Konda Genel Müdürü Bekir Ağırdır, Murat Sabuncu ile yaptığı Sayıların Dili programında ‘Z kuşağı tartışmalarını’ yaptıkları araştırmalara da atıfta bulunarak analiz etti. Ağırdır "bu kuşağın yüzde 70'i var olan partilerin Türkiye'nin sorunlarını çözeceğine inanmıyor" derken gençlerin parti yönelimlerini de şöyle anlattı:
Bizim araştırmalarımızda gördüğümüz bu kuşağın yarıdan çoğu siyasi aktörlerden umutsuz olduğundan dolayı oy vermeye gitmeyeceğim diyor. Ve nitekim de gitmiyor zaten ağırlığı da. Ama gittiği zaman da AK Parti ve CHP'nin oy oranları, ya da gidenleri için diyeyim, araştırmalar üzerinden söylüyorum, seçim sonucu üzerinden değil... Gideceğini ve bir parti tercihinde bulunacağını söyleyenlerin içindeki oy oranları da AK Parti ve CHP'nin Türkiye ortalamasından geride. İyi Parti, MHP ve HDP ise Türkiye ortalamasından fazla oy alıyor. Ne demek... Çünkü bu çocuklar daha net tavırlar istiyorlar. Daha net pozisyonlar istiyorlar. Sadece radikal demek istemiyorum... Çünkü öfkeleri baskın.
T24’te yayınlanan Sayıların Dili programının geniş özetini aşağıda okuyabilirsiniz:
Murat Sabuncu:
T24'e hoşgeldiniz. Bu hafta Sayıların Dili'nde Bekir Ağırdır'la Z kuşağını, gençleri konuşacağız. Biraz tanımına da gireriz Z kuşağı nedirin ama... İki yeni gelişmeyi atlamadan konuşmak gerekir. Birincisi, kasım ayında belki de dünyadaki dengeleri değiştirebilecek Amerikan seçimleri var. Amerika'nın dünya siyasetine son derece büyük zararlar vermiş lideri Donald Trump'ın ilk seçim mitingini Z kuşağının Tiktok'tan, diğer sosyal medya platformlarından organize olup biletlerini alarak boş tribünlere yapmasını sağladı. Türkiye'de önce temmuzda yapılıcağı ilan edilen sonra hazirana çekilen üniversite giriş sınavıyla ilgili olarak gençlerin tepkisi vardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, sınavlardan bir iki gün evvel gençlerle sanal ortamda bir buluşma yaptı. Oraya yine bu genç kuşağın önce "oy moy yok" yorumları geldi, yorumlar kapatıldı, sonra da onbinlerce ‘dislike’ geldi. Bu iki olayda çok konuştuk aslında gençleri. Önce bir belki Z kuşağı kavramı, Türkiye'deki oy oranlarına ki, 2023'teki 7 milyon yeni bir kitle genç verecek oy... Onlara bakarak tarif etsek, nasıl etkili olacaklarını konuşsak.
Bekir Ağırdır:
Z kuşağı kavramı şuradan geliyor: Bu Amerika'da geliştirilmiş bir modelleme, gençlik çalışmaları ya da gençliği anlamak için. Öncülleri var. Yani 2. Dünya Savaşı'ndan sonra doğan ilk kuşağa Baby Boomer deniyor, yani o nüfus patlaması, doğum oranlarının patlamasıyla beraber. Sonra işte Y kuşağı millenniallar denen var, sonra da şimdi Z kuşağı diye böyle bir kodlama var. Bu kodlama, bir kere bir doğum tarihlerine bağlı, şimdi Z kuşağı denenler 2000 ve sonrasının doğumluları. 2023'te seçmen olacaklar önemli bir kesmi. Bir yandan yine Amerika'daki model üzerinden söylersek dönemsel bir takım olaylara, yani işte 68 gençlik hareketlerine ya da Vietnam Savaşı ve Vietnam Savaşı protestolarına bağlı bir zihni dönüşüm gibi... Ülkedeki genel iklimi, zihni ve duygusal iklimi belirleyen ana olaylara da bağlı. İşte burada Z kuşağı da 11 Eylül saldırılarından sonra devletin güvenlikçi bakışının hakim olduğu bir dünyaya doğdular. Ama aynı zamanda doğrudan televizyona, doğrudan bilgisayarlı internetli bir dünyanın içine doğdular. Yani senin benim gibi siyah beyaz günde 3 saat televizyon, sonra 8 saate çıktı, sonra renkliye döndük gibi bir süreci yaşamadan...
Ya da tuşlu o çevirmeli telefonlardan tuğla gibi bir cep telefonuna oradan akıllı telefona gibi bir süreci yaşamadan, dolayısıyla bu değişimleri deneyimlemeden başka bir yaşam ritminin içine doğrudan doğmuş kuşak. Kastedilen şey bu. Ve dolayısıyla da bu yaşam ritminin o kuşağın üzerindeki, o kuşağın tutum ve davranışlarında, düşünce sistematiğinde de değişiklikler ürettiği varsayılır ki bu da doğru. Sadece şu dipnotu ama koymak lazım. Onun için Amerika'da geliştirilen bir model diyorum. Modelin belki açıklayıcılıkları var ve Amerika için daha ağırlıklı olarak elbette var. Ama Türkiye'deki gençler ya da gençlik dediğimiz büyük küme için açıklayıcılığı eksik.
Evet, bir kısım açıklayıcılığı geçerli çünkü bizde de bu gençlerin önemli bir kesimi yani 2000'den itibaren doğan kesimi aralıklı olarak doğrudan bu teknolojik değişimin, devrimin içine doğdular ve aynı zamanda da daha önemlisi bence metropollü bir hayatın içine doğdular. Şimdi bu hayat tabii ne ima ediyor... Yani böylesine bir iletişim ve internet dünyasının içerisine doğmak demek, zaman ve mekandan bağımsız hareket edebilmeye, düşünebilmeye, iş yapabilmeye, örgütlenebilmeye daha yatkın bir kuşak. Çünkü onun hani bizde belki hatırlarsın böyle işte bebeklerin mama saatlerinin bile tanımlı olması gerektiğine inanılan dönemler vardı. Halbuki bu kuşak zaten zaman ve mekandan bağımsız çünkü zaten etraflarındaki bütün hayat da zamandan mekandan bağımsız çalışıyor. O yüzden de bu kuşak ve bütün gençler üzerinden söyleyeyim... Türkiye'de de 90'lardan itibaren doğan çocuklar özü itibariyle belli bir yaşam ritminin içine doğdukları için ben bizdeki ayrımın böyle 10'ar 20'şer yıllık periyotlar halinde değil de yeni hayat ritminin içine doğanlar, doğmayanlar diye ayırmanın daha açıklayıcı olacağını düşünüyorum. Ama bu ayrı bir teorik tartışma, önemi yok. Önemli olan, gençlerin önemli bir kesiminin zaman ve mekandan bağımız düşünmesi.
Zaman ve mekandan bağımsız düşünüyor olmanın ürettiği iki tane sonuç var. Bir, hiyerarşinin olmaması. Yani hiyerarşinin, çünkü zaman ve mekandan bağımsız hızlı bir hayat ya da iş yapma biçimi öyle bizim bildiğimiz geleneksel hiyerarşiyi çalıştırmıyor. Bu ne demek... Aile hayatı üzerinden de bakarsan... Örneğin, bu çocuklar çekirdek aile içinde büyüdüler. Yani senin benim gibi dedelerin, anneannelerin ve hepimizin üç kuşak bir arada ve soba etrafında geleneksel evlerde yaşadığımız bir hayata değil, apartmanlarda ve kaloriferli olduğu için de kendi mahrem, özel oda, ranza/yatağının olduğu, yer yatağını çoğunun bilmediği bir dünyaya doğdular sonuç olarak. Dolayısıyla geleneksel kodlara sahiplik oranları düşük. Çünkü o soba dediğimiz basit şey etrafında bile işte, dedelerin önünde nasıl oturulur... Kız çocuklarının nasıl eteğini düzelterek oturması gerektiğinden, gençken ya da evlenmiş barklanmış insanken bile babanın/atanın önünde sigara içemeyeceğin, bira içemeyeceğin gibi kısıtlı, geleneksel ahlaki formların olduğu bir dünya yerine tümüyle çekirdek aile ve anne babanın da aralıklı olarak kentleştiği ve metropolleştiği bir dünyaya doğdular.
Onun için zihin dünyalarında bu tür kısıtlar, hiyerarşi de bu tür kısıtlar da eksik ya da yok. Bunu iyi- yanlış diye söylemiyorum. Bana sorarsan daha iyi, daha özgür başka bir kafa yapısı var o ayrı. İyilik- kötülük üzerinden değil, sadece açıklamak için söylüyorum. Dolayısıyla bu çocuklar da örneğin, o ataerkilliğin ya da geleneklerin getirdiği kısıt çalışmadığı gibi devletin Vikipedi yasağı, Twitter'ı denetleme çabası da karşılıksız. Onlarda böyle bir mesele yok. Onların havsalaları bunu almıyor bir kere. Yani babayla, geleneklerle bile itişerek büyümüş çocuk şimdi onları başarmış kendince diyelim, bir özgürlük alanı edinmiş. Ama şimdi de devletin onun önüne koyduğu kısıtları anlamakta, anlamlandırmakta zorlanıyor. Kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın, isterse muhafazakar, isterse milliyetçiyim desin vesaire vesaire... Onun için davranış kodları farklı her şeyden önce. Ve daha da önemlisi kendilerine dair kararlara katılmak istiyorlar. Ama bu saç tıraşı için, yani ben liseyi bitirene kadar saç tıraşımın nasıl olacağına bile kendim karar veremezdim. Sonuçta bir usulü vardı. Ya okul müdürü karar verirdi... Ben yatılı okulda olduğum için okul müdürü bir de elinde makasla beklerdi okulun bahçesine girerken insanları. Hatta kızları bile, sadece erkekleri değil. Ya da babalar karar verirdi. Ya da zaten kasabadakiler de başka türden tıraş etmeyi bilmez. Ama bu çocuklar kılık kıyafetten saçlarına kadar kendi kararlarını vermek ve kendilerine dair kararlara katılma arzuları yüksek ve daha da önemli bir şey var... Bu çocuklar kimliklerine, bizim yetişkinlerin olduğu kadar kimliklerine sadakat içinde değiller. Çünkü şu anda kimliklerinin değil, şu anda arzularının ve hayallerinin esas olduğu bir çaba ve hayat ritmi içindeler.
Murat Sabuncu:
Z kuşağına bu kadar yakından bakış seçmen kümesinin Türkiye siyasetinin değişimine ya da geleceğine nasıl bir damga vuracağı tartışmasından çıkıyor aslında.
Bekir Ağırdır:
Bizim araştırmalarımız üzerinden bir şey söyleyeyim. Bu kuşağın yüzde 70'i var olan partilerin Türkiye'nin sorunlarını çözeceğine inanmıyor. Bu insanların yüzde 80'e yakını ülkenin eğitim sisteminin onları hayata hazırlamak konusunda yeterli donanımı vermediğine inanıyor. Hala bu çocukların yarıdan çoğu insan haklarına dair bilgileri bile okuldan değil, aileden öğrendiğini düşünüyor. Şimdi dolayısıyla bu çocukların şu ana kadar bizim araştırmalarımızda gördüğümüz zaten yarıdan çoğu biraz önce sözünü ettiğim o siyasi aktörlerden umutsuzluktan dolayı oy vermeye gitmeyeceğim diyor. Ve nitekim de gitmiyor zaten ağırlığı da. Ama gittiği zaman da AK Parti ve CHP'nin oy oranları, ya da gidenleri için diyeyim, araştırmalar üzerinden söylüyorum, seçim sonucu üzerinden değil... Gideceğini ve bir parti tercihinde bulunacağını söyleyenlerin içindeki oy oranları da AK Parti ve CHP'nin Türkiye ortalamasından geride. İyi Parti, MHP ve HDP ise Türkiye ortalamasından fazla oy alıyor. Ne demek... Çünkü bu çocuklar daha net tavırlar istiyorlar. Daha net pozisyonlar istiyorlar. Sadece radikal demek istemiyorum... Çünkü öfkeleri baskın. Bizim mahallenin gençleri dediğimiz, yani böyle Y, Z kuşağı gibi tevellütten, doğum tarihinden açıklamaya değil de bir yaşam biçimi, gündelik hayat pratikleri ve değerler dünyasındaki bir değerlendirmeye dayanan bir modellememiz var. Biz onları mahallenin gençleri diye adlandırıyoruz. Onların bile kendi içinde birkaç alt kümesi var. Bir kümesi evet işte bu Batı'daki Z kuşağı tanımlarına da uygun... Yani işe girdiğinde küresel yurttaş olmak isteyen, işte eğlenceli ortam isteyen vesaire vesaire... Ama bunlar henüz bu büyük gençlik kümesini ya da 30 yaş altı kümenin yani 20 milyon civarındaki kümenin içinde daha henüz yüzde 10'larda. Ama bunların içinde hâlâ örneğin gelecek kaygısı çok yüksek. Yani 17 yaşında, lise sonda ve üniversite sınavına girecek bir çocuğun kaygısının sınavı kazanıp kazanamayacağı olması gerekir. Araştırma bulgumuz var. Çocuğa sorduğun zaman en büyük korkusunu, üniversiteyi bitirdiğimde iş bulamayacağım diyor. Yani 5 sene sonranın meşakkatini yani şimdiden kaygılanmaya ve endişelenmeye başlamış.
Oysa daha özgün bir örnek olarak, bizdekilerin kaygıları endişeleri, geleceğe dair güvensizlikleri yüksek ve özellikle de ülkeye dair. Bireysel hayatları için daha umutlular. Çünkü kendi çabalarına bağlı bir şey olduğunu düşünüyorlar ve başarma azmi var. Ama ülke hayatına dair çok daha umutsuzlar. Ama ne oluyor? Yaşam başladığı zaman evre evre baktığınızda doğum tarihinden değil de yaşam evreleri üzerinden baktığımızda, yani 30 yaş altı kümeyi şöyle ikiye, üçe böldüğümüzde; bir, üniversite sınavından öncesi ve sonrası, kazanıp kazanamadığına göre bütün hayatı değişiyor. İki, üniversiteyi bitirdikten sonra işte askerliği yapmak, iş bulmak ve evlenmek diyelim. Ve o iş hayatına dahil olduğu andan itibaren de hikayesi değişmeye başlıyor. Ne oluyor? O yaşamın meşakkatleriyle, dertleriyle karşılaştıkça zımpara gibi sürtünmeye başlıyor ve o gençken, yani 15-20 yaş aralığındayken daha hayalci, arzulu, umutlu olan genç, çok çabuk ve hızla o meşakkatli süreçte değerlerine ya da ailesine doğru büzülmeye başlıyor. Tespih böceği gibi... Yaşamın karşısında rüzgarla, direnişle karşılaşmaya başladıkça ve o arzularına, rüyalarına, hayallerine ulaşmakta zorlanmaya başladıkça, ki çoğunluğu da böyle yaşıyor bu süreci... O zaman da giderek kapanmaya, büzülmeye ve o noktadan sonra kimlikleriyle düşünmeye, davranmaya başlıyor.
Şimdi bu tartışmayı açan mesele neydi? AK Parti meselesi. Şimdi AK Parti bu çocukların önüne özgürlük vaadi, hayallerini arzularını, kendilerini gerçekleştirme alanı açacağını mı vaat ediyor? Hayır, AK Parti bir kimlik siyaseti üretiyor. Ve kimlik siyaseti üzerinden söylemlerine, bu tasarıyı, Siber Vatan tasarısını da hazırlayan beyefendinin söylemiyle de Batı'dan gelen kötücül niyetli manipülasyona karşı korunma kapasitelerini arttırmak vesaire... Yani Türklük duygusu, yurttaşlık duygusu, işte vatan millet Sakarya duygularını arttırmak falan... Ama bu çocuk, burada, ancak o hayatta törpülendikçe ve hayallerine ulaşamayacağını gördüğü yerden sonra bu duygulara doğru yanaşmaya, oraya sığınmaya başlıyor. O ana kadar hâlâ kendi bireysel özgürlüğü kendi hayatına dair hayalleri ve arzuları... Dolayısıyla AK Parti ne yaparsa yapsın, bu gençlerle kolay barışamayacak. Çünkü AK Parti özgürlükçü değil her şeyden önce. Ama peki diğer partiler cevap üretiyor mu? Hayır, diğer partiler de buna cevap üretmiyor. Sadece İyi Parti, MHP, HDP demek, onların bir kısmının öfkelerini kanalize edebildikleri mecra olduğu için... Umut gördüklerinden değil, öfkesini gösterebildiği bir alan, bir zihni iklim yakaladığını, ayağını bastığını... Mekansal bir ilişki üretebildiği için oraya yanaşıyor.
Geçen programda nasıl kadın hareketi, kadın meselesi ülkenin geleceği için fırsatları barındırıyor dediysem de Türkiye'de Türkiye'nin geleceği için de bu genç kuşaklar müthiş bir fırsat barındırıyor. Aynı zamanda da müthiş bir risk barındırıyor. Eğer bu çocukların önüne, bu öfkelerinin önüne, öfkeye gelmeden daha bir umut, bir iddia, bir hayal ve kendilerini gerçekleştirme imkanı olan alan açabilirse... Yani özgürleşmeleri, katılmalarını sağlayacak, maharetlerini güçlendirecek eğitim düzeninden diğer bütün sistemlere kadar bu çocukların özgürlük arayışlarını ve kendilerini gerçekleştirme arzularına imkan açacak alanları yaratabilirsek Türkiye için müthiş bir fırsat alanı var. Nitekim onlar da bunu kullanıyorlar. Hep bu örneği veriyorum; işte Kaz Dağları'nda pandemi sırasında hâlâ o ağaçların başında nöbet bekleyen o insanlar gencecik çocuklar bir yandan bakarsan. Ama bir yandan da bakarsan bu çocukların içinden Ogün Samastlar çıkartma şansın da yüksektir. Çünkü öfkelerini manipüle etmek, o çocuğun hemen karşı kaldırımda gördüğü plazada ya da mahallede ya da AVM'nin içinde nasıl bir hayat olduğunu ama hiçbir zaman o hayata ulaşamayacağını kabullenmesini, sadece dini ya da milliyetçi duygularla bunu kabullenmesini yumuşatmaya çalışmakla bu işi çözemeyiz. İşte o zaman da daha radikal başka hareketlere doğru meyletme gibi bir riskimiz de vardır.
Murat Sabuncu:
Sizin tabii araştırma sonuçlarına bakarak söylediğiniz çok çarpıcı. AKP ve CHP'nin bu yeni oy verecek olan gençlerde Türkiye ortalamasının altında kalıyor olması ve İyi Parti, MHP ve HDP'ye doğru, daha çok "netlik" beklentisi, zaman zaman "öfke’ ile yönelmesi, tabii bir taraftan da Türkiye'nin de nereye doğru evrilebileceğini de gösteriyor. Öte yandan genç işsizliği korkunç durumda, çocuklar hayata atılamıyorlar. Sizin dediğiniz eski aile bir odada soba etrafında o dayanışma yerine herkes bireysel bir şey yaşamak istiyor. Yani aslında bu sıkışmışlıklar Türkiye'yi demokratik bir noktaya mı götürür yoksa daha çatışmacı bir noktaya mı doğru götürür? Sizin anlattıklarınızdan biraz endişe ettim açıkçası ben, rakamlardan ve gidişle beraber. O da insanı düşündürüyor.
Bekir Ağırdır:
-Fırsat da var ve şunu biliyoruz... Yine bizim araştırmalarla seçim sonuçlarını harmanlayarak baktığımız zaman şunu söylemek mümkün... Seçimlere katılmayan yüzde 13-14 civarındaki Türkiye'de ya da 15 diyelim, son 3-4 seçimde ortalama bu civarlarda seyretti. Bu 13-15 aralığındaki seçimlere katılmayan insanların yarısı bir kere bu kuşak. Ya da gençler diyeyim, 30 yaş altı gençler. İki, yine seçimler ve bizim araştırmalarımızı harmanlayarak söyleyebileceğim somut davranışlarının veya o davranışlarının siyasi tabloda yansıyacağı, üreteceği sonuç açısından geçen yıl 2019 yerel seçimlerinde, İstanbul'da yenilenen Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde 31 Mart ile 23 Haziran arasında Ekrem İmamoğlu oylarında 8 puan farkı yaratan şey, öbür, yani iktidar bloklarından gelen oy değil. O 8 puan farkın 4 puanının kaynağı 31 Mart'taki seçimlere katılmamış olan gençlerden bir kesimin 23 Haziran'da sandığa gelip Ekrem İmamoğlu lehine oy kullanmış olması. Çünkü onlar hani, adalet duyguları zedelendiği için, bu da olur mu dediği diye bir tepki gösterdikleri için geldiler, oy verdiler. Dolayısıyla o gençler bir kere daha özgürlükçü bir yerden bakıyorlar. Bir kere zihin dünyaları farklı. Yani Türkiye'de bir yüzde 23'lere gelmiş durumda. Çocukluğu metropollerde geçenler. Yani 7 yaşına kadar, kimliğin kişiliğin belirlendiği yaşa kadar monolitik bir kültürde mi büyüdük, yoksa daha çoğulcu bir kültürde mi büyüdük?
Ben bir kasabada doğdum büyüdüm. Benim kasabada herkes Sünni, herkes Türk'tü ve herkes ayıp deyince aynı şeyi anlıyordu, günah deyince aynı şeyi anlıyordu. Oysa benim zihin dünyam monolitik zaten, bütün evliliğin referansları, kodlamalarım da o kasabanın ortak doğrusu, makulü, normali neyse oydu. Kimi geleneklere yaslanan, kimi dini referanslara yaslanan. Ben 18 yaşından sonra, üniversiteye geldiğimden sonra örneğin türküler ya da sanat müziğinin dışında klasik müziği, cazı kulağım duydu. Şimdi Aybüke ama benim kızım 1 yaşında anaokulundan itibaren bütün o çokluğun, farklı dillerin, farklı kültürlerin, farklı kıyafetlerin mümkün olduğu bir dünyaya doğdu. O nedenle, onların zihin dünyası bir kere, özellikle bu metropolde doğup büyüyen çocuklarda çoklu. Her ne kadar bizim bütün eğitim sistemimiz, A, B, C, D'nin içinde tek doğruyu bulmaları üzerine kurgulu bir düzenimiz varsa da, evet bu çocuklar sabah diyelim 8'den 3'e kadar okulda bu mantığın içinde ders alıyorlar. Ama 3'te okuldan çıktıklarından itibaren içine dahil oldukları hayat, A, B, C'nin hepsinin birden doğru ve mümkün olabildiği bir hayat. Siz istediğiniz kadar bunların bir tanesi doğruyu dayatın onlara. Onun için bu çocukların zihin dünyaları bir kere çoklu. Halbuki bugün bizim karşı karşıya olduğumuz yönetim zihniyeti ise tekçi ve bütün hayatı tek bir bakışın, tek bir kimliğin iyisi, doğrusu, ayıbı, günahı üzerinden tanımlamak, kodlamak... O nedenle muhafazakar ya da dindar aile ya da geleneksel olarak AK Parti'li ya da daha önce de Adalet Partisi, ANAP kökenli partilere oy vermiş bir ailenin genci bile, ve hâlâ da kendini dindarım diye tanımlıyor olabilir ama AK Parti'nin diyelim Vikipedi yasağını savunmuyor. Ya da AK Parti'nin Twitter'daki her bir mesajı, tweeti takip etmesini savunmuyor ve anlamıyor. Ya da şu internet sitesinin yasaklanmasını, bu internet sitesinin yasaklanmasını kavrayamıyor.
Onun için, onlar metropollü hayatın içine, bütün bu çokluğun içine doğdular ve bu insanlar Türkiye'de şu an 30 yaş altında yüzde 23'lere gelmiş durumda. Genel Türkiye nüfusu içinde de yüzde 18'lere yaklaşıyor. Dolayısıyla 2023'te bu oran daha yükselecek. 30'lara geldiğimizde zaten ülkedeki şirketlerin, yöneticilerin yarıdan çoğu zaten bu insanlardan oluşacak. O nedenle zaten, değişimin potansiyelini ve fırsatını bu çocuklar taşıyor. Ama önlerinde doğru hedef ve kendilerini gerçekleştirme fırsat alanları açan özgür ve eşitlikçi bir ortamı yaratabilirseler... Ama onlar özgürlüğün ve eşitliğin olmadığını fark ettikleri andan itibaren ancak kimliklerine dönüyorlar. Dindarlıktı, sekülerlikti, Kürtlüktü, Türklüktü...
Yani burada yeri gelmişken söyleyeyim, bu yaş kuşağında, hani bir de böyle bir efsane var ya, efendim işte Kürtler'in bir dahaki kuşakları şöyle olacak, konuşamazsınız onlarla vesaire vesaire. Hiç de öyle değil. Tam tersine Kürt veya Türk... Bu yaşlardaki, 30 yaş altındaki insanların, eğer mesele Kürt meselesine değiniyorsa, ülkenin demokratikleşmesine dair bir konu değil de, diyelim işte tatil alışkanlığıydı, yeme içme kültürüydü, hayattan beklentiydi, işti, istihdamdı, sağlıktı gibi konulara değiyorsa Türk veya Kürt, hiç fark etmiyor. 20 yaşındaki gencin, kadın veya erkek de olması fark etmiyor, dindar veya seküler, Kürt veya Türk de fark etmiyor... Hepsinin derdi hayatta başarılı olmak, kendilerini gerçekleştirmek, özgür olmak, kendi istediklerini yapmak ve kendilerine dair kararlara katılmak. Bu arzuları hepimizden daha yüksek. Çünkü hepimiz gibi benim yerime babam ya da ailem ya da devlet büyükleri ya da okul müdürüm karar verir saçımın boyuna fikrine karşılar.
Murat Sabuncu:
Son olarak belki şöyle bağlayabiliriz. Önümüzdeki seçimler zamanında olursa, 2023, erkene çekilmezse ki çekilme ihtimali bence olabilir. Bu sıkışmışlıkla... Bu gençler eğer sandığa giderlerse karar verme noktasında çok önemli rolleri olacak. iktidar değiştirme ya da yeni iktidarı kurma ya da iktidarı devam etmesinde önemli bir katkıları olacak. Bir taraftan da baktığımız zaman, Türkiye'nin liderleri, çoğu 65 yaşın üzerinde. ... En genç olarak baktığımız zaman Babacan var, lider adayı olarak Ekrem İmamoğlu var, hapiste olmasına rağmen Demirtaş var. Ama genelde gençlerin dilinden uzak ve belki de hani ezber şekilde bu çocuklara bakabilen bir kesim var. Bakalım bunların dilleri buluşabilecek mi ya da bu siyasetin ürettiği dile bu çocuklar inanacak mı ve bunlara doğru gidecekler mi?
Bekir Ağırdır:
-Aynen. Daha da önemli bir şey var. Bu çocukların önünde rol yok. Yani bunu bir yorum olarak söylemiyorum, araştırma bulgusu olarak söylüyorum. Önlerinde başarı timsali olmuş; ama para ama ahlak ama şu ama bu sanat dünyasından ama spor dünyasından... İdolün kim diye sorduğunuz zaman yüzde 50'sinden fazlası bir idol söyleyemiyor. Yani onun için bu çocukların önüne bir hayali, iddiayı inşa edecekleri bir zemin açmamız lazım. Ondan sonra ne yapacakları kendi kararları. Onlar adına bizim karar verdiğimiz bir dünyaya itirazları var. Yine araştırma bulgularımız üzerinden söyleyeyim. Gençler de yaşlılar kadar ülkedeki en önemli birinci meselenin ya da gelecek Türkiye'yi tahayyül ettiklerinde en önemli ana niteliğin adalet olmasını söylüyorlar, doğru. Ama onların adaletten kastettiği kendilerine dair kararlara katılma adaletinden söz ediyor. Yoksula elbet gelir bölüşümü adaleti de ima ediliyor. Ama ağırlıklı olarak kastettikleri şey öncelikle katılım adaleti, kendilerine dair kararları verebilecekleri... Ama bizim ülkenin eğitim sistemi ve üniversite sınavı yerleştirme sistemi bile onların isteklerine göre değil, alacakları puana göre bir hesaplamaya dayanıyor. Dolayısıyla o çocuk zaten hayal ettiği mesleği yazamıyor tercih listesine. Alabileceği puan listesine göre daha rasyonel bir yerden pozisyon almaya çalışıyor. Ve o nedenle de o mesleğin, o eğitimin gerektirdiği şeyi ile arasına zaten ilk günden itibaren arasına mesafe koyuyor. Yani hep diyoruz ya, işte eğitim kalitesi şöyle, Pisa sonuçları böyle... Bütün bunlar doğru. Ama bu çocukların hepsi birden zihni gerilikten dolayı böyle davranıyor değiller. Kimsenin anlamadığı şey bu. Asıl bunu bilerek yapıyorlar. Çünkü o üniversiteyi bitirince de zaten o mesleği yapmak istemiyor. Hayali için oraya gitmiş değil. Üniversite diplomasını edinebileyim diye gitmiş oraya. Onun için onun eğitim içeriğiyle değil, süresi ve sürenin sonunda alacağı diplomayla meşgul. Bunun için dönüp bu çocuklara kızmanın falan bir anlamı yok. Bu sistemin ürettiği bir sonucu konuşuyoruz. Çocuklara kızarak ne halledebiliriz ki?