Kültür-Sanat

Zülfü Livaneli, yeni kitabını anlattı: Yazarken canım çok yandı…

Livaneli, Huzursuzluk isimli romanıyla okuyucuları ile buluştu

01 Şubat 2017 01:15

Zülfü Livaneli ile son romanı Huzursuzluk romanı hakkında konuştu. Livaneli, kitabında Ezidilerin başlarına gelenleri anlattığı için bir nevi teselli duygusu yaşadığını söyledi ve “Yazarken ben de çok acı çektim sahiden” dedi.

Duvar’dan Nida Dinçtürk’e konuşan Livaneli’nin ifadelerinden bir kısım şöyle:

Bir de acıyı bütünüyle ele alan, hem çok taze hem de evrensel bir sızıya parmak basan bir roman. Yazarken sizin hisleriniz neydi?

Canımı çok yaktı ama yazmasam ne olacaktı? Gene canımız yanıyor bu olanlara. Ama yazarken en azından şunu söylüyorsunuz: Hiç olmazsa bu sessiz çığlıkları önce ülkeye, ülkenin okurlarına, sonra dünyaya duyurma olanağım var. Ufacık da olsa bir işe yaradığınız hissine kapılıyorsunuz. O da tabii güzel bir şey. Şu anda bu insanların, mesela bu romanda Ezidilerin o sessiz çığlığını, başına gelenleri anlatıyorum duygusu bir nevi teselli oluyor. Yoksa yazarken ben de çok acı çektim sahiden. Bu Meleknaz karakteri beni baya sarstı. Ve tabii orada yalınkat olmayan daha derin düşünceler… merhameti reddetmesi ilginç bir şey. Merhamet gösterilmesini, acınmasını, bundan dolayı kendisine yardım edilmesini istememesi…

Çünkü artık öyle şeyler görmüşler ki acının ötesine de geçmiş o insanlar. Yaşadıkları olaylardan sonra artık bizim gibi insanlar olmaktan çıkmışlar. Eskiden savaş romanlarında da çok rastlanırdı, iki-üç gün cepheye dönen gazeteci döner, onu koca kitap olarak da anlatır ama hakikaten İkinci Dünya Savaşı’nda falan askerlik yapmış, savaşmış ve oranın dehşetini yaşamış olan askerler ömür boyu susarlar. O kadar acıdır ki çünkü gerçek, anlatamazlar.

Hüseyin’in ölmeden önce söylediği “ben bir insandım” cümlesinin altını siz nasıl dolduruyorsunuz?

Bu sözü romanın ortalarında da duyuyoruz. Nergis söylüyor. Daha sonra anlıyoruz ki Nergis bunu Meleknaz’a söylemiş. Meleknaz da Hüseyin’e söylüyor ve Hüseyin de ölürken bu lafı söylüyor. Sonuçta aynı noktada birleşiyorlar. Roman biraz da şunu anlatıyor: Bireylerin ve kim olduğunun, tek tek insan kimliğinin bir öneminin kalmadığı bir çağdayız. Kategorik kimliklerle düşünülüyor. Çünkü öyle acı bir ironi var ki burada, IŞİD’in “bu gavur oldu, Ezidi kızla beraber oldu” diye gidip vurduğu, öldürmeye çalıştığı, Allah düşmanı, İslam düşmanı olarak gördüğü bu adamı Amerika’da da ırkçılar “işte bu Müslüman” diye vuruyorlar. Çünkü bizim kimliklerimiz yok artık. Kendi kişiliklerimiz, düşüncelerimiz, duygularımız yok.

Sadece nasıl bir pasaport taşıyoruz, nasıl bir kimlik taşıyoruz? Ben bir insandım, meselesi benim bütün romanlarımdaki temel mesaj. İnsana insan gibi bakmak… Galiba en zor şey bu. Hiçbir zaman insana insan gibi bakamıyoruz. Hep etiketlerle bakıyoruz. Oysa insanlar aynı biyolojik koşullarda dünyanın herhangi bir köşesinde doğuyor. Doğduktan sonra ona içinde bulunduğu kültüre göre bir isim veriyorlar. “İşte senin dinin bu,” diyorlar, ananın babanın dini neyse o. Milliyetin de o. “Şu renkteki bayrak senin,” diyorlar. Ondan sonra, “sen bunlar uğruna öleceksin, ölmeye hazır yaşayacaksın” diyorlar.

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın.