22 Şubat tarihli YÖK Yönetim Kurulu kararıyla çalışma izni iptal edilen Barış İçin Akademisyenler bildirisinin yabancı imzacılarından Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Yrd. Doç. Noémi Lévy-Aksu, Osmanlı’da örfi idare, 'olağanüstü hal' konusu üzerinde çalıştığını belirterek "OHAL’i meşrulaştırmanın yöntemlerinden biri de normalleştirme. Sorun yok ama sorun var gibi. Evet, OHAL ilan etmek devleti ve araçlarını çok güçlendiren bir şeydir ama aynı zamanda bir yenilgidir bana göre. Çünkü ne demektir bu: Ben normalde elimde bulunan yasal ya da idari araçlarla bu sorunu çözemiyorum ki normal çerçeveden çıkıp olağanüstü araçlara yöneliyorum. OHAL bir tür zayıflık itirafıdır" değerlendirmesinde bulundu.
Anayasa değişikliği referandumuna da değinen Levy-Aksu, "Adı anayasa ama kendisi değil. 'Suiistimalci anayasacılık', 'Kötü niyetli anayasacılık' gibi kavramlar bu yüzden var. Yani Evet çıkarsa Türkiye’yi anayasasız gibi de düşünebiliriz" görüşünü dile getirdi.
Noémi Lévy-Aksu'nun Cumhuriyet gazetesinden Pınar Öğünç'e verdiği söyleşi şöyle:
- 2003’ten beri Türkiye’desiniz, şu an turist haklarına mı sahipsiniz?
Evet, YÖK çalışma izniyle birlikte ikâmet iznimi de iptal etti.
- Bir OHAL mağdurusunuz, aynı zamanda Osmanlı’da örfi idare, olağanüstü hal konusu üzerine çalışıyorsunuz. Aklınıza gelir miydi?
Evet, ironik oldu. Ben bu çalışmaya başladığımda OHAL yoktu. Türkiye Cumhuriyeti tarihini, 90’ları düşünerek karar vermiştim. OHAL’in olmamasının anlamını aramak istemiştim. Ve sonra OHAL ilan edildi. Bu sadece Türkiye’nin gerçeği de değil.
"Uygulama Fransa’dan son derece farklı"
- “Fransa da OHAL ilan etti” argümanı sık kullanıldı burada. İkisini de tecrübe eden bir yurttaş olarak nasıl benzerlikler ve farklar sayarsınız?
Benzerlik, hükümetin ya da devletin var olan yasal çerçevede kalmaya çalışarak anayasal hakları daraltmaya çalışması. Ancak uygulama son derece farklı. Ben Fransa’daki OHAL’i de meşru görmüyorum, sürekli uzatılmasına karşı çıkıyorum ama uygulama safhasında Türkiye’de gördüğüm keyfiyet Fransa’dan çok daha fazla.
- Osmanlı İmparatorluğu neden örfi idareye ihtiyaç duymuştu?
Asıl sebep anayasa. Örfi idare terim ve de gerçeklik olarak ilk anayasa olan 1876’daki Kanuni Esasi’yle kullanılmaya başlanıyor. Olağanüstü hal, sıkıyönetim, bütün bu kavramlar anayasayla ilişkileriyle tanımlanır. 113. maddeye göre ihtilal işaretleri mevcut olduğunda geçici bir süre örfi idare ilan edilebilirdi. Örfi idare var olan kanunların tatil edilmesi, askıya alınması demekti. Örfi idarenin esas işlevi padişahın mutlak iktidarını korumak, yeni bir biçimde meşrulaştırmaktı. Bunun var olan İslami siyasi ve hukuki geleneğinin içine yerleştirmesi önemlidir. “Örfi” derken örf, âdet, gelenek olarak düşünmeyin, “örf” padişahın gücüne işaret eden bir kavramdır.
"Mardin’de farklı İstanbul’da farklı OHAL"
- 19. yüzyılla bugünün uygulamaları keyfiyet ve muğlaklık açısından nasıl karşılaştırılabilir?
Ben keyfiyet kavramını çok önemsiyorum çünkü örfi idarenin ya da bugün OHAL’in yaptığı şey bir keyfiyet alanı açmaktır. Her OHAL, her örfi idare birbirinden farklıdır. Birçok farklı aktör tarafından uygulanabildiği ve farklı hakların ihlali söz konusu olabildiği için her siyasi, toplumsal kontekste göre açılan alan değişir. Ortak nokta, hakların ihlali ve mağduriyet yaratmak olsa da, örneğin bugünkü OHAL ile 90’larda uygulanan da aynı değildir. OHAL kendi kendini yaratır. O yüzden ancak pratiklere bakarak anlaşılabilir.
Bugün bile aynı OHAL'in Mardin'in bir köyünde ya da İstanbul'da, Ankara’da anlamı farklı. Yani aynı anda, coğrafyalara göre de değişebilir. Bazılarını yapmak için OHAL’e bile ihtiyaç duymuyorlar ama bu Kürt bölgelerinde ev yıkmak demek olabilir, bir yandan çeşitli devlet kurumlarından KHK’lerle insanları işlerinden etmek ya da gazetecileri hapse atmak olabilir. Bunların dışında sosyal sınıflara göre de OHAL değişir. Siz gazeteciler, biz akademisyenler farklı yaşıyoruz ama mesela bugün OHAL’i hiç hissetmeyenler de var. Osmanlı’da da örfi idare Balkanlar’da ya da Anadolu’da aynı şey değildi; bir işçi için ya da bir gayrimüslim için anlamı farklıydı. Bugüne göre önemli fark ordunun rolü. Osmanlı’da örfi idare daha çok yerel orduları ve generalleri yetkilendirmek demekti. Bugün çok bürokratik bir teşkilatın OHAL’deki yeri önemli.
"Esas hedef gayrimüslimler"
- Osmanlı’da Müslüman olmayanların nasıl bir OHAL tecrübesi var?
Osmanlı’nın son zamanlarında, II Abdülhamit döneminde örfi idare daha çok Balkanlar’da uygulandı. İlk kez 1877’de Rus-Osmanlı Savaşı’nda uygulanıyor ama savaştan sonra ortada özel bir isyan ya da sorun olmasa bile yerel generaller yazıyor. O bölgelerde gayrimüslimler var, eşkıya var, milliyetçi faaliyetler var gibi argümanlarla, aslında o bölgenin etnik, dini, toplumsal özelliklerinden dolayı örfi idare uygulanıyor. Tanzimat öncesinde de askerin zaten hep güçlü olduğu bölgeler buralar ama örfi idare de yeni bir alet olarak kullanılıyor. Esas hedef gayrimüslimler tabii.
"OHAL'in psikolojik boyutu: Belirsizlik ve keyfiyet insanları pasifleştirir"
- Az önce OHAL’i hiç hissetmeyen sosyal kesimlerden söz ettiniz. Son OHAL’i ilan edenler başından beri “normal” vatandaşların etkilenmeyeceğine vurgu yapıyor. Bu, etkilenenlerin zaten bir biçimde “suçlu” olduğu imasıyla OHAL’in psikolojik boyutu mu?
Geçmişte de, bugün de OHAL iki nedenle meşrulaştırılıyor. Biri, zaruriyet meselesi. Bu tehlikeli bir argüman çünkü muhalefete alan bırakmıyor. Karşı çıkıyorsanız o zaman devletin güvenliğini ya da kamu düzenini istemiyorsunuz, o zaman siz de düşmansınız, demek oluyor. 31 Mart Vakası’ndan sonra örfi idare ilan ediliyor, karşı çıkanlara “Siz o zaman 31 Mart Vakası’nın başarılı olmasını mı isterdiniz?” deniyor. Erken Cumhuriyet’te Şeyh Sait İsyanı’nda Takrir-i Sükûn ilan edilirken Meclis tartışmalarına bakarsanız, karşı çıkan birkaç liberal milletvekiline aynı suçlamada bulunulmuş: Siz bu isyanın bastırılmasını istemiyor musunuz? Ya oradasınız ya da burada. İyi vatandaşsanız karşı çıkmazsınız.
- Diğer yandan hükümet tarafından, hiç yokken olağanüstü bir hal varmış gibi bir algı yaratıldığına, halbuki her şeyin normal olduğuna dair bir sakinleştirme, görünmezleştirme çabası da dikkate çarpıyor. Her şey usulüne uygun ve de gerekliyse hükümetler, devletler neden OHAL ilan etmiş olmaktan utanır ya da böyle önemsizleştirmeye çalışır?
OHAL’i meşrulaştırmanın yöntemlerinden biri de normalleştirme. Sorun yok ama sorun var gibi. Evet, OHAL ilan etmek devleti ve araçlarını çok güçlendiren bir şeydir ama aynı zamanda bir yenilgidir bana göre. Çünkü ne demektir bu: Ben normalde elimde bulunan yasal ya da idari araçlarla bu sorunu çözemiyorum ki normal çerçeveden çıkıp olağanüstü araçlara yöneliyorum. OHAL bir tür zayıflık itirafıdır. Evet kampanyasının afişlerinden birinde “Artık sıkıyönetim olmayacak” yazıyor. İronik mi diyeyim, ilginç mi? Normale dönmeyi vaat etmek ve bunu çok normal bir şekilde yapmak... OHAL’in en büyük tehlikelerinden biri, ya taraftarsınız ya düşmansınız polarizasyonu yaratması. Muhalefet alanının daralması insanları sessizliğe, otosansüre iter. OHAL olmadığı dönemde sıradan sayılabilecek bir eylem ya da ifade artık suç demek olabilir. Suçun tanımının, cezalandırma biçimlerinin muğlaklaştığı, belirsizlik ve keyfiyetin hâkim olduğu dönemler insanları daha pasif kılar.
"Evet çıkarsa Türkiye Anayasasız kalır"
- Oylanacak cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin OHAL koşullarını olağanlaştıracak bir sistem olduğuna dair tespite katılıyor musunuz?
Evet, katılıyorum. Bunu Türkiye için bir devamlılık olarak da okuyabiliriz, olağanüstü halin olağanlaştırılması işi yine bir anayasayla yapılıyor. Osmanlı tarihinden de bahsedebiliriz, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca da hiçbir anayasa demokrasiyi, hakları savunmak için yapılmamış. Amaç hep rejimi güçlendirmek, meşrulaştırmak. Bu tabii çeşitli seviyelerde; 61’de nispeten daha liberal örneğin. Durum o kadar ironik ki şu an ‘82 Anayasasını özlemek mümkün; çünkü anayasaya daha çok benziyor. Yeni anayasa taslağında, bir anayasayı anayasa yapan kuvvetler ayrılığı neredeyse yok. Yani adı anayasa ama kendisi değil. “Suiistimalci anayasacılık”, “Kötü niyetli anayasacılık” gibi kavramlar bu yüzden var. Yani Evet çıkarsa Türkiye’yi anayasasız gibi de düşünebiliriz.
Evet, katılıyorum. Bunu Türkiye için bir devamlılık olarak da okuyabiliriz, olağanüstü halin olağanlaştırılması işi yine bir anayasayla yapılıyor. Osmanlı tarihinden de bahsedebiliriz, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca da hiçbir anayasa demokrasiyi, hakları savunmak için yapılmamış. Amaç hep rejimi güçlendirmek, meşrulaştırmak. Bu tabii çeşitli seviyelerde; 61’de nispeten daha liberal örneğin. Durum o kadar ironik ki şu an ‘82 Anayasasını özlemek mümkün; çünkü anayasaya daha çok benziyor. Yeni anayasa taslağında, bir anayasayı anayasa yapan kuvvetler ayrılığı neredeyse yok. Yani adı anayasa ama kendisi değil. “Suiistimalci anayasacılık”, “Kötü niyetli anayasacılık” gibi kavramlar bu yüzden var. Yani Evet çıkarsa Türkiye’yi anayasasız gibi de düşünebiliriz