Milliyet Sanat Dergisi, Eylül sayısını ölümünün 25. yılı vesilesiyle Yılmaz Güney’e ayırdı.
Türk sinemasının değişik isimleri, efsane ile gerçek arasında tuhaf bir yere terkedilen Yılmaz Güney ve sinemasına ilişkin görüşlerini yazdı.
Ünlü sinema eleştirmeni Atilla Dorsay ise Yılmaz Güney konusunda herkesin suçlu olduğunu belirterek, 12 Eylül yönetimini, gelmiş geçmiş kültür bakanlarını ve sinema çevrelerini suçladı. Ama Dorsay’ın asıl suçladığı, Yılmaz Güney’in eşi Fatoş Güney’di. Dorsay, Fatoş Güney’in, Yılmaz Güney’in filmlerini korumak için neredeyse hiçbir şey yapmadığını iddia etti. Dorsay şunları yazdı: “Ama Yılmaz konusunda sanki hepimiz suçluyuz. Fatoş Güney’den başlayarak: Ona olan büyük sevgisine karşın, eserini yeterince koruyabildi mi? Biliyorum, uğraştı, çabaladı. Ama British Film Institute’un uygar bir ülkeye yakıştığı biçimde bir avuç en önemli filmi alıp korumasına, onarmasına ve yeni kopyalar bastırmasına karşın Yılmaz’ın sayısız kayıp filmi ne oldu? Elbette dönemin askeri yönetimi de suçlu, idari makamları da. Ama onca yıldır gelip geçmiş hiçbir yönetimin, kültür bakanının bu konuda hâlâ ciddi bir soruşturma açmamış olması bağışlanabilir mi? Bu konuyu Güney Film de ciddi ve kararlı biçimde takip edemedi, sinemacılarımız da, kültür sorumlularımız da.”
Güney hayata sesleniyor
Milliyet Sanat’ta tartışma yaratacak bir diğer yazı da Cüneyt Cebenoyan imzasını taşıyor. Cebenoyan, Quentin Tarantino’un filmlerinde hayata dair hiçbir mesele bulunmadığını savunarak şöyle dedi: “(Yılmaz) Güney’in en kötü filmini, hayata dair söyleyecek anlamlı hiçbir sözü olmayan Tarantino gibilerinin en iyi filmlerine yeğlerim çünkü Güney hayata sesleniyor, aslolanın dünyayı değiştirmek olduğunu biliyordu.”