, ama veriler irrasyonel kararlarla oluşan "ekonomi"yi temsil ediyorsa çözüm nasıl üretilecektir.
Şıklık hevesini bir kenara bırakarak, ekonominin temellerinden hareketle neler yapılabileceğini yazıyoruz. Bunda yalnız olmadığımızı, bugün Ekonomim gazetesinde Vahap Munyar'ın yazısı bir daha gösterdi. Boston Üniversitesi'nde ekonomi profesörü olan Tayfun Sönmez ile Utku Ünver, çapraz nakil modeliyle karaciğer nakli konusunda dünyada bir ilk yaratılmasının ve bunun Malatya Üniversitesi'nde uygulanmasını sağlamışlar.
Veriler siyaset amacıyla daha da çarpıtılıyorsa...
İrrasyonaliteye geri dönerek, bunun üstüne bu "eksik-yanlış" veriler, iktidarın dilediği doğrultuda daha da çarpıtılıyorsa ne olacak? Bu karmaşadan akılla çıkmak mümkün müdür?
Bu temel gerçeği teslim etmedikçe yapılacak analizler, kurulacak "modeller" belki orta sınıfı yok ederek enflasyonu birkaç puan indirir, ama ekonomi yeniden "rasyonel" tabana oturtulmadıkça işler yoluna girmez.
İrrasyonelliğin temelinde, Türk tipi başkanlık sisteminin, Ersin Kalaycıoğlu'nun tanımıyla icraatından sorumlu tutulamayan, hesap vermemenin esas olduğu "neopatrimonyal sultanizm" olduğunu teslim edip; ülke yönetiminin geceyarısı kararnameleriyle, atanan ve görevden alınan, niteliği, liyakati meçhul kişilere emanet edildiği bir tablo vardır. Bu kişiler nerede elde edildiği bilinmeyen müktesebatlarıyla 85 milyonluk, neredeyse 100 milyar dolarlık bir ekonomiyi yönetmektedir.
Böyle bir ortamda rasyonalite beklenebilir mi? Pazarda fiyatlar elbette tahmin edilemeyecek şekilde göğe tırmanırken, kırsaldaki soğan üreticisi topladığı hasadının başında alıcı beklemektedir. Rasyonalite olmayınca pazar da, lojistik de olmaz.
Tahmin falcıları
Kısaca, döviz ne olacak, faiz ne olacak gibi, bireylerin kısa vadeli gelir yaratmaya yönelik sorularıyla bir yere varılamaz. Ekonometri kullanılarak yapılan "teknik analiz," belirli kısıtlar altında geçerlidir, bunun dışında ortaya savrulan spekülatif tahminler, rasyonelitesi kalmamış olan ekonomiyi daha da bulandırmaktadır. Suyun kaynama derecesi, iklim değişikliğinin önlem alınmazsa bizi nereye götüreceği doğru tahmin edilebilir, işin içinde insanın olduğu piyasa verileri ancak belli koşullar olursa belki doğru sonuç verir. Ülkeyi 22 yıldır yönetenler, "herhalde bir gün" işlerin düzeleceğine inandırılmaktadır.
İhracatçı hâlâ devalüasyonun ihracatını, kazancını artırmasını sağlamayacağını öğrenmemiştir. Bazı deneyimli iş insanları canlarını kurtarmak için daha ucuz TL kampanyası yapmaktadır. TL ucuzladıkça rasyonalite daha da bozulmaktadır.
Yangın söndürmek üzere göreve getirilen bakan, herhalde böyle irrasyonelliklerin bulunmadığı eski fon yönetimi günlerini özlemektedir. Zaten bunu geçen gün bir konuşmasında bir şekilde seslendirmiştir.
Türkiye ekonomisinin hocaya okunmakla geçmeyecek kadar ciddi bir rahatsızlığı vardır
İktisat politikasını bir kenara bırakırsak, hastalığını temelinde ne vardır? Türkiye'nin nüfusunun ihtiyacını karşılayacak katma değeri üretmediği, bunun sonucu olarak sürekli dışarıya borçlandığı bilinmektedir. Konuya uzak olanlar cari işlemler açığını, bireylerin iradesi dışında, ülkenin dış ticaretiyle ilgili ve kamunun sorunu olduğunu düşünürler.
Oysa, pahalılığından yakındığımız günlük tüketimimiz, dayanıklı ev aletlerinden, ulaşım araçlarına, yaz tatillerinde otellerde yaptığımız harcamalara kadar her şey, cari işlemler açığıyla ilişkilidir. Çünkü bu harcamalar, aslında gayri safi milli geliri oluşturmaktadır. Kendi ürettiğimiz katma değer yetmeyince, eksik kalan kısım diğer ülkelerden borçlanarak sağlanmaktadır. GSMH tüketim ve yatırım yani tasarruftan oluşur. Yaratılan gelir yetersizse tüketim ve yatırım kısılmadıkça aradaki fark, açık diğer ülkelere borçalanarak giderililir.
Lokantada yemek yerken, tatile giderken, otomobil, konut satın alırken, iş kurarken kendi varlığımızı değerlendirdiğimizi düşünüyoruz. Ama serbest ticarete açık ekonomide satın aldığımız, tükettiğimiz şeylerin üretiminde ithal girdiler kullanılıyor. Bazı işyerlerinden satın aldığımız giyim eşyaları, ev aletleri, otomobiller tümüyle ithal ediliyor. Birey olarak kendi paramızı kullandığımızı düşünüyoruz. Ama bu satın almaların bazen tümü, bazen üretimdeki ithal girdi kadarı döviz harcanarak karşılanıyor. Bu hesaplar cari işlemler bilançosunda izleniyor. Evet, biz arabamızla bir yere giderken kullandığımız yakıtın bedelini kendi bütçemizden, borçlanmadan ödediğimizi düşünüyoruz. Ama iş öyle değil.
Türkiye ekonomisi üretimin kompozisyonuyla, teknolojisiyle geri kalmıştır
Çare nedir? Bilmem kaçıncısı uygulanmakta olan para politikası ağırlıklı orta vadeli programlar çare değil. Çünkü bu programların irrasyonel temellere dayandığını belirttik. Doğru ve ivedi olarak uygulanabilecek önlem nedir? Bunun yanıtı hazır. 2002 yılında Kemal Derviş'in yönettiği "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" bir mucize program değildi.
K. Derviş iyi bir iktisatçı olarak ve aynı dönemde ABD'de patlamış olan ENRON krizini yaratan koşullardan da ders alarak, hesap vermenin, sorumluluk, saydamlık, eşitlik ilkelerinin, (iyi-doğru yönetim ilkeleri), esas olduğu kamu yönetimi tarzını yerleştirdi. Bunu yaparken kendisiyle birlikte çalışan ve geçmiş dönemlerde bu ilkelerin ihlal edilmesinin acısını çekmiş olan, deneyimli bürokratların desteğinden yararlandı.
Sonra ne mi oldu? Ali Babacan bakanlığının ilk yıllarında, Bilkent Üniversitesi'ndeki "iyi öğrenciliğini" izleyerek bu programa uydu, ancak bu uzun sürmedi. Türkiye'nin kaderi kendisini yine gösterdi. Konut yatırımları, yol, tünel, köprü yapımı hem gözle görünür, hem de yandaş yüklenicileri zengin eder. Ama bilinen ihale yöntemleri istenen sonucu vermez. TBMM nasıl olsa noter görevi görüyor, ihale yasalarının yanında geçilmesini sağlayan düzenlemeler hızla yürürlüğe konulur. Alışılmış yöntem "kervanın yolda düzülmesi" değil mi?
Bu tabloyu 2002'de yönetime gelen AKP iktidarının uygulamalarında gördük. İzlenen politika, ihale yasasının ihlali, kamunun esas hesap sorma kurumu olan Sayıştay'ın görevini yerine getirmesinin önlenmesi ve nihayet Türk usülü başkanlık rejiminde "hesap sorulamayacağı" ilkesinin benimsenmesi gibi uygulamalar bizi bugüne getirdi.
1980'deki ekonomik tabloda rahatsızlık Özal hükümetlerinin uyguladığı bütçe dışı fonlardı. Ama o zaman yasaları seçimle iktidar olan TBMM yapıyordu. Yani bir rasyonel vardı, bugün! Deniz bitti, kervan duvara çarptı. Ama 85 milyon yaşamayı sürdürüyor, ihtiyaçlar bitmiyor.
İtibarın maliyeti israfı aştı, ülkede rasyonel düşünme, karar verme imkanı kalmadı
Bu kısa tartışmanın amacı dar kapsamlı bir anti-enflasyonist politikanın çare olmayacağını, irrasyonalitenin önüne geçilmesinin zorunlu olduğunu, ardından doğru bir endüstri politikası ile 85 milyona yakışır, onun ihtiyaçlarını üretebilen bir ekonominin gerektiğini ortaya koymaktır. Ülkede yaşananların normal insan algısı tarafından kabul edilir olması gerekmektedir.
Bugün en önemli güncel sorun fiyatların hiçbir kıyaslamaya, rasyonel değerlendirmeye imkan vermeyecek düzeye gelmiş olmasıdır. Fiyatla bağlantılı tüm değerlendirmeler önemli hata payı taşımaktadır. Ülkede hukuk, adalet, saydam yönetim kalitesinin neredeyse onarılamayacak derecede bozulduğunu her fırsatta yazıyoruz. Tüm ekonomik, sosyal sistem çürümüştür. Rahatsızlık fiyatların çok ötesindedir.
Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir? Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi. T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı. 1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı. 1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu. Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir. 1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi. 2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. 2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır. |