Ahmet Çelik Kurtoğlu

07 Ağustos 2024

Çoklu organ yetmezliği mi demeli?

Dayanılmayacak kadar yüksek olan ve nedenleri açıklanamayan fiyat düzeyi, çürümenin kansere dönüşmesine yol açacak olan "orta sınıfın yok olması" tehlikesi karşısında parasal bir sorun olan enflasyon konusunda herkes konuşmaktadır. Oysa son günlerde sözü edilmeye başlanan stagflasyon ve deflasyon; depresyon, üretimin, yatırımların durduğu esas korkulması gereken durumdur. Enflasyonun tersine bireyler gelecek korkusuyla para harcamaz. İktisatçının ve doğru politikacının esas korkusu işsizlik ve ekonomik durgunluktur

1950'li yıllar NATO üyeliğinin getirdiği altyapı yatırımlarıyla geçti. Bu yatırımlarda çalışanların tüketim ve yatırım ürünleri talebini karşılayacak üretim yoktu, ithalat da bugünkü gibi değildi. Sonuç şiddetli enflasyon ve 1958 istikrar tedbirleri. İnşaat-enflasyon ilişkisinin acı bir örneği.

1970'lerdeki şiddetli siyasal kargaşanın sonucu olarak gelinen 24 1980 Ocak Eylül kararları ekonomiyi düzeltmeyi hedefliyordu.12 Eylül müdahalesiyle askeri hükümet tarafından desteklendi. Bu dönemde iktidara gelen Özal yönetimi, ekonomideki kaynak yetersizliğini maliye politikasıyla yönetmek yerine, daha kolay olan ve denetleme dışında kalan "bütçe dışı fon" uygulamasını getirdi. 

Art arda gelen siyasal dengesizlik ve koalisyon hükümetleri doğru yönetimi imkansız kıldı. Sonuç '90'ların sonunda bugünleri andıran bir enflasyon ve 2001 Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı. Bu kez ülkenin önünde doğru, dünyada olanları da yansıtan, doğru yönetime öncelik veren bir program AKP iktidarının şansı oldu.

Bu yaşananları nezle-grip arası; reçetesi, tedavi usulleri belli olan hastalıklara benzetebiliriz. Derler ki nezle yatarak 7 günde, ilaçla bir haftada geçer. Enflasyon ise faiz politikasıyla; yani bireyin harcamalarını bugün mü, yoksa tasarruf ederek yarın mı yapacağı kararının yönlendirilmesiyle yönetilir.

Bugün yaşadığımız tablo "VAHİM". Yıllardır bir saray danışmanının nereden duyduysa getirdiği, aslında önemli bir iktisatçı olan Irving Fisher'e mâl edilen, sonra Cumhurbaşkanı'nın sahiplendiği enflasyon teorisiyle hastalığın geldiği nokta, çoklu organ yetmezliğidir, (teşbihte hata aranmaz). Ekonomi perişan, iş alemi şaşkın. Hukuk kitaplarda kaldı. Dış politikada nedense darıldığımız komşularımızla barışmak için kefaret ararken, "sabaha gelirim ha" tehdidinden de vazgeçemiyoruz. Tuhaf bir psikoloji ve yönetim anlayışı.

Hasta ölmedikçe ümit vardır, ama tedavi güçleşir, daha pahalı olur. Nitekim köprüler, tüneller, paralı yollar ekonominin kan dolaşımına yetmiyor. Bilakis garantili borçlar, emeklinin ekmeğine ortak oluyor.

Yıllardır enflasyon, faiz, ürün fiyatları, geçinme güçlüğü kavramlarıyla yaşıyoruz. Her gün bir yeni "önemli iktisatçı" teorilerini öngörülerini açıklıyor. Ürün bulmakta zorlanan muhalif medya da -çünkü ötekini izlemeye vaktim ve enerjim yok- bu önerileri baş tacı yapıyor.

Ülkede ne fiyatlarda, ne uygulamalarda "akla dayanan", sorgulanan, "RASYONEL" düşünce ve düşünme olanağı kalmadığını yazıyoruz. Değişik bir güne uyanmadığımız için de kendimizi tekrarlamaktan öteye gidemiyoruz.

Bu konuda birkaç taze örnek vereyim. 1995'te Çin'de Wang Chuanfu tarafından pil üretmek üzere kurulan BYD "Build Your Dream" adlı fabrika bugün üretim miktarı olarak TESLA ile yarışıyor. BYD Türkiye'de yatırım yapacakmış. BYD'nin Çin dışında Tayland, Brezilya, Macaristan, Endonezya ve Meksika'da da yatırımı var.

"İyi haber!" mi acaba? Doğrudan yatırım yapacağı için sermaye getirecek, arazi satın alacak, belki birkaç yeni iş yaratacak. Belki dedim, çünkü BYD diğer elektrikli araç üreticileri gibi entegre üretim yapıyor. Yani ülkedeki otomotiv yan sanayisine talep yaratması pek olası değil. Medyadan alınan bilgiye göre kuruluş yeri ihracat öncelikli, yani yerli endüstriyle ilgisi olmayacak, girdi tedariğini Bursa, Kocaeli, Trakya, Konya gibi ekosistemlerden yapmayacak, ya kendi bünyesinde üretecek, veya ithal edecek.

Burada üretecek, iç talebi ve bölge talebini karşılayacak. Şirketin muhasebe sistemi nasıl bir vergi matrahı yaratacak, girdileri Çin'den tedarik edeceği için kârı da küçülecek mi? Mevcut üreticileri nasıl etkileyecek?

İkinci "güzel" haber yine bir Çinli otomobil üreticisi Chery. O daha genç, 2007'de kurulmuş. 2023'te 1.9 milyon araç üretmiş. Hintli TATA ile yarı yarıya ünlü İngiliz Jaguar şirketinin sahibi. 

Hikâye farklı değil, Chery de entegre üretim yapıyor. Satabildiği kadar aracı Türkiye'de, kalanı bölge pazarında pazarlayacak. Yaratacağı satış geliri, maliyetleri, Türkiye'de ödeyeceği verginin matrahının hesaplanması da, uluslararası şirketlerin hemen tümü gibi. Yani Türkiye'ye biraz işçilik, taşımacılık, gaz, su, elektrik, gıda satışından kazanılacak gelir kalır. Büyük bir olasılıkla elektriğini kendisi üretir.

Yabancı sermaye karşıtı mıyım? Hayır, ama her şeyin ne getireceğini, ne götüreceğini, maliyetleri ve kayıpları iyi hesaplamak gerekir. Üstelik sadece günlük muhasebe anlamında değil, ülkenin genel ve endüstri özelinde katkı yapıyor mu, Türkiye bu işten ne kazanır, ona bakmak gerekir. 

Bu konuları Değer Zincirinin Evrimi'nde [1]otomotiv endüstrisi özeline ele aldım. Otomotiv yan sanayiinin kısa vadede karşılaşacağı tehlikeleri vurguladım. Bursa, Kocaeli, Konya ve Anadolu'nun çeşitli yerlerinde gelişen otomotiv endüstrisinin kendisini bu tür tehditlere hazırlayıp hazırlamadığını sorguladım.

Zaman zaman şirketlerin çip yatırımı yaptıkları. Çip tasarımı mı, dökümhane mi, belli değil. Bunların birbirinden farklı olduğunu çeşitli yazılarımızda vurguluyoruz. Burada da hesap hatası olmalı. Doğru dürüst, Avrupa otomotiv endüstrisinin talebini karşılayacak bir yatırımı milyar dolarlar mertebesinde. Gördüğümüz TC yönetiminin (yeni düzende hükümet olmadığı için bu kelimeyi kullanıyorum) zaman zaman "beka, yerli ve milli" gibi laf kalabalığına başvurarak bu konuları geçiştirdiği.

Sahi, babayiğitlerin kurduğu TOGG ne durumda?

Mate Rimac babayiğit değil. 1988 doğumlu bir genç, eğitimi Hırvatistan'da. Otomobil ve hız meraklısı. BMW otomobilin motorunu patlatınca bu işe girişiyor, kendi arabasını imal ediyor ve bugüne geliyor.

2009'da Hırvatistan'da Mate Rimac tarafından kurulan RİMAC üretim başarısıyla VW-Porsche grubuyla ortak oldu. Rimac Bugatti ile birlikte üretim yapıyor. Rimac Nevera 1.813 hp gücüyle Bugatti ile yarışıyor. Yılda 150 adet üretiliyor, 2022 fiyarı 2.050.500 dolar.

Ülkemizde Ekber Onuk'un yarattığı "Sazan" ve diğer birçok deniz ve kara aracı Nevera'dan geri kalmaz.

Uyanmak için tehlikeyi abartmak her zaman yararlıdır. Amaç ölümü gösterip sıtmaya razı etmek değil, geri dönülmesi giderek zorlaşan bir yola girdiğimizi hatırlatmak. Bu yazılanlar yüzde 30'luk seçmen blokuna ulaşır mı, onları ilgilendirir mi, bilinmez. Aslında çok da önemli değil, çünkü kalan yüzde 70'in çoğu da genellikle okumuyor. Bizler görevimizi yapıyoruz.

Gelelim uykumuzu kaçıran hukuk, siyaset, ekonomi tablosuna. Cumhuriyet hâlâ genç, insan ömrünün yüze yaklaştığı günümüzde ülke için yüz yıl ne ki? Ama ilginç bir değişim, dönüşüm yaşadığımızı hatırlamamız, eğer uygar ülkeler arasında yer almak istiyorsak, ona göre önlem almamız gerekli. Bunun için doğru teknoloji kullanarak, getirisi yüksek, küresel işbirliğine açık yatırımlar yapılması gerekir.

Teknolojinin yerlisi, millisi olmaz. Teknolojinin arkasındaki düşünme şeklinin batılısı doğulusu olmaz. Sermaye birikiminde önemli değişiklik oluyor ve bu yatırımcı, girişimci kimliklere yansıyor. Bunun ilk örneği '50'li yıllarda NATO ihaleleriyle müteahhit sınıfın oluşmasında gördük. Mühendisler öne çıktı. 

80'li yıllarda Özal yönetimiyle finans ve bankacılığın önem kazanmasıyla girişimci kitle değişmeye başladı. Eski ve küresel planda tanınmış markaların karşısına, finans sektörünün desteğiyle yeni girişimciler çıktı. 

2000'lerde AKP iktidarı kendi manevi dünyasına yakın Anadolu kaplanlarına ön verdi. Daha önce duymadığımız isimler önemli servetlerle anılmaya başladı. Buna paralel olarak önceki iki dönemin büyük aile şirketleri iki ve üçüncü nesile geçerken eski kitlelerini kaybetti. Aile toplam olarak yine Türkiye ölçülerine göre servet sahibi, ama küresel ölçüye göre küçük. Bir şirkete büyük, kişiye varlıklı derken sormak gerekir, hangi ölçüde büyük.

Fortune gibi dergiler dünya genelinde şirket ve kişilerin varlığı hakkında araştırmalar yapıyor. Son yılların tartışmalı mucidi Elon Musk'ın şirketi, TESLA, için 220 milyar dolar, çip üreticisi NVIDIA için 3.1 trilyon dolar, Fransız girişimci LVMH ve diğer lüks ürün markalarının sahibi Bernard Arnault için 197 milyar milyar dolar değer tahmin ediliyor. Elon Musk'ın TESLA yöneticisi olarak son üç yıl kazancından 56 milyar dolar prim alması Delaware Mahkemesi'nde yargılanıyor. [2]

Dünyada bu tür şirket ve kişi varlığı tahminlerini çoğaltmak mümkün. Türkiye için de böyle rakamlardan söz ediliyor. Burada isim vermiyoruz. Ancak en önemli iş insanlarının, şirketlerin değerinin bu rakamların çok uzağında olduğunu tahmin etmek zor değil. Üstelik biraz önce değindiğimiz, on yıllar itibariyle girişimin, servetin el değiştirmesi mevcudun ufalanmasına yol açıyor. 

Bunun sonucu girişimcilerin doğru sektörlerde, endüstrilerde, doğru teknolojilerle ve stratejileri izleyerek ortaklık kurmalarının, yatırım yapmalarının giderek güçleşmesidir. Finansman aşamasında devlet garantisi gerekli olmakta, bu ise risk tanımını, algısını etkilemektedir. Örneğin ağır endüstride yatırım yapılmasında bu etken geçerli olabilmektedir. Buna karşılık örneğin saydığımız gruplardan B. Arnault kendi varlığının verdiği güçle dilediği şirket satın almalarının verdiği serbestlikten yararlanmaktadır. Endüstrilerin rekabet koşulları, Değer Zincirinin Evrimi'nde tartıştığımız gibi gücü kısa aralıklarla değişmektedir. Buna uyan iş insanları, yatırımcılar kazanmaktadır.

Söze ağır bir benzetmeyle, çoklu organ yetmezliği ile başladık. Türkiye hem nüfusuyla, hem kültürüyle, hem demografik yapısını oluşturan genç kitleyle ve 80 yılllık sanayi deneyim ve kültürüyle önemli potansiyele sahiptir. Ancak birkaç yıldır içine girdiğimiz; aydınlanmayı, hesap vermeyi reddeden zihniyet, hukuk, adalet, hesap verme, saydamlık, eşitlik organ ilkelerine uymaya izin vermemektedir. Birbirimize sürekli olarak sorduğumuz soru, "bu çürümenin" nasıl ve ne zaman sona ereceğidir. 

Dayanılmayacak kadar yüksek olan ve nedenleri açıklanamayan fiyat düzeyi, çürümenin kansere dönüşmesine yol açacak olan "orta sınıfın yok olması" tehlikesi karşısında parasal bir sorun olan enflasyon konusunda herkes konuşmaktadır. Oysa son günlerde sözü edilmeye başlanan stagflasyon ve deflasyon; depresyon, üretimin, yatırımların durduğu esas korkulması gereken durumdur. Enflasyonun tersine bireyler gelecek korkusuyla para harcamaz. İktisatçının ve doğru politikacının esas korkusu işsizlik ve ekonomik durgunluktur.


[1] Çelik Kurtoğlu, Değer Zincirinin Evrimi, Efil Yayınevi, 2023 Ankara

[2] Bu tam bir doğru yönetim (governance). Musk'ın kendisi gibi hissedar olan kardeşiyle birlikte yönetim kurulu kararı üzerinde etkili olması, yargıç Kathaleen Saint Jude MacCormick, bu kararı "doğru yönetim" ilkelerine göre yargılıyor ve onaylamıyor. Governance karşılığı "yönetişim" kelimesi kullanmakta ısrar edenler için yeniden düşünme fırsatı.

Ahmet Çelik Kurtoğlu kimdir?

Ahmet Çelik Kurtoğlu, 1942'de Ankara'da doğdu. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu.

Akademik kariyerini 1982 yılına kadar aynı kurumda sürdürdü, Cambridge Üniversitesi'nde lisansüstü derecesi aldı. 1972-74 yılları arasında Yale Üniversitesi'nde doktora sonrası çalışmaları yaparken teknolojik gelişme ve endojen büyüme teorisi üzerinde yoğunlaştı, 1997-2006 yılları arası Galatasaray Üniversitesi'nde ders verdi.

T.C. Dışişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle 1978-82 yılları arasında B .M. UNCTAD "Teknoloji Transferi Davranış Kodu" müzakerelerinde T.C. delegesi olarak yer aldı.

1983-86 yıllarında arasında İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Kalkınma Merkezi'nde araştırma yöneticisi olarak görev yaptı. Türkiye ve beş Asya ülkesinde Müşavir Mühendislik sektörü üzerinde yaptığı çalışma OECD tarafından yayınlandı.

1987 yılında Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) kurucu direktörü olan Kurtoğlu, 1992 yılından itibaren Karadeniz Ekonomik İşbirliği İş Konseyleri Genel Sekreteri, daha sonra 2008 yılına kadar DEİK Yönetim Kurulu ve İcra kurulu üyesi olarak görev yaptı. DEİK pek çok Türk şirketin uluslararası işbirliği kurması sürecinde yardımcı oldu.

Prof. Dr. Kurtoğlu, yurtdışındaki faaliyetini 1994-2006 yılları arasında European Roundtable of Industrialists (ERT) adlı kurumda danışman olarak sürdürdü. ERT en büyük 50 Avrupa sanayi şirketi başkanları tarafından, AB Komisyonuna politika tavsiyesi yapmak üzere kurulmuştur. Politika tavsiyesi danışmanların oluşturduğu çalışma gruplarında geliştirilmektedir.

1999 yılında Kurdoğlu Danışmanlık A.Ş.'ni, 2003 yılında "İyişirket Danışmanlık A.Ş."yi kurdu ve strateji, şirket değerlemesi ve satış müzakeleri, iş geliştirme ve finansman, kurumsal yönetim (governance) konularında danışmanlık hizmeti verdi.

2001 yılında TMSF "9 Banka Yönetim Kurulu Üyesi" olarak, 2002-2007 yıllarında arasında Tekfenbank Yönetim Kurulu, 2012-2019 yılları arasında Tekfen Holding A.Ş. Bağımsız Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı.

2007-2008 döneminde TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı oldu

A. Çelik Kurtoğlu teknoloji ve uluslararası ekonomik ilişkiler konularında yayın yapmıştır. Son çalışması olan "Değer Zincirinin Evrimi", Aralık 2022'de Efil Yayınevi tarafından yayınlanmıştır.