Politika

Yüksekdağ: Özyönetimi isteyen halklarımız canlı hedef haline getirildi, 7 ilçede 129 sivil hayatını kaybetti

"Ölümlerimize saygı göstermeyenler, bu halktan saygı beklemesin"

29 Aralık 2015 15:04

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, "Yedi ilçece ilan edilen yasaklar ve bu sürede ortaya çıkan şiddet bir vahşet düzeyine ulaşmış durumda" dedi. Figen Yüksekdağ , "Özyönetim talebini dile getiren halklarımız canlı hedef haline getiriliyor.  Sokağa çıkmanın yasak olduğu 7 ilçede 129 sivil hayatını kaybetti" diye konuştu. Figen Yüksekdağ, 26-27 Aralık'ta Diyarbakır'da DTK'nın Olağanüstü Genel Kurulu'nda çıkan Özyönetim talebi için, "Barış ve çözüm için tarihi bir fırsattır. Özyönetim, Cizre ve Silopi'nin değil İstanbul’un, İzmir’in yani Türkiye'nin de hakkıdır" ifadelerini kullandı.     

Figen Yüsekdağ, Meclis'teki grup toplantısında konuştu.

Yüksekdağ'ın açıklamalarından satır başları şöyle: 

Roboskili ailelerle birlikte verdiğimiz mücadeleye rağmen katliamın sorumluları açığa çıkmadı. Aslına bakarsanız, siyasi sorumlular gayet açıkta olmasına rağmen hesap vermedi ve yeni ölümlerin önü açıldı. Dün Roboski katliamı anmasında, bir anne geçirdiği bir kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi. Hesabı sorulmayan, verilmeyen her katliamın ardından analarımız kahrından ölüyor.

Sadece katlederek öldürmüyorlar. Sorumluların hesabını vermemesiyle birlikte hukuksuzluk ve travmayla insanlara zulmediyorlar. Besna Encü de bundan üç yıl önce Gezi’de evladını kaybettikten sonra yaşamını yitiren Fadime anamız gibi kahrından öldü.

Bizler bugün bu şiddet siyaseti ortadan kalkmadıkça Roboski katliamı sorumlularının da açığa çıkmayacağını çok iyi biliyoruz. Yıl dönümünde adalet mücadelemizde, her yerde her alanda sürdürmek konusunda kararlı ve ısrarlıyız. Önce savaş uçaklarıyla sivilleri vurdular. 17’si çocuktu. Şimdi tanklarla sivil yerleşim alanlarına giriyorlar. Evleri tanklar ve helikopterlerle vuruyorlar.

Yedi ilçece ilan edilen yasaklar ve bu sürede ortaya çıkan şiddet bir vahşet düzeyine ulaşmış durumda. Siyasi iktidar kendi halklarına karşı dilinde nefret söylemi ve elinde silah ve şiddet enstrümanlarından başka hiçbir ilişki biçimini tanımıyor. Bugün kendi yurttaşlarıyla arasında kurduğu yapıcı bir ilişkiden söz etmek mümkün değil.

Özyönetim talebini dile getiren halklarımız canlı hedef haline getiriliyor.

 

“Sokağa çıkmanın yasak olduğu 7 ilçede 129 sivil hayatını kaybetti”

 

Bugün, askeri vesayetin, askeri sistemler ve anlayışla halka boyun eğdirmenin; sivil siyasetin tam tersi olarak, şiddet ve militarizm politikalarının zirve yaptığı görülüyor.

Geride bıraktığımız süre içerisinde özyönetim ve sokağa çıkma yasağının olduğu alanlarda 7 ilçede 129 sivil hayatını kaybetti. Yine bu sürede, 7 Haziran’dan bu yana, sürdürülen şiddet siyasetinin sonucu olarak 360 sivil yurttaşımız katledildi. Bunlardan 61’i çocuktu, 73’ü kadındı.

 Kendi halkınıza savaş açıyorsunuz dediğimizde bağırıp çağırıyorlar, linç etmeye çalışıyorlar. Bu rakamlar bile ne kadar sıcak bir çatışma yaşandığını gösteriyor. Bu 360 sivil ilan edilmiş, resmen kabul edilmiş bir savaşta dahi bu kadar sivil yaşamını kaybetmiyor.

 

“Ölmeleri yetmez, 'cenazelerini bile gömdürmeyeceğim’ diyorlar“

 

Halkın çabasına rağmen 7 gün sokak ortasında bırakıldı 11 çocuk sahibi bir kadının cenazesi. Çok daha vahimini Nusaybin’de uyguluyorlar.

Siyasi iktidara soru soruyoruz; teşhir ediyoruz, baştan itibaren söyledikleri şeyi tekrar ediyorlar: Sivil ölümler yok. Politika, çatışmalarda yaşı tutanları “evet, devlet öldürmüş olabilir” diyorlar. Yaşı tutmayanları örgüt öldürdüğü yalanıyla kendi suçlarının sorumluluklarının üstünü örtmeye çalışıyorlar. Bu kadar kabul edilemez bir yalan mekanizması, gerçeği ifşa edenleri linç ediyorlar. Bu gerçeğe sırtını dönenler, yarın insanlık vicdanında hesap veremeyecekler. Öbür dünyada da hesap veremeyecekler. “Çocukları, kadınları, sivilleri örgüt öldürdü” diyerek düpedüz, aleni bir biçimde işlenen cinayetlerin üstünü örtmeye çalışıyorlar. Bu operasyonlar halkın güvenliğini sağlamak adında gerçekleştiriyorlar. 61 çocuk, kadınlar kamudan sayılmıyor. Orda öldürülen sivil yurttaşlar, kamu kavramının içerisine, güvenliği sağlanması gereken kavram içerisine alınmıyor. Devlet, yurttaşlarının bir kısmını ayırmış “katli vaciptir” diyor. Ölmeleri yetmez, cenazelerini bile gömdürmeyeceğim diyor.

10 gün boyunca Nusaybin’de nasıl bekletiliyor cenazeler biliyor musunuz? 16 kişi üst üste o morgda bekletiliyor. Öldürülen çocuklar, katledilen çocuklar, oradaki cenazelerin koynunda bekletiliyor. Şırnak’taki STK’lar, milletvekillerimiz sayısız girişimde bulundular.

Morgdaki cenazeleri soğuk hava konteynırına nakledilmesine izin vermiyor. Cenazeleri bekleterek çürütmek uygulaması ile karşı karşıyayız. Gazze’de yaşandığı zaman vahşetti, başka savaş örneklerinde yaşandığında vahşetti ama Türkiye’de adı yok. Böyle bir şeyin varlığı bile kabul edilmiyor. 10 gün boyunca halkımız, insanlarımız cenazelerini defnetme talebi için mücadele yürütüyor. Bütün tarih boyunca, kadim inanışlar, hukuk, kültürel yapı, gelenekler, düşmanın bile olsa cenazeye saygıyı gerektirir.

 

“O topraklarda doğan çocuklar güneşi görmeden öldürülüyor”

 

Tarihte bir dizi savaş, isyan, bütün bir toplumsal yapıyı değiştiren, dönüştüren hareket cenazelere yapılan işkence üzerinden doğmuştur. Bakın Yunan tarihinden, Ortadoğu’daki halk mücadelelerinin tarihine kadar. Toplumsal hareketlerde bir kırılma noktası olmuştur. İnsanlar değerlerine sahip çıkmak için bir tepki ortaya koymuşlardır.

İman ettikleri peygamberin hadisine bir kere dönüp bakma cesaretinde değiller. Okuduklarını anlamayacak kadar vicdansızlar. Şöyle diyor: Hz. Peygamber, “Meşru savaş döneminde, cenazeleri acele gömünüz. İçinde ölü bulunan mezarın üstüne çiğneyip geçmeyi tercih etmeyin.”

Allah’tan korkmuyorlar, ölülerimizi incitiyorlar. Halkın bütün hepsini incittikleri kırdıkları yetmiyor, hakaret ediyorlar. Böyle bir zulüm içerisinde bir halkın bu vahşete karşı haklı direnişi, ortaya koymasının karşısında hiçbir engel yoktur. Bu zulme karşı direnmek haktır. Böyle bir yönetim anlayışına karşı çıkmak haktır. Bu süre içerisinde bütün yaşam damarlarını kesmeye çalıştılar.

Miray bebek, 3 aylık bir bebek, sokağa çıkma yasağı döneminde doğmuş ve yine sokağa çıkma döneminde öldürülmüş bir çocuk. O topraklarda doğan çocuklar sokağa çıkamadan, yaşamı, ağacı göremeden ölüyorlar. Güneşi göremeden öldürülüyorlar.

 

“Sokağa çıkma yasağı sırasında 73 kadın katledildi”

 

Özgürce yaşamak istedikleri için bir halka böyle bir zulüm reva görülüyor. Bu topraklarda evet, çocuklar sokağı görmeden ölüyorlar. Bu topraklarda çocuklar nüfus cüzdanına resmi yapıştırılmadan ölüyor. 61 çocuğun hepsinin nüfus cüzdanında fotoğraf karesi boştur. Suretinin bile oluşabilmesi için 15 yaşını geçmesi gerekiyor.

15 yaşından sonra bir insanın sureti belirginleşiyor. Bizim çocuklarımızı siması oluşmadan öldürüyorlar. 61 çocuk, kimliğine fotoğrafı yapıştırılamadan öldü. Yaşam alanlarını, çocukları katlederek kesmeye çalışanlar, yaşamı üreten kadınları da bu süre içerisinde özel olarak hedef haline getiriliyor. 73 kadın katledildi. Çok önemli kısmı sokağa çıkma yasağı olduğu bölgenin olduğu yerde.

Neden kadınlar? Kadınlar her şeye rağmen, o mahalleyi terk etmediler. Terk etmiyorlar. O mahallede yaşam alanında yaşam fonksiyonunun iki göstergesi var. Kadınlar ve çocuklar. Hangi yaşam alanlarında varsa orada yaşam devam ediyor demektir. Orada direniş devam ediyor demektir. Özyönetim alanlarında, çocuklar ve kadınlar evlerini terk etmediler. Evlerini terk etmeyerek yaşama sahip çıktılar. O kadınların elinde silah yoktu. Kimisi ekmek yapmak için dışarı çıktığında vuruldu. Öldürülen katledilen yakınlarını yola çıktığında vuruldu, kimisi çocuğunu kapıya çıkarmak için vuruldu.  Bir kadın, ‘aynı bahçede avluda, ahıra gitmek için sürünerek gidiyorum’ diyor.

Kadınlar sürüne sürüne gitmeyi göze aldığı için katledildi. Kadınlar, bütün bu acı ve ölümlere rağmen yaşamın olduğu her yerde olacak. Direnişin olduğu her yerde olacak kadınlar. O kadınlar ve çocuklar olduğu müddetçe asla kazanamayacaksınız. Bir halk genciyle yaşlısıyla onuruna, yaşamına sahip çıkıyor. Bunu kimse unutmasın.

 

“Özyönetim, barış ve çözüm için bir fırsattır”

 

Bu kadar savaşın içerisinde savaş olmasın, ölüm yaşanmasın diye bir taraftan da bir siyasi iradeyi, bir siyasi üretimi açığa çıkarmaya çalışıyoruz.

Geçtiğimiz hafta sonu DTK kongresinde bir ortak deklarasyon açıkladık. Siyasi çözüm deklarasyonunu açıklar açıklamaz hepimizin üzerine bir linç saldırısı başlattılar. Niye? Çünkü kurduğumuz cümlenin içinde çözüm geçiyor. Bu iktidar karşısında içinde siyaset, çözüm geçen bir cümle doğrudan saldırıların ve linçin hedefi haline getiriliyorsun. Geçtiğimiz hafta ilan ettiğimiz çözüm deklarasyonu, Türkiye’de konuşabilmenin önünü açmak, siyasetin konuşmasını sağlamak için ortaya koyduğumuz bir iradededir. Birisinin bunu yapması gerekiyordu. Bir çözüm perspektifi ortaya koymaktır. Karşımızdaki siyasi iktidar çözüme inanmıyor, demokratik siyasetten çoktan kopmuş. 

Sadece zorla, şiddetle rejime istediği gibi şekil vermeye çalışıyor. İlandan sonra yapılan açıklamalara bakın, ihanetten provokasyona kadar her türlü kem cümleyi her türlü kötü siyaset yaklaşımını bize karşı sergilediler.

Çünkü bu iktidar, bu kaosun çatışmanın şiddetin devam etmesini istiyor. Bu şiddet ve politika üzerinden seçim kazandılar. Yine bu politikayı sürdürerek rejim değiştireceklerini düşünüyorlar

Bu topraklarda barışın, önünün açılmasını istemiyorlar. Kusura bakmasınlar, bizim eylemimiz sözlerimiz hakkında bir kelime bir kavram kullanılacaksa o da ‘sadakattir. Bize oy veren halkımızın iradesine sadığız.

Bizi hain ilan edeceklerine buyursunlar bizim gibi siyasetle konuşsunlar. Bir tane siyasi yaklaşım ortaya koyabiliyorlar mı? Saldırı ve nefret dili kullanmaktan başka söylem üretemiyorlar. Burada söylediğimiz sözleri ilk defa söylemedik. Bu sözlerin söylenmesi, tarihsel önemdedir. Barış için, çözüm için bir fırsattır. 

Her türlü katılıma, katkıya, değişime bir metindir dedik. Biz dinamik diyoruz, onlar statükonun diliyle konuşmaya devam ediyorlar. 

 

“Sudan bahaneler olmadı çaydan bahaneler…”

 

Yıllardan beri söyledikleri söylemi tekrar ederek sorunu çözebileceklerini galibiyet ilan edebileceklerini sanıyorlar. Neymiş? Bölünme çerçevesini açıklamış HDP. DTK’nın yayınladığı ve bizim ortaklaştığımız metin, Türkiye halklarının birleşmesinin harcıdır. Bunu kimsenin unutmaması lazım. Kim böldü halkı? Bu halkı Kürt ve Türk olanlar olarak bu siyasi iktidar böldü.

Yardınız ortadan ikiye. Bizler bölünen bu halkları birleştirmek için, hak hukuk, eşitlik temelinde bir şans ve tartışma zemini sunuyoruz. Bu zemini değerlendirmek gibi bir durumları yok. Bu sürecin içerisinde tartışmaya katılmak gibi niyetleri yok. Bu niyeti olmadıklarını sayısız bahane ile ortaya koyuyorlar. Sudan bahaneler, olmadı çaydan bahaneler. 

Bir görüşme olanağını da çaydan sudan bahanelerle ortadan kaldırdılar. Tam bir siyasi ciddiyetsizlik örneği. 

 

“Yarın, bizimle oturup çay içecek yüzü bulamamanıza neden olacağınızı unutmayın”

 

HDP ile Başbakanlık tarafından gerçekleştirilmesi planlanan görüşme iptal edildi. Gerekçeleri biliyorsunuz ama açıklanmayan gerçek gerekçeyi paylaşıyorum: İptal edildi çünkü hükümetin bir randevu yapacak kadar siyasi iradesi kalmamıştır. Koskoca Türkiye’nin hükümeti, bir görüşme yapamıyor.

Böyle bir iradesi yok. Bu görüşmenin gerçekleştirilmesi neden istenmedi? Bu zamana kadar Dolmabahçe masasını devirenler neden devirdiyse, o masa kim tarafından devrildiyse ondan sonraki süreçte masa da yok çözüm de yok kim dediyse, HDD ile gerçekleştirilecek görüşme aynı merkez tarafından engellenmiştir.

Saray’ın hükümet üzerindeki vesayeti, meşru olmayan hakimiyeti siyaset kurumunun olağan işleyişinin önüne geçmiştir. İstiyorlar ki şiddet motivasyonu bozulmasın. İnsanlar belki biraz umut edecekler, insanlar belki de “hadi bakalım, görüşüyorlar” diyecekler. Bu izlenim, şu an iktidarın uyguladığı şiddet konseptini dağıtacağı için bu görüşme darbelenmiştir. Bu görüşme iptal edilmiştir. Böyle bir siyasi ciddiyetsizliğin sorumlusu biz değiliz. Kimse bize eleştiri yapmasın. Dönsünler kendi siyasi ciddiyetsizliklerine baksınlar. Bir kararın bile arkasında duramıyorlar. Bu süreçler İnşallah geçecek. Türkiye halkları kendisine bir yol açacak. Hani bizim görüşmemizi, çayımızı, sohbetimizi bir hakaret konusu haline getiriyorlar ya, şunu unutmayın; birbirinizle oturup çay içecek yüzünüz kalsın.

Bu çok önemlidir. Gerilimin, HDP’nin itilip dışlanması, halkın iradesinin bu kadar hakarete uğramasının yarın öbür gün bizimle oturup çay içecek yüzü bulamamanıza neden olacağını unutmayın. Birbirimizin yüzüne bakacak, çay içecek, saygınlığımız kalsın. Sizin böyle bir düzeyiniz kalsın. Ne yazık ki iktidar bu ciddiyetten uzak.

 

“Özyönetim, Cizre ve Silopi'nin değil İstanbul’un, İzmir’in yani Türkiye'nin de hakkıdır”

 

Halkın özyönetim talepleri hedef tahtası haline getirildi. Sayın Demirtaş, DTK, DBP başkanları hedef haline getirildi. Soruşturmaları sayamıyoruz. Bu soruşturmaları açan zihniyet sarayın güdümündeki yargı zihniyetidir. Bakın bu ülkede rejim fiilen değişmiştir diyor. Onun hakkında soruşturma yok.

Cumhurbaşkanı’na hakaretten insanlar derdest ediliyor. Birisini sevmiyorsanız eğer 155’i arıyorsunuz, falan Cumhurbaşkanı’na hakaret ediyor diyorsunuz tutuklanıyor.

Anayasa isteniz de istemezseniz de ben değiştirdim, tek bir eleştiri dahi yapılması suç sayılıyor. Bizim eş genel başkanlarımız siyasi temsilcilerimiz vekillerimiz bütün partili arkadaşlarımız özyönetim talebini savunduğu için soruşturma, tutuklamalarla karşı karşıya kalıyor. Bizler bu zamana kadar buna rağmen sizin karşınızda muhalefet yaptık. 

Evet, bugün tekrar ifade ediyoruz; özyönetim haktır. Sadece Cizre, Silopi’nin değil. Aynı zamanda İstanbul’un İzmir’in Mersin’in Ankara’nın hakkıdır. Siyasete doğrudan katılması insanların, çağın en haklı taleplerinden birisidir. Bu talebin arkasında durmaya devam edeceğiz. Siz, tek adam sistemini savunacaksınız; rejim değişmiştir diyeceksiniz; anayasa tartışma masasını devirecekseniz ve Türkiye halklarına rejim dayatacaksınız ama bizler demokratik bir şekilde Türkiye’de yönetim rejimi ne olur diye bir tartışma başlığı açamayacağız. Böyle bir hakaret olabilir mi? Evrensel demokratik değerlere hakaret ediyorlar. 

 

"Ağzını açan bölücü oluyor"

 

 

Yeni anayasa tartışılacak; konuşmayın, tartışmayın diyor. Söz söylediğin zaman hain, bölücü oluyorsun. Provokatif konuşmakla itham ediliyorsun. Bu anayasa nerede, nasıl tartışılacak? Görüşmeyi iptal ediyorsun, çözüm masasını deviriyorsun.

Nerede tartışılacak anayasa, kimler tarafından? Meclisin üçüncü partisi tartışmasın. Halk, tek bir şey söylemesin. Biz çalarız, biz oynarız; biz yazarız, biz bozarız diyorlar. Böyle bir yaklaşıma onay vermemiz mümkün değil. Yayınladığımız deklarasyon, aynı zamanda yeni demokratik anayasanın tartışma çerçevesine ilişkin, bu anayasayı tartışmak için ortaya konulmuş bir metindir.

Bir parça vicdanı olan cevap versin. Hükümet kağıt parçası önümüze koyup da öneriyorum bunu dedi mi? Yaparım olur diyorlar. Ne bekliyorsunuz anayasadan? Bir tane çerçeve metin yok. Çerçeve olmadığı gibi olan çerçeveleri de dağıtmışlar. Biz bunu sunuyoruz, halkın talebi budur diyoruz, karşımıza yine bildik operasyonlarla karşı karşıya kalıyoruz. 2013 yılında, Erdoğan’ın görüşmelerine bakın; her şey tartışılabilir hatta eyalet sistemi tarihimizde var demişti. Biz desek idam cezası verirler herhalde. Ama 21. yüzyılda 100 yıl önce konuşulan sistemin konuşulmasına kapalı bir iktidar var. Böyle bir yönetim anlayışı olabilir mi?

 

"2013 yılında hendek mi vardı?"

 

2013 yılında çözüm ve müzakere süreci vardı. Barı çağrısı yapıldığı günden beri bu iktidar imha planları yaptı. 2 yıl boyunca imha planı yapmak dışında hiçbir şey yapmamış bu iktidar. ‘neden hendek ve direniş var’ diye soruyorlar. Ne ekerseniz, onu biçersiniz. Bunlar sonuçtur. Biz bu sonucu düzeltmek için uğraşıyoruz.

Bizler çözümün bütün kanallarını zorlayarak ve halkımızın demokratik iradesinin yaşama geçmesi için siyasi görevimizi yerine getirerek Türkiye’de yeni bir şansın olanağını ortaya çıkarmak. Bizler morglarda, meydanlarda çürümeye terk edilen insanlığın onurunu ayağa kaldırmak istiyoruz. Bizim derdimiz onlar gibi çöktürmek değil.

HDP, bu meclisi ve Türkiye’deki siyasetin eğer bir parça hatırı ve prestiji varsa bu hatır ve saygının tek ve en önemli göstergesidir. Bizim varlığımızı ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Siz kaybedersiniz. Bizim görmediğimiz bir şey kalmadı. Hiçbir şey artık bizi travmaya sürüklemez. Siz bizim yaşadığımız hiçbir travmayı yaşamadınız.

 

"Eş başkanımız hedef haline getiriliyor"

 

Eş başkanımız ve parti heyetimiz vatana ihanetle suçlanıyor, hedef haline getiriliyor. Sizin Rusya’ya gitme yüzünüz kalmadı diye bizim gitme hakkımız yok mu? Türkiye’nin saygınlığını dış politikada yok ettiniz. HDP, dış politikada önemli bir itibar ve saygı görüyor.

Rusya’daki işçiler, öğrenciler, orada çalışanlar umurlarında değil. Halklar arasındaki ilişkiyi, dış politikada yarattıkları faciayı düzeltmeye çalışıyoruz. HDP bütün dünya ülkelerinde saygınlık ve itibar gören bir partidir. Siz de HDP’ye biraz saygı gösterme becerisini gösterseydiniz bu saygınlık Türkiye’nin ortak gücüne dönüşebilirdi. Ama siz de bu zihniyet yok.

Bizimle randevularını iptal edenler, Rusya görüşmelerini yargılayanlar, düşmanlık güttükleri İsrail ile anlaşma yapıp, söyledikleri tüm lafları yalayıp yutanlar anlaşma yapmaktan geri çekinmiyorlar. Katil dediğiniz İsrail ile kucaklaşıyorsunuz ama kendi vatandaşınıza savaş ilan ediyorsunuz. Bütün ilişkileri masaya oturmayacak duruma getiriyorsunuz. Bu sizin ayıbınız. HDP, her zaman ve duruşu demokratik siyasetin gereğini yerine getirmek üzerine kuruludur. Bizleri hedef haline getirenler bu konudaki duruşumuzu asla ve asla sarsmayacak.

Türkiye halkları ve Kürtler katliamla karşı karşıya. Özyönetim alanlarında halklarımız demokrasiye olan inancını ve onurlu duruşunu en önemli şekilde gösteriyor. Darbeye karşı tüm halkların bu duruşun yanında yer almalı.

 

2016'ya girerken Diyarbakır'da,
Şırnak'ta olmamız gerekiyor

 

Ülkenin bir tarafındaki ölüme, acıya yüzümüzü dönersek oradaki eli tutmazsak bu karanlığın yutmadığı kimse kalmayacak. Oradaki halklarımıza el uzatmanın zamanıdır. Katliamlara karşı halkımızı korumak, savunmak, sokağa çıkma yasağının kaldırılması için mücadele ediyoruz.

31 Aralık’ta, çocukların, anne karnındaki bebeklerin yaşamının karartılmasına izin vermeyelim: Elinde beyaz bayrağıyla öldürülmemesi için gelin harekete geçelim. Türkiye halkları olarak yeni yıla girerken zulmün olmadığı yeni bir yılı dileyelim. 2016’nın demokrasi ve barış yılı olmasını dileyelim. Tam da o gün 2016’ya girerken Diyarbakır’da, Şırnak’ta olmamız gerekiyor.