Türkiye'nin en çok okunan yazarlarından Zülfü Livaneli, geçen günlerde raflardaki yerini alan "Elia ile Yolculuk" adlı kitabıyla ilgili olarak açıklamalarda bulundu. Kitapta, Amerikan sinemasının unutulmaz isimlerinden Elia Kazan ile dostluğunu anlatan Livaleli, "Ondan ne öğrendiniz" sorusunu, "Üzülerek değil kızarak, öfkelenerek hayatta kalma öğüdünü işittim. Tek bir zayıflık anının, insanın hayatını nasıl karartacağını anladım" diye yanıtladı.
"Siyasi bir kitap değil bu; insana dair bir kitap. Zaten Elia Kazan da bir sanatçıydı, siyasetçi değildi. Sanatla da uğraşan, mesela ud ya da piyano çalan, şiir yazan bir siyasetçi ile, siyasete bulaşmış sanatçı birbirine taban tabana zıt insanlardır" diyen Livaneli, sözlerinin devamında şunları kaydetti:
Birgün'den Meltem Yılmaz'a konuşan Zülfü Livaneli'nin açıklamaları şöyle:
» Hayatının son yıllarında biraz olsun avunmak ve arınmak için annesinin dizlerine koşan bir çocuk gibi, memleketi Kayseri’nin yollarına düşen Elia Kazan’la yaptığınız duygusal yolculuğa yer verdiğiniz, çok özel bir kitap bu... Peki, kitabı yazma fikri nasıl oluştu, sizi bu yazınsal yolculuğa iten neydi?
Deyim yerindeyse ben kitapları yazmıyorum, kitaplar kendini bana yazdırıyor. Kafamda yıllarca taşıdığım hikâyeler bir gün ortaya çıkmak için zorluyor beni. Elia kitabı da öyle oldu. Dört yıl önce Konstantiniyye Oteli adlı, hacimli ve çok katmanlı romanı yazmak için ülke dışında bir köye çekilmiştim. Romana girmeye çalışırken, birden kendimi bu anı/novellayı yazarken buldum. Bu kitabı bir gün yazacağımı biliyordum, anı kitaplarımda da bazı bölümlerini aktarmıştım çünkü hayatımın önemli bir tanıklığıydı. Her yazar ölmeden önce kafasındakileri kağıda dökmek ister.
» Tanınmış bir ismin, hele ki Elia Kazan gibi sansasyonel bir ismin sizinle olan özel ilişkisini kaleme alırken, sizi en çok zorlayan ne oldu?
Kurgu ile kurgu dışı arasında bir yerde duran kitaplarda zorluk, gerçeği ele geçirmektir. Gerçek, görünen şey midir, yoksa daha derinlerde midir? İnsanlar çoğu zaman konuşmalarında ve davranışlarında gerçeği gizlerler. Edebiyat ise bu davranışların altında yatan daha derin gerçekleri keşfetmek için vardır. Ray Charles filmini hatırlarsınız. Orada Ahmet Ertegün de önemli bir karakter olarak canlandırılmıştır. Bir gün Ahmet Bey'e, filmdeki sahnelerin ne kadar gerçek olduğunu sordum. Eğer hepsi gerçek olsaydı, buna belgesel demek gerekirdi, diye cevap verdi. Bir kısmı kurguydu çünkü. Ama Elia kitabı neredeyse belgesel gibi. Mümkün olduğu kadar yaşananları yazdım ama altındaki gerçeği ele geçirmeye çalışarak.
» Onun özeli ile kamunun bilmesi gerektiği kadarı arasında tereddüt yaşadınız mı?
Evet yaşadım. Bana emanet ettiği sırlar vardı, bunları yazmadım. Bir dostunuzun, yıldızlı bir gece Göcek koylarında güvertede yatarken, esrimiş bir kafayla size anlattıklarını kamuya mal etmeniz bir çeşit ihanet değil mi?
» Kitapta, Elia Kazan ile olan dostluğunuzun verdiği duygusallığın, onun yapmış olduğu eyleme olan bakışınıza kıyasla ağır bastığını hissettim. Doğru mudur?
Siyasi bir kitap değil bu; insana dair bir kitap. Zaten Elia Kazan da bir sanatçıydı, siyasetçi değildi. Sanatla da uğraşan, mesela ud ya da piyano çalan, şiir yazan bir siyasetçi ile, siyasete bulaşmış sanatçı birbirine taban tabana zıt insanlardır. Hiçbir sanatçıyı ‘’siyasi doğruculuk’’ mahkemesine çıkarmamak gerekir. Onlar ayrı ölçülere tabidirler. Çünkü işleri gereği oraya buraya savrulan, kendilerini tutamayan, soğukkanlı ve hesaplı olamayan, yüreğini kazıyıp her kırıntıyı ortaya döken ve bu yolla nevrozlarıyla başa çıkmaya çalışan insanlardır onlar. Herkes siperdeyken, cephelerin ortasında açıkta durular.
» Kitapta, sürekli, Elia Kazan’ın yaptığı hatanın vicdan azabı ile yaşadığını düşünüyoruz. Ancak bu konuda kendisinden bir itiraf- ifade duymuyoruz. Size bu konuda bir itirafta bulundu mu yoksa onun vicdan azabı sizin çıkarımınız mı, yani biraz da öyle olmasını istediğimiz için mi?
Belki de sizin yorumunuz daha doğru; öyle olmasını istiyoruz. Ama Elia’yı elli yıl kovalayan ve onu hüzünden hüzne düşüren bir gölgenin varlığını da yadsıyamayız. Savaşçı kişiliği diz çöküp af dilemeye elverişli değildi, ölene kadar onurunu korumaya çalıştı. Yaşam boyu başarı Oscar’ını alırken de sahnede dimdik durdu, kısaca teşekkür etti. “Bob (Robert de Niro) nerede” dedi. Ondan ve Scorsese’den kuvvet almak istiyordu. Buradayız dediler. Sahneden indi gitti. Ama içindeki derin pişmanlığı ben biliyorum.
» Elia Kazan’ı tanıdıktan sonra, insanın kendisiyle olan ilişkisine bakışınız değişti mi? Daha doğrusu Elia Kazan size, insanın kendisiyle olan ilişkisi konusunda ne öğretti?
Kamuya mal olmuş isimlerle dost olduktan sonra, onların ‘’resmi’’ kişiliklerini unutursunuz. Kişisel acıları, sevinçleri, aileleri, duyguları ve gündelik hayatları daha ağır basar. Size, ‘’Torunum kazada öldü’’ diye haber veren bir dostunuzun ünü aklınıza gelir mi hiç? Yakın dost olduktan sonra Elia’nın kamusal kişiliği silinip gitti gözümden.
» Dahası, genel olarak ondan ne öğrendiğinizi düşünüyorsunuz?
Göçmenliğin ve kimlik yitiminin yarattığı yıkımı, köklere dönme arzusunu, Anadolululuk bilincini gözlemledim. Üzülerek değil kızarak, öfkelenerek hayatta kalma öğüdünü işittim. Tek bir zayıflık anının, insanın hayatını nasıl karartacağını anladım.
» Çizimlerin kitaptaki yolculuk hikâyesiyle birlikteliğini nasıl yorumluyorsunuz? Çizimle birlikte çıkmak, sizin için nasıl bir deneyim oldu?
Kutlukan’ın çizimlerini zaten çok beğenirim. Adlarımızın ortak bir yapıtta birleşmiş olması bana onur ve zevk verdi. Kurgu kitaplarda bu yola pek başvuramazsınız. Zaten her okur, kafasındaki karakteri görsel olarak yaratır. Madam Bovary portreli bir Flaubert düşünebilir misiniz? Ama bu kitapta zaten gerçek kişiler anlatıldığı için çizimle yansıtılmaları uygun oldu.
» Yakın gelecek için yeni planlar – projeler yapıyor musunuz? Bütün bu yaşamışlıkların ardından, “gelecek” size ne ifade ediyor?
Hiç projem yok, planım da yok. Kafamda dönüp duran, zaman zaman bana azap veren hikâyeleri anlatmaktan başka, kişisel hiçbir amacım yok. Benim için özgürlük kavramının gerçek anlamı bu. Kimseden bir şey istemeye mecbur kalmamak. Ne ün, ne para, ne mevki, ne makam... Sadece uzun yaşayıp hikâyeleri anlatabilme olanağı. 70 yaşından sonraki ruh durumum tamamen bu.
» Son olarak, son dönemde gündemdeki siyasi gelişmelerle bitirelim isterseniz. Adalet Yürüyüşü ve mitingini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Akar su kir tutmaz, denir. Eylemde, harekette bereket vardır. Yürüyüşte bunu gördük. Beethoven’ın Schiller’in şiirini bestelediği eserde söylendiği gibi ‘’Hepimiz kardeş olacağız.’’ Keşke 80 milyon bu isteğe kaptırsak kendimizi.