T24 Video Servisi
İlahiyatçı yazar ve akademisyen Hidayet Şefkatli Tuksal, AKP iktidarı dönemi uygulamalarını değerlendirirken “Maalesef, mağduriyetler azalacağına arttı ve çeşitlendi. Türkiye’de en önemli olan bir şey güven ortamı kayboldu. Herkes, ‘Başıma bir şey gelebilir’ endişesini taşıyor bu ülkede” dedi. Gelinen noktada muhafazakâr kesimin de rahatsızlıkları olduğunu söyleyen Tuksal, “Şöyle diyoruz kendi aramızda, ‘İktidar değişse herkes bizi AK Partili olarak görecek, yeni iktidar geldiğinde gene bizim tepemizde boza pişirecekler. Yani muhalifler ama dindar kimlikli oldukları için başka bir yönetim gelse bile gene kendilerinin makbul vatandaş olamayacağından endişeliler” görüşünü dile getirdi.
Yazar Hidayet Şefkatli Tuksal, T24 ekranında Murat Sabuncu'nun hazırladığı “Türkiye'de hayat nasıl bayram olur?” serisinin konuğu oldu. Halen Serbestiyet sitesinde yazan Tuksal, Sabuncu'nun sorularını yanıtladığı video söyleşide, ülke gündemindeki konulara dair özetle şu görüşleri dile getirdi:
“AK Parti döneminde bunların yaşanıyor olması kabul kabul edeceğimiz bir şey değil”
Toplumsal kutuplaşmanın ve ayrışmanın geldiği noktayı değerlendiren Tuksal, kutuplaşmanın son 20 senede ortaya çıkmadığın, 12 Eylül 1980 darbesi öncesi Türkiye’nin çok daha kutuplaşmış olduğunu söyledi. Tuksal, “Bu ayrışma, belli gruplarda özellikle daha seçkin, daha elit gruplarda her zaman vardı. Bu, AK Parti öncesi yapılan araştırmalarda da vardı. Benim bir sürü kendi tecrübem var. Dolayısıyla bu hep vardı, yine var ama biz bunu AK Parti’nin, bu kadar Avrupa Birliği, demokratlık, barış, ülkeye şimdiye kadar gelmemiş olan barış atmosferini, kaynaşma atmosferini getirme iddiasında olan bir partinin döneminde bunların, bu şekilde yaşanıyor olması tabii kabul edeceğimiz bir şey değil” dedi.
“İktidar, ona oy veren insanları hayal kırıklığına uğratan bir sürü şey yaptı”
Kutuplaşma ve ayrışmada 'milliyetçilik kibri veya düşmansız yapamama' faktörü gibi pek çok faktörün de etkili olduğunu dile getiren Tuksal, “Şu demek değil; iktidarın kutuplaştırıcı dilinin etkisi yok. Var tabii ki. İktidar, bu anlamda bizleri, ona oy veren, destekleyen insanları hayal kırıklığına uğratan bir sürü şey yaptı. Bir tanesi de bu. Biz insanların birbirine düşman olmasını nasıl isteyebiliriz? Böyle bir şey olabilir mi? Ama maalesef şu anda kendi iktidarının selametini bunda gören insanlar var” diye konuştu.
“Demokratikleşme bir retorik değildi, biz buna inandık”
Murat Sabuncu'nun, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıyken, 14 Temmuz 1996’da verdiği bir röportajdaki “Demokrasi amaç değil araçtır” sözlerini hatırlatarak sorduğu “Demokrasi bir araç mıydı?” sorusu üzerine Tuksal, özetle şunları söyledi:
“Erdoğan ne düşünürse düşünsün AK Parti’de demokrasiye, demokratikleşmeye inanan kadrolar vardı ve inanan insanlar vardı, desteklediler. Türkiye’nin selametini demokratikleşmede gördüler. Avrupa Birliği hedefinde gördüler, özgürleşmede gördüler. Bu bir retorik değildi. Biz buna inandık. En azından bir sürü insan inandı. Bir dönem bu demokratikleşme pratiklerini, niyetini yaşadık gerçekten bunu kimse inkâr edemez. Sorun; o yapılanların doğru olmasıydı, yanlış; bu yapılanlardan dönmek. Her zaman demokratikleşme hamlelerinin önünde veya barış çabalarının önünde şahinler, milliyetçiler, aşırı milliyetçiler -şimdi aşırı teröristler var- aşırı milliyetçiler vesaire oluyor. Kendi konforunun bozulmasını istemeyen insanlar oluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük sorunu sürekli insanları ezberlerle yetiştirmek. Resmi ezberler, dini ezberler ve Cumhuriyet modernleşmesi düşünen birey yaratamadı. Batılı görünen birey yarattı ama biat ideolojisi maalesef devam etti. Onun için AK Parti’nin ilk dönemi bunu kaldırmaya yönelik bir şeylerin yapıldığı, herkesin bu işe elini verdiği bir dönemdi. Fakat sonra maalesef gelişmeleri hep beraber yaşadık. Bundan mutlu değiliz. Ben, çok mutsuzum. Bu ülkede her bir vatandaş onurlu ve saygın. Herkes insan haklarına sahip. Ben dindarım, oruç tutuyorum, Ramazan ayındayız ama insanlar oruç tutmak zorunda değil inanmıyorlarsa. İçki içmek istiyorsa içer. Bunu kim yasaklayabilir? Kim, kendinde bu hakkı görebilir?”
“Başörtülü kadınların yıllardır dışlanıyor olmaktan gelen psikolojik bariyerleri var”
Murat Sabuncu'nun, “Muhafazakâr kesim daha mı görünür oldu, laik kesimde muhafazakârların 28 Şubat döneminde yaşadığı gibi bir sıkışma var mı?” sorusuna yanıt veren Tuksal, muhafazakâr erkeklerin zaten görünürlük, özgürlük sorunu olmadığını ama binlerce kadının 28 Şubat döneminde eğitim ve iş hayatından mahrum kaldığını söyledi. Tuksal, şöyle devam etti:
“Ben 96’de istifa etmiştim öğretmenlikten, 97’de 28 Şubat süreci başladı ben 2014’e kadar 18 yıl hiçbir kamu görevi yapamadım. Birçok kadın çok geç kaldı. Şu anda benim yaşımda hatta benden yaşı büyük olup üniversite okuyan arkadaşlarım var. Yani hayat bazı kadınlar için yeni başladı. Kadrolaşma falan hep çok şikâyet ediliyor, AK Parti’nin kurumlarda yaptığı kadrolaşma. Fakat kadrolaşma her dönemde vardı. Bugün başörtülü kadınlar sanki her yere gelebiliyormuş, işte hani yasaklar kalktığı için böyle bir şey var ama bunun önünde daha çok şey var. Başörtülü kadınların bir kere kendi çekingenlikleri var. Yıllardır dışlanıyor olmaktan gelen ve kendi camiasında bile yeterince görülmemekten gelen bir sürü psikolojik bariyerleri var. Ve bu konuda bir yüzleşme yaşanmadığı için kimse onlardan özür dilemediği için iyileşmedik aslında. Siz, o yılları yaşanmamış sayamıyorsunuz. Çünkü siz o yıllarda bir psikoloji kuşanıyorsunuz. Türkiye’de bütün sorunlar hâlâ yaşamaya devam ediyor. Hukuk sistemi düzelse bile. Çünkü bu sorunları ortadan kaldıracak, rehabilite edecek çalışmalar yapılmadı.”
“Yukarıdan bir ses sürekli bağırıyorsa bu yeterli insanların rahatsız hissetmeleri için”
Laik kesimin sıkışmışlığı konusunda da değerlendirmelerde bulunan Tuksal, “Türkiye’de seküler, lâik dediğimiz kesim de homojen bir kesim değil. Biz, baktığımız zaman 'bu dindar' demediğimiz insanlara seküler diyoruz. Kıyafetinden, dışarıdan baktığınızda gayet seküler bir insan olarak gördüğünüz bir sürü kadının mescide gelip namaz kıldığını görüyorum. Dolayısıyla bizim seküler dediğimiz insanlar dinle hiç irtibatı olmayan insanlar değil ki. Ateist bir grup da olabilir veya dini hayatında çok minimize etmiş bir grup da olabilir ama ne olursa olsun sekülerlik derecesi, yukarıdan yükselen bir ses sürekli bağırıyorsa, sürekli bir tehdit ortamı yaratıyorsa, sürekli insanları endişeye sevk ediyorsa, bu zaten yeterli o insanların kendilerini sıkışmış rahatsız hissetmeleri için” dedi.
“Herkes başıma bir şey gelebilir endişesi taşıyor”
Murat Sabuncu'nun KHK mağdurlarına, üniversitelerden uzaklaştırılan barış akademisyenlerine yönelik olarak dile getirilen "Ağaç kabuğu yesinler” söylemini hatırlatması üzerine Tuksal, “Maalesef, mağduriyetler azalacağına arttı ve çeşitlendi. Farklı farklı kesimler mağduriyetler yaşamaya başladılar ve gerçekten yani başörtülüler tamam özgürleşti, sağalmadı ama şimdi yeni mağduriyetler var. Bütün bu kısıtlamalar kalksa bile tekrar her şey nasıl yeniden eskiye dönecek ,insanlar birbirlerine nasıl yeniden tutunacaklar, nasıl güvenecekler? Türkiye’de en önemli olan bir şey güven ortamı kayboldu. Yani şu anda herkes kendini güvensiz hissediyor. Herkes, ‘başıma bir şey gelebilir’ endişesini taşıyor bu ülkede. Bu bile başlı başına bir travma olarak yeter” dedi.
“İktidar değişse gene bizim tepemizde boza pişirecekler endişesi var”
İktidara yönelik kadrolaşma eleştirilerini de değerlendiren Hidayet Şefkatli Tuksal, özetle şunları söyledi:
“Şu anda bu geldiğimiz noktada bir sürü şey duyuyoruz, bunlardan hepimiz rahatsızız fakat sesimiz ulaşmıyor kimseye. Bir sürü dindar insan bu işlerden rahatsızlıklarını ortaya koyuyor fakat şöyle söyleyeyim geçmiş uygulamalar geçmiş hafıza, geçmişte yaşananlar, insanları ‘Evet yapılanlar doğru değil, çok yanlış fakat eğer yönetim değişirse gene güme giden biz olacağız.' Mesela dün akşam bir toplantıda konuşuldu bu. Bunu başörtülü kadınlar çok düşünüyor. Şöyle diyoruz kendi aramızda ‘iktidar değişse herkes bizi Ak Partili olarak görecek, yeni iktidar geldiğinde gene bizim tepemizde boza pişirecekler.' Dün akşam bir erkek grubunun aynı şeyi konuştuğunu işittim. Yani muhalifler ama dindar kimlikli oldukları için başka bir yönetim gelse bile gene kendilerinin makbul vatandaş olamayacağından endişeliler. Yani korkularımız devam ediyor. Her kesimin korkusu devam ediyor zaten sorun bu ama şöyle de bir şey var insanları korkutarak yönetme politikası günübirlik bir idame politikası olarak işliyor. Bunu her dönemde yaşadık, bu da yeni bir şey değil. Ama ben bunu dindar insanlar yaptığı için çok çok üzgünüm. Çünkü bu politikaların acısını çektiler zamanında bundan ders almış olduğunu düşünüyorduk ve özgürlüğün kıymetini, demokrasinin kıymetini öğrenmiş olduklarını düşünüyorduk. Sorun; onlar eliyle de bu tür baskıların yaşatılmış olması. Ben bu yüzden üzgünüm bu yüzden kızıyorum.”
“Bugün dayanışmanın bedeli daha ağır”
Murat Sabuncu'nun, “Muhafazakâr kesim haksızlığa uğrayan kesimlerle ne kadar dayanışma içinde?” sorusuna yanıt veren Tuksal, şunları söyledi:
“Dayanışsalar bile bunu gösteremezler. Diyelim ki geçmiş 28 Şubat’ta dindar başörtülü kadınlara dayanışan insanların ödeyeceği bedel kendi çevresinden dışlanma olabilirdi, ki oldu böyle şeyler ama işine kaybetme, hapse girme gibi şeyler olamazdı. Fakat bugün insanlar neden dayanışma konusunda çekingenler, buna rağmen dayanışan bireysel ya da küçük gruplar var fakat bugün bedeli daha ağır. Bugün siz, diyelim bir şeye destek verdiniz ama verdiğiniz o destek için değil bambaşka bir suçlamayla başınıza iş getirilebiliyor. Birçok insan bununla karşılaştı. O yüzden bu tür durumlarda başınıza ne geleceğini kestiremediğiniz bir durum var. Yani eskiden bilirdiniz, şöyle bir suç mu işlediniz, bunun kanundaki yeri şu, cezası bu, bunu göze alıyorsanız zaten yapardınız ama şu anda böyle bir belirsizlik var yani. Ne suç? Suç olan ne bilmiyoruz. Suç olan muhalif olmak birilerinin hoşuna gitmeyecek bir şeyler söylemek. Ya Cumhurbaşkanına hakaretten ya şundan ya bundan insanların başına bir sürü iş geliyor. Ve başınıza bir iş geldiğinde bunu ne zaman düzeleceğine yönelik bir şey yok. Yani siz o girdiğiniz yerden 3 ayda mı, 5 ayda mı 5 senede mi çıkarsınız belli değil. Öylesine bir keyfilik var ki dolayısıyla insanlar bu yüzden birçok şeyi göze alamıyorlar ama bu göze alamıyorlar demek yapılanlar hoşlarına mı gidiyor hayır. İnsan denen varlık adaletsizlikten mutsuz olan bir varlık. AK Parti'nin içine bunu bir sürü duyuyoruz, şu anda milletvekili olanlar da dahil olmak üzere yapılanlardan rahatsız bir sürü insan var. Fakat bu belirsizlik yüzünden, hani insanların ödeyeceği bedel belli olsa ben çok daha fazla sesin çıkacağını düşünüyorum. Fakat bunun belirsizliği çok daha temkinli olmaya, açıktan değil daha gizli yollardan dayanışma yolları icat etmeye götürüyor” diye konuştu.
“İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması tamamen siyasi bir jest”
İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasını değerlendiren Hidayet Şefkatli Tuksal, “Bu sözleşmenin kaldırılmasına karşıydık. Sözleşmenin kaldırılmasını tamamen siyasi bir jest olarak görüyorum bunun kaldırılmasını isteyen kesimlere karşı ama şöyle diyorlar ‘Sözleşme kaldırıldı ama 6284 var Türkiye’de kadını şiddete karşı koruyan tek şey İstanbul sözleşmesi değil. Yani, ‘Biz kadını şiddete kurban vermeyeceğiz’ bir yandan böyle söyleniyor bir yandan İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı tamamen siyasi bir karar olduğunu düşünüyorum” dedi.
“Türkiye’de her bir insan kendini mutlu hissettiğinde hayat bayram olacak”
Hidayet Şefkatli Tuksal, “Türkiye’de hayat nasıl bayram olur?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Türkiye’de her bir insan kendini mutlu hissettiğinde hayat bayram olacak. Türkiye’de insanların değer görmesi gerekiyor, değer vermemiz gerekiyor. Birbirimize saygı duyduğumuzda, değer vergimizde, önem verdiğimizde birbirimiz için fedakarlık yaptığımızda; birbirimize dikkat etmek, korumak, düşünmek anlamında. Benim derdim dayanışmacı, demokratik, insanların birbirine değer verdiği ve insanların birbirini sevmek için çaba harcadığı bir sistem kurabilmek. Hayat böyle bayram olur.”