T24 Video Servisi
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, Türkiye’de toplumsal muhalefeti oluşturan çevre, kadın, gençlik hareketleri, LGBTİ+ hakları mücadelesi ve işçi sınıfının siyasette temsil edilemediğini belirterek, “Bu toplumsal hareketlere göre çok fazla olanağa sahip mevcut muhalefet partileri, bu kuvvetlerin, onda biri, yüzde biri kadar muhalefet edemiyorlar. Daha önemlisi, bu toplumsal hareketlerin Meclis'teki sözcülüğünü üstlenmekten de imtina ediyorlar. Ve bu gidişat, AKP’nin bu kadar süredir koltuğunu korumasının en önemli nedenlerinden bir tanesi” dedi.
TİP Genel Başkanı Erkan Baş, T24 ekranlarında Murat Sabuncu’nun hazırladığı, “Türkiye’de hayat nasıl bayram olur?” söyleşi serisinin konuğu oldu, Baş, Sabuncu’nun sorularını yanıtladığı video söyleşide 1960’lardan günümüze TİP, emek, gençlik, kadın ve çevre hareketlerinden, muhalefet partilerinin içinde bulunduğu durum, ittifaklardan, Kürt Sorunu ve HDP’ye bakış açılarına kadar pek çok konuda açıklamalarda bulundu. TİP Genel Başkanı Erkan Baş’ın açıklamaları özetle şöyle:
Eski ve yeni TİP’in farkı
1961’de Meclis’e girebilen ilk sosyalist parti olan Türkiye İşçi Partisi (TİP) 60 yıl sonra yeniden siyaset sahnesinde. TİP Genel Başkanı Erkan Baş, 60 yıl önce kurulan TİP ile şimdiki TİP arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları Murat Sabuncu’ya anlattı. 2018’de başladıkları kuruluş çalışmalarını yeni yeni tamamladıklarını belirten Baş, eski ve yeni TİP arasındaki farkı şöyle özetledi:
“Bugün, Türkiye 60 yıl öncesine göre olumlu ya da olumsuz birçok farklılığı içinde barındırıyor. Örneğin, 60 yıl önce Türkiye kapitalist bir ülke mi, işçi sınıfı var mı yok mu diye tartışıyorduk, bugün ise işçi sınıfının ne kadar büyüdüğünü tartışıyoruz. 60’lı yıllarda Türkiye’de işçi sınıfı hareketinin yavaş yavaş kıpırdanmaya başlaması, TİP’in ardından DİSK’in kurulması ve işçi sınıfı mücadelesinin aslında doğrudan kendisinin aslında siyasete damga vurduğu bir dönemi tartışıyorduk, özellikle 12 Eylül darbesi ve arkasından AKP iktidarıyla beraber Türkiye’de işçi sınıfının, emekçilerin, yoksulların örgütsüzleştirildiği bir süreci yaşamış olduk. Bu, örneğin bizim açımızdan en büyük zorluklardan bir tanesi” dedi.
“Emek sürecinde iç savaş yaşanıyor”
İş Sağlığı İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) açıkladığı 2020 İş Cinayetleri Raporu’na göre iki binin üzerinde işçinin hayatını kaybettiğine dikkat çeken Baş, “Bir iç savaş yaşanıyor aslında emek sürecinde. İş cinayetlerinde hayatını kaybeden işçilerin yüzde 96’sı sendikasız, örgütsüz işçiler. Bu, işçinin hayat mücadelesi açısından bile örgütlülüğün ne kadar anlamlı olduğunu gösteriyor. Bir de bunu siyasal mücadeleye taşıdığımızda şöyle bir tabloyla karşı karşıyayız; herkes işçiler adına konuşuyor, işçiler adına düşünüyor. İşçiler derken de Türkiye’nin bugün artık yüzde 99’unu kastediyorum, emeğiyle yaşayan tüm insanları kastediyorum. Başkaları bizler adına konuşuyor, düşünüyor, karar veriyor, biz onların yarattığı bu karanlığı yaşamak durumunda kalıyoruz. Bunun değiştirilmesi için de bir çaba olarak değerlendirebiliriz TİP’in bugün yeniden siyaset sahnesine çıkmasını” diye konuştu.
“Hedefimiz 1965’te TİP’in yakaladığı başarıyı egale etmek”
TİP olarak hedeflerini anlatan Baş, “Hedefimiz öncelikle 1965’te TİP’in yakaladığı başarıyı egale etmek. Çünkü bir taraftan da ‘Türkiye aslında niye bu karanlığı yaşıyor?’ sorusunun cevabı sadece bugün değil, geride kalan 30 yıldır böyle bir zemine oturan güçlü bir siyasi partiye sahip olmamaktı. Dolayısıyla bizim açımızdan bir miras olmanın ötesinde aynı zamanda bir eşik birinci TİP. Ve yarattıkları da sadece muhalefet ederek bile Türkiye’ye kattıklarıyla belki de Türkiye’nin çok daha koyu bir karanlığa savrulmasının da önüne engel olduğunu hatırlatmak isterim” ifadelerini kullandı.
“Tam kapanmada Türkiye’nin yüzde 60’ından fazlası çalıştı”
Pandemide emekçilerin durumuyla ilgili değerlendirmelerde bulunan Erkan Baş, pandemiyi “kapitalizmin yoğunlaşmış hali” olarak nitelendirdi. Baş, pandemiyle daha da öne çıkan emekçi kimliğiyle ilgili şunları söyledi:
“Aslında, çok uzun süredir kimlikler, başka veriler siyaseti domine etmeye başlamıştı. İnsanların etkin kökeni, dini inancı gibi farklı başlıklar daha güncel ihtiyaçlar belki siyaseti domine ediyordu. Ama gittikçe emekçi kimliğinin insanların siyasal konumlanışını da etkilemeye başlayacağına ilişkin bir öngörüyle, dünyadaki yönelimin Türkiye’de de karşılığını bulacağını düşünüyorduk. Fakat pandemiyle birlikte bu inanılmaz hızla arttı. Türkiye’nin en büyük şansızlıklarından bir tanesi dünya çapında yaşanan bu salgına AKP gibi katıksız bir sermaye, burjuva partisinin yönettiği bir ülkede denk gelmiş olmak. Pandemi, aslında bir işçi sınıfı hastalığına dönüşmüş durumda. DİSK’in yayınladığı veriler çok çarpıcı. Doğrudan, Çalışma Bakanlığı’nın yayınladığı sektörel bazlı çalışma genelgesine baktığımızda şu anda Türkiye’nin yüzde 60’ın üzerinde işçisi, emekçisi, yoksul insanı çalışmaya devam ediyor. ‘Bu nasıl bir tam kapanma?’ sorusunu soruyoruz. Şu söyleniyor aslında: ‘Tam kapanma kararı alıyoruz ama eğer siz işçiyseniz çalışmaya devam edin.' 18 yaşının altındakilerin sokağa çıkmasına kısıtlama geldiğinde, 18 yaşının altında olmasına rağmen bir iş yerinde çalışanların çıkması için özel izinler çıkartılan bir ülkede yaşıyoruz. Pandemide önlemler alınıyor ama işçi sınıfı bu önlemlerin içerisinde değil. Tam tersine birileri boğazdaki yalılarında rahat edebilsinler diye işçiler daha fazla çalışıyor, daha fazla sömürüye maruz kalıyor pandemi döneminde” diye konuştu.
“İşsizlik Fonu’ndan işçinin parasını alıyorlar, patrona veriyorlar”
Türkiye’nin neoliberal düzenin faturasını en ağır ödeyen ülkelerden biri olduğunu vurgulayan Baş, bu faturanın her yerde olduğu gibi işçi sınıfına emekçilere yıkıldığını dile getirdi. Türkiye’nin dünyada Hazine’deki payına göre pandemide yurttaşlarına en az destek ayıran ülke olduğuna dikkat çeken Baş, yaklaşık 60 milyar liralık sosyal yardımın, 50 milyar lirasından fazlasının İşsizlik Fonu’ndan karşılandığının altını çizdi. Baş, “Biz bu ülkenin işçileri, emekçileri, sigortalıları yarın öbür gün işsiz kaldığımızda kullanmak için bir kumbarada para biriktiriyoruz. Bu iktidar, bizim kumbaramızdaki parayı alıyor, bunu sanki halka dağıtıyormuş gibi yapıp, çok büyük bölümünü de bu paranın doğrudan patronlara, sermayedarlara aktarıyor. İşsizlik Fonu’ndan işçinin parasını alıyorlar, patrona veriyorlar, diyorlar ki, ‘Sana teşvik, sen bununla memlekette çalışmak zorunda olanlardan işçi al.' Bizim paramızla bizi çalıştırıyor patron, bizim emeğimiz üzerinden kâr elde ediyor” dedi.
“Memlekette inatçıların sayısı her geçen gün artıyor”
TİP’in “inadın iradendir” sloganını anlatan Baş, bir siyasi parti olarak, “Halka yalan söylemek suçtur” ilkesiyle hareket ettiklerini söyledi. Baş, “Verilecek en kısa yanıt TİP’in bir inadı temsil ettiğidir ve Türkiye’nin inatçılarıyla bir arada olması gerektiğidir. Çok uzun yıllardır, yok sayılmaya, ezilmeye, horlanmaya karşı ısrarla insanlığın kurtuluş umuduna bağlı olmak da bir inattır, bu iktidarın 20 yıldır ele geçirdiği devlet olanaklarıyla; baskıyla, şiddetle medya ablukasıyla, insanları işsizliğe, yoksulluğa, çaresizliğe mahkûm ederek teslim almaya çalışmasına karşı da bir inattır. Muhalefetin de bir kısmının en azından düzen içi bir çizgiye doğru çekilmesi, bu iktidarın attığı bu adımlar karşısında aslında halkın beklediği, halkta karşılığı olan adımları gösteremediğini de tespit ettik. Esas olarak, bu iktidara teslim olmayan ve bu iktidarı yıkmak için mücadeleye devam eden herkesin TİP’te birleşebileceğine dair özet bir ifadeydi. Memlekette inatçıların sayısı hiç de az değil ve her geçen gün artıyor” diye konuştu.
“Çevre mücadelesi, antikapitalist mücadelenin uzanımıdır”
Murat Sabuncu’nun “TİP, çevre hareketinin neresinde?” sorusuna yanıt veren Erkan Baş, “Çevre mücadelesi, TİP açısından antikapitalist mücadelenin, emek -sermaye mücadelesinin bir uzanımıdır. Bugün, dünyada da ülkemizde de ‘çevreyi kim katlediyor?’ sorusunun yanıtı; sermayedarlardır, para babalarıdır. Bunlar, daha fazla para kazanabilmek için bu ülkenin taşını, toprağını, ormanını, deresini, sincabını yok etmeyi göze almış vicdansızlardır” dedi.
“Muhalefet, toplumsal hareketlerin yüzde biri kadar muhalefet edemiyor”
TİP’in, 20 yıllık iktidarın, iktidar koltuğunda oturmaya devem ettiği bir yerde, muhalefetin de kendi eksikliklerine bakması gerektiğinden hareketle yola çıktığını anlatan Erkan Baş, şunları söyledi:
"Türkiye’de toplumsal muhalefete baktığımızda çevre hareketi, kadın hareketi, gençlik hareketi, LGBTİ+ hakları mücadelesi, bunların her birisi son derece dinamik, son derece kararlı, bu iktidara karşı deyim yerindeyse göğüs göğse çarpışan kuvvetler ama siyaset alanına baktığımızda bunların hiçbir tanesinin temsil edilemediğini görüyoruz. İşçi sınıfı da böyledir. Türkiye öyle bir hale geldi ki, AKP iktidarında asgari ücretim altı ve biraz üstünde yaşayan nüfus toplumun yüzde 65’ine ulaşmış durumda. Biz, bu güçleri siyaset alanında bir kuvvet haline getirmek için TİP’i inşa ettik. Dolayısıyla, emek mücadelesi bizim ana mücadele aksımız ama çevre, gençlik, kadın mücadelesi, LGBTİ+ hakları mücadelesini bundan bağımsız ayrı bir alan olarak görmüyoruz. Bu toplumsal hareketlere göre çok fazla olanağa sahip mevcut muhalefet partileri. Bu kuvvetlerin, onda biri, yüzde biri kadar muhalefet edemiyorlar. Daha önemlisi bu toplumsal hareketlerin Meclis’teki sözcülüğünü üstlenmekten de imtina ediyorlar. Ve bu gidişat, AKP’nin bu kadar süredir koltuğunu korumasının en önemli nedenlerinden bir tanesi. Eğer biz başaralı olabilirsek, toplumda biriken bu mücadeleci karakteri, bu umudu, bu kararlılığı aynı zamanda da siyasal anlamda başarabilirse TİP, emin olun hem Türkiye muhalefeti çok büyük bir güç kazanacak. Daha önemlisi Türkiye muhalefeti daha kararlı daha inatçı, daha net, sözü net, ne istediği net bir karakter kazanacak diye düşünüyoruz. Ve bu toplumsal muhalefetten beslenmeyen herhangi bir siyasal hareketin Türkiye’nin geleceğinde yeri olmayacağını da özellikle vurgulamak istiyorum”
“Gençleri tavlamak için çizgi film yaparak rezil olan bir iktidarla karşı karşıyayız”
“Kastettiğim çizgi filmler yapıp gençleri tavlamak değil” diyen Baş, “Bu da aslında ne kadar yabancı olduğunu Türkiye’deki siyaset kurumunun toplumsal muhalefete, Türkiye gerçekliğine ne kadar yabancı olduğunu gösteren çok çarpıcı bir örnekti. Yani memleketin geçlerini tavlamak için çizgi film üreten ve bunu yaparak rezil olan bir iktidarla karşı karşıyayız. TİP’in arayışı hedefi, bu toplumsal kesimlerin bir seçmen olmaktan, oyu kazanılacak kalabalıklar olmaktan çıkartıp, siyasal mücadelenin kurucu öznesi haline getirmektir. Bu da Türkiye’nin mevcut siyasal partiler düzeyinin bir bütün olarak değişmesi gerektiği tezimizi tamamlayıcı bir unsur” ifadelerini kullandı.
“Muhalefet, Boğaziçi öğrencilerinin direnişine sırt çevirdi”
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin direnişine ve muhalefetin buna yönelik tutumuna dikkat çeken Baş, “TİP’in son aylarda etkisi niye arttı? Nasıl arttı? Biz siyaset yaparken doğru olduğunu inandığımız şeyleri söylemeye ve onun gerektirdiği eylemi gerçekleştirmeye çalışıyoruz. TİP’in etkisi ne zaman artmaya başladı, Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri direnmeye başladı ve Türkiye’de parlamentodaki muhalefet partilerinin neredeyse hiçbiri açıkça net bir biçimde bu geçlerle birlikte tutum alamadılar. Türkiye’deki, kendi iddialarına göre muhafazakâr kesimleri küstürmemek, kızdırmamak adına, bu memleketin en parlak gençlerine sırt çevirdiler. Daha sonra fark ettiler, durumu toparlamaya çalıştılar ama TİP, hiçbir tereddüt göstermeden bu haksız uygulana karşısında baş kaldıran gençlerin, akademisyenlerin yanında durdu. Ve bakın bu bir kırılma noktasıydı TİP açısından” dedi.
“Siyasal partilerin vatandaşa seçmen gözüyle bakmaktan vazgeçmesi lazım”
Önümüzdeki dönem de tüm muhalefetin böyle kritik sınavlardan geçeceğini söyleyen Baş, iktidara yakın Cengiz İnşaat’ı İkizdere’de taş ocağı kurmak istemesine karşı yöre halkının başlattığı direnişe dikkat çekti. Baş, “Orada beşli çetenin mensubu olduğunu bildiğimiz bir sermayedarın kârı uğruna, çok büyük çoğunluğu AKP’ye oy vermiş kadınları, gençleri yok sayan bir iktidarla karşı karşıyayız. Bunun karşısında nasıl duracaksınız? O gençleri, o kadınları, oradaki amcaları teyzeleri, halaları, yüzyıllardır o topraklarda yaşayan insanları jandarmanın karşısında yalnız mı bırakacaksınız? Yoksa, ‘jandarmanın yaptığı suçtur, biz bu halkın yanında duruyoruz’ diyecek misiniz? Ama temel problem şu siyasal partilerin vatandaşa seçme gözüyle bakmaktan vazgeçmesi lazım. Seçmenlik, her yurttaşın üç yılda bir, beş yılda bir kullandığı bir kimliği. Yurttaş olma, yurttaşlıktan kaynaklı hakları günün 24 saati, yılın 365 günü geçerli. Bizim yapmamız gereken şey, yurttaşımızı, enerjisini, birikimini siyasete katmak” diye konuştu.
“İktidardaki çatlak büyüyor”
Suç örgütü lideri Sedat Peker’in iktidarı hedef alan açıklamalarını ve Ruhsar Pekcan’ın Ticaret Bakanlığı döneminde kendi bakanlığına dezenfektan sattığının ortaya çıkmasını değerlendiren Baş “Bu tip suç örgütleri devletle doğrudan ya da dolaylı ilişki içerisindedir ve devletle herhangi bir bağlantısı olmayan suç örgütünün yaşayabilmesi ihtimali Türkiye’de yok. Bunlar maalesef Türkiye’de devletin işleyiş geleneği içinde yer edenmiş yapılar. Ne zaman gemi batmaya, bir yönetim krizi oraya çıkmaya başlarsa herkes kendi filikasını kurtarmaya odaklanır. Herkes, bir diğerine suç atarak biraz kendisini temize çıkarmak, gelecek döneme kendisini bir aktör olarak hazırlamak üzere hazırlıklar yapıyor. Sadece Sedat Peker’in açıklamalarına bakarsak eksik kalır, bence ona yönelen hamleye de bakmak ve bir başlangıç noktası olarak da onu almak gerekir. Dolayısıyla karşılıklı hamleler yapmaya başlanıyor. Bunu siyasal alanda da karşılığı var. Dikkatli bakan bütün gözler AKP içerisinde, AKP- MHP arasında Cumhur İttifakı’nın içerisinde belirli tartışmaların kamuya yansımaya başladığını görüyor. Örneğin Ruhsar Pekcan’ın yolsuzluğunun açık edilmesi kuşkusuz yürekli gazetecilerin bir başarısıdır ama oradaki çatlağın büyümeye başladığını görünür hale gelmeye başladığını da gösteriyor. Önümüzdeki günlerde çok daha feci vakaların gerçek yüzünü öğrenmeye başlayacağız” dedi.
“HDP’yi yanlızlaştırmak, muhalefeti parçalama çabasının ürünü”
Murat Sabuncu’nun, “Kürt sorununa nasıl bakıyorsunuz? TİP- HDP ilişkisi nasıl?” sorusuna yanıt veren Baş, şunları söyledi:
“Türkiye’deki iktidar, bugün Türkiye’yi yöneten irade, çok basit bir taktik uyguluyor. Kürt yurttaşlarımızı ve onun siyasal temsilcisi olan HDP’yi bir terör konsepti içerisinde sıkıştırıyor ve hedef tahtasına onu aldığında da tüm toplumu dizayn edebileceğine inanıyor. Bir, yerlilik ve millilik sahtekarlığı içerisinde HDP hedef tahtasına yerleştirilmiş durumda. Bunu saptamak lazım ve hukuk dışı, ahlak dışı, insanlık dışı her tür uygulama karşısında HDP ile dayanışma ilişkisini geliştirmek gerekiyor. Bu memlekette vatandaşların oyuyla seçilmiş milletvekilleri, belediye başkanları sadece bu iktidar istemediği için görevlerinden alınıyorsa, cezaevine tıkılıyorsa, ‘Ama bunlar Kürt hak ediyorlar’ diyenler bu memleketi ateşe attıklarının farkına varmalıdırlar. Selahattin Demirtaş, ‘Seni başkan yaptırmayacağız’ demese de ‘Seni başkan yaptırmak bizim elimizde, bunu bir oturup konuşalım’ deseydi bugün cezaevinde olmayacaktı. Ama onlar iktidara yakın olmayı değil, halkla birlikte bu iktidara karşı mücadele etmeyi tercih ettikleri için hedef halindeler. Biz HDP’nin yalnızlaştırılması operasyonlarını bir bütün olarak Türkiye’de muhalefeti parçalama ve iktidarın koltuğunu kollama çabasının bir ürünü olarak görüyoruz. Bu sorumlulukta da hem HDP ile hem Kürt halkı ile omuz omuza durmayı tercih ediyoruz. Şunu da açıkça söyleyelim, Türkiye’nin bir Kürt sorunu vardır. Türkiye’de, bu topraklarda yaşayan bütün yurttaşlarımızın, kendilerini eşit bir yurttaş olarak kabul ettikleri, hissettikleri, bunu yaşadıkları bir atmosfer sağlanamadığı sürece bu gerilimleri yaşamak zorundayız. O yüzden barışçıl, özgürlükçü, eşitlikçi, hep bir arada yaşayabileceğimiz bir Türkiye’nin inşası için ne katkı yapabilirim diye düşünmeli.”
Erkan Baş’tan ittifaklar açıklaması
Murat Sabuncu’nun, “Türkiye’de yeni sitem gereği birtakım ittifaklar oluşuyor. Siz bu ittifak gruplarıyla görüşecek misiniz? İçlerinde yer alır mısınız?” sorusuna yanıt veren Baş, “TİP kendisine hedef olarak, Türkiye’nin bir an önce AKP- Saray rejiminden kurtulması gerektiğini koymuş durumda. Her ne yapacaksak bu göreve en fazla katkıyı nasıl verebiliriz sorusuna yanıt vererek yapacağız. Henüz hangi siyasal partiler kanunuyla, nasıl bir seçim kanunuyla bu seçime gideceğimiz bile belli değil. Biz, TİP olarak seçimlerde de bu memlekette dışlanmış, yok sayılmış, sesi siyaset alanında duyulmayan milyonların sesini en etkin şekilde duyurmak için hazırlıklarımızı yapıyoruz. Türkiye’nin bu karanlıktan kurtulması için önemli bir rolümüz olduğunu düşünüyoruz” dedi.
“Eşit, özgür, barış içinde yaşayacağımız geleceği inşa ederek hayat bayram olur”
Söyleşi serisine adını veren “Türkiye’de hayat nasıl bayram olur” sorusuna da yanıt veren Baş, özetle şunları söyledi:
“Eşitliği sağlamak, insanların özgürce, barış içinde, birlikte yaşayacağı geleceği inşa etmek gerekir ki hepimiz için bayram olabilsin. Türkiye’de gerçekten bayramlar yaşayabilmek için ilk yapılacak şey; bu Saray rejimine son vermektir diye düşünüyorum. Ondan sonra bayramlarımız başlayacak ve gittikçe güzelleşecek bu umudu taşıyorum.”