Medya

Yıldıray Oğur: Belkide kitlelerin, hayallerindeki Atatürk yerine, gerçek Mustafa Kemal'i yakından tanımak diye bir talebi yoktur

"Yazarın 10 yıl uğraştığını söylediği kitabın en büyük lüksü, tek bir referans ve dipnota yer verilmemiş olması"

27 Ekim 2018 16:49

Karar yazarı Yıldıray Oğur, Yılmaz Özdil'in "Mustafa Kemal" kitabında anlattığı olaylara referans vermemesini "Aslında yazarın 10 yıl uğraştığını söylediği kitabın en büyük lüksü, tek bir referans ve dipnota yer verilmemiş olması. Belki de geniş kitlelerin, hayallerindeki Atatürk yerine, gerçek Mustafa Kemal’i yakından tanımak diye bir talebi yoktur veya henüz buna hazır değilizdir" şeklinde yorumladı.

Oğur, kitapta anlatılan bazı olayların makaslandığını da belirterek, "İstiklal Mahkemesi’nde suikastçı hainlerin yargılandığını öğreniyorsunuz ama İstiklal Harbi’nin komutanlarının yargılandığı öğrenmeniz uygun bulunmamış. Birinci Meclis’in İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış demokrat muhalifi Hüseyin Avni (Ulaş) kürsüye odun fırlatan bir adam, Mustafa Kemal ise muhaliflerine bile hoşgörülüyle bakan bir devlet adamı. Tabii Ali Şükrü bey cinayeti gibi ayrıntılarla kafalar bulandırılmamış. 30’ların kafatası ölçümleri Atatürk’ün hayranı olduğu Mimar Sinan’ın heykelini yapmak içinken, Savorona yatı ise ömrü boyunca aldığı tek oyuncak olarak tatlıya bağlanmış. Atatürk’ün en azından deist fikirleri olduğunu ortaya koyan ABD Büyükelçisi Charles Sherill ile söyleşisinden seçilen paragrafla, Atatürk’ün Kadir geceleri oruç tutan bir mümine bağlanmasının büyük maharet olduğu ise açık" şeklinde yazdı.

Yıldıray Oğur'un Karar'daki yazısı şöyle:

Geçen ay neredeyse peş peşe yayınlanmış iki Atatürk biyografisi kitapçılarda çok satanlar listelerinde yerini aldı.

Kitaplardan biri, beyaz zemin üzerine Atatürk’ün meşhur imzasından ibaret sade kapağıyla sadece kitapçılarda değil neredeyse bütün süper marketlerde, üst üste dizilmiş kuleler halinde karşınıza çıkabilen gazeteci Yılmaz Özdil’in Mustafa Kemal kitabı.

İkinci kitap ise Latife Hanım ve Halide biyografilerinin yazarı İpek Çalışlar’ın “Mustafa Kemal Atatürk; Mücadelesi ve Hayatı” kitabı.

Yılmaz Özdil’in “10 yıl üzerine çalıştım, bütün kariyerimi koydum” dediği kitabı ise köşe yazılarını okuyanlar için tanıdık. Kitabı yazma gerekçesini köşesinde şöyle anlatmış:

“2008 yılıydı. Tuhaf işler olmaya başlamıştı. Peşpeşe Atatürk kitapları çıkarıyorlardı. “İnsani yönlerini anlatıyoruz” sloganıyla, güya kişisel özelliklerini yazıyorlardı ama, aslında düpedüz karalama kitaplarıydı. Alkolik, kalpsiz, dinsiz, megaloman, hatta korkak gibi, somut yalanlar vardı. Atatürk'ün insani yönlerini tanımaya çalışan gençler, zehirleniyordu.”

Kitap tam da bu “zehirlenme”lere karşı bir panzehir arayanların beklentilerini karşılıyor.

Karşımızda her şeyiyle dört dörtlük bir insan var; En hayırlı evlat, en mükemmel asker, en şık ve en yakışıklı lider, en merhametli, en cesur, en çocuk sever, en vefalı, en iyi ata binen, en iyi yüzen, en iyi dindar, en harika aşık...

Mustafa Kemal’in hayatında bu enleri tam karşılamayan ayrıntılar ise kitabın potansiyel okurlarında bir zehirlenme ya da hayal kırıklığı ihtimaline karşı 100 derecede kaynatılmış, güvenle tüketime hazır hale getirilmiş.

Örneğin “hayvanseverdi” diye okumaya başladığınız sayfalarda Atatürk’ün çok düşkün olduğu köpeği Foks’la olan hoş maceralarını okurken, bir anda macera “1933’te öldü” diye bitiveriyor.

Böylece Foks’un Atatürk’ü ısırdığı için, onun izniyle uyutulduğunu öğrenip hayal kırıklığına uğramanız engellenmiş.

Atatürk’ün dönemine göre iyi bir hayvansever olduğunu ama kendisine zarar veren bir köpeğin de yine o dönemin evcil hayvanlarla ilgili yaygın anlayışıyla öldürüldüğünü bile öğrenmeniz istenmemiş, çünkü bu gereksiz bilgi sizi zehirleyebilir.

Bu üzücü son Falih Rıfkı’nın Çankaya’sında karşınıza çıkarsa üzülmeyin diye de, köpekle ilgili hatıraların alıntılandığı kitaba da referans verilmemiş.

Aslında yazarın 10 yıl uğraştığını söylediği kitabın en büyük lüksü, tek bir referans ve dipnota yer verilmemiş olması.

Normal şartlarda böyle bir biyografi ancak Atatürk’ün yazarı Çankaya’da sofrasına çağırıp, bizzat hayat hikayesini anlatmasıyla yazılabilirdi.

Referans vermek, kaynak göstermek gibi bir zorunluluk ortadan kalkınca da bütün çiçeklerden en güzel ballar toplanmış.

Çiçeklerin plastik veya balın toz şekerden olup olmadığına da bakılmadan.

Örneğin Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nda zaten iyi tarihçilerin hakkını verdiği askeri başarılarına delil, herhalde düşman çatlatmak için Abdülhamit’in yıllar önce sahte olduğu ortaya çıkarılmış hatıratlarından gösterilmiş.

Atatürk, büyük hoşgörüsüne delil olsun, o hayattayken Türkiye’de Vatikan temsilciliği yapan, daha sonra Papa olacak Roncalli’ye dini kisve yasağına hoşgörüyle baktığı için takım elbise hediye ettirilmiş, aslında dini kıyafet yasağı ilgili hatıratında iyi şeyler yazmayan Roncalli de Atatürk’e hayran Batılılar listesine ekleniverniş.

Zaten çok şık bir insan olduğu her fotoğrafından belli olan Atatürk’ün bir ünlü modacı Coco Chanel’e Türk ordusunun subay kıyafetlerini tasarlattığı gibi lehte olan şehir efsaneleri de atlanmamış.

Aleyhte olabilecek tarihi hakikatlerin ise üzerinden zıplanarak geçilmiş.

İstiklal Mahkemesi’nde suikastçı hainlerin yargılandığını öğreniyorsunuz ama İstiklal Harbi’nin komutanlarının yargılandığı öğrenmeniz uygun bulunmamış. Birinci Meclis’in İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış demokrat muhalifi Hüseyin Avni (Ulaş) kürsüye odun fırlatan bir adam, Mustafa Kemal ise muhaliflerine bile hoşgörülüyle bakan bir devlet adamı. Tabii Ali Şükrü bey cinayeti gibi ayrıntılarla kafalar bulandırılmamış. 30’ların kafatası ölçümleri Atatürk’ün hayranı olduğu Mimar Sinan’ın heykelini yapmak içinken, Savorona yatı ise ömrü boyunca aldığı tek oyuncak olarak tatlıya bağlanmış. Atatürk’ün en azından deist fikirleri olduğunu ortaya koyan ABD Büyükelçisi Charles Sherill ile söyleşisinden seçilen paragrafla, Atatürk’ün Kadir geceleri oruç tutan bir mümine bağlanmasının büyük maharet olduğu ise açık.

Bütün tarihçilerin Atatürk’ün uşağı Cemal Granda’nın hatıratını yalanlamak için göreve çağrıldığı bölümde ise aynı maharet yerini inkara bırakmış.

Aslında Atatürk’ün siyasi hayatının ihtiyaca binaen böyle sterilizasyonunu bile anlaşılabilir.

Ama en azından hayat hikayesi yazılan bir insanın çocukluğunda ya da gençliğinde bir kere ayağının kayıp düştüğünü, birinden dayak yediğini, okulu astığını, bir yerde yanıldığını okuyabilmek istiyor insan.

Ama amaç baştan “insan Atatürk diye insanların zehirlenmesi”ni engellemek olunca, hayat hikayesi kaynatılırken o yararlı küçük bakteriler dahi öldürülmüş.

Böyle olunca da koskoca biyografide Mustafa Kemal ve ailesinin Selanik hikayesi hakkında okullarda okutulan tanıdık hikayenin bir miktar daha ayrıntılı bir versiyonunu buluyorsunuz.

Zübeyde Hanım, Ali Rıza Efendi ve onların Selanik’teki evleri ve şecereleri üzerine kitapta yer verilen daha az bilinen ayrıntılar ise, 80 yaşında Selanik’teki arşivleri didik didik edip “Bir Evin Hikayesi” adlı bir kitap yazmış Yunan arşivci ve tarihçi Vasilis Dimitriadis’in göz nurunun ürünü. Ama ona da en ufak bir referans verilmediği için okurlar bu yaşlı tarihçinin büyük emeğinin hakkını da veremiyor.

Atatürk’ün yaşarken bile babasına ait olmadığını söylediği bir fotoğraf üzerinden anlatılan bir kaç paragraflık Ali Rıza Bey hikayesini okurken gözünüz ister istemez Ali Rıza Bey’in ve Zübeyde Hanım’ın ilk evlerinin olduğu, Ali Rıza Bey’in gümrük görevlisi iken eşkiyalar tarafından kaçırıldığı Olympos Dağı’nın eteklerindeki Çayağızı’na kadar giden, Mustafa Kemal’in meşhur karga kovalama hikayesinin peşinden Langaza’daki dayısının çiftliğini arayan, 19. yüzyılın sonlarının Manastır’ında, Selanik’inde bize tur attıran, Atatürk’ün Latife Hanım’a verdiği evlilik yüzüğünü bulup, Anıtkabir’in tozlu kasalarından çıkartan İpek Çalışlar’ın büyük bir emek verdiği kitabına kayıyor.

Nedense Atatürk’ün hayat hikayesi yazılırken yok sayılmış Makbule Hanım’ın 1950’lerde verdiği uzun röportajlarında anlattığı Ali Rıza Bey, Zübeyde Hanım Selanik ve Mustafa Kemal hatıraları, o hatıraların izini itibarlı ve az bilinen kaynaklardan süren Çalışlar’ın ayrıntıcılığı, titizliği ve edebi diliyle birleşince ortaya hiç bilmediğimiz ve heyecanla okunan bir hayat hikayesi çıkmış.

Atatürk’ün biyografisini ilk kez bir kadının şahitliğinde (Makbule Hanım) ve ilk kez bir kadın yazarın kaleminden okumanın farkı hemen hissediliyor.

İnsani zaaflar, her insanın hayatındaki sıradanlıklar, başarısızlıklar en inanmış ve hassas Kemalist’i bile üzmeyecek bir incelikte anlatılmış. Bu hassasiyet, kitabın Cumhuriyet’in ilanı sonrası kısmında fazlaca frene basılmasına bile neden olmuş.

80 yıl önce hayatını kaybetmiş, üzerine söylenmedik söz kalmamış, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının ilkokuldan üniversiteye kadar hayatını okuduğu bir liderin 57 yıllık kısa hikayesinin hala hiç bilinmeyen, heyecanla okunan tarafları olabilmesi aslında çok tuhaf.

Ama daha tuhafı bir ülkenin kurucusunun ömrü hayatında tuttuğu otuz iki not defterinden henüz ancak on ikisinin yayınlanmasına izin verilmiş olması, diğerlerinin arşivlerde kapalı kasalarda tutulması...

Yani 80 yıl sonra bugün Atatürk’ün biyografisini tam olarak yazmak bile aslında mümkün değil.

Yine de açık kaynaklardan ve az bakılmış arşivlerden bu çok bilindiği zannedilen bir hikayenin izini süren, özellikle çocuk ve genç Mustafa Kemal ve ailesi hakkında neredeyse hiç bilinmeyen bir hikaye ortaya koyan İpek Çalışlar’ın biyografisi dönemsel bir furya olarak değil, her devir okunacak bir kaynak kitap.

O yüzden kitap bugünlerde çok satan raflarının biraz daha alt sıralarında bulunabiliyor.

Türkiye’nin propaganda yerine serinkanlı ve doğru bilgiye, emeğe, ayrıntıya verdiği ortalama değer düşünülürse çok da sürpriz değil.

Belki de yayınevi kitabı “Mustafa Kemal’i hiç bu kadar yakından tanımadınız” sloganıyla tanıtmakla bir pazarlama hatası yapmıştır.

Belki de geniş kitlelerin, hayallerindeki Atatürk yerine, gerçek Mustafa Kemal’i yakından tanımak diye bir talebi yoktur veya henüz buna hazır değilizdir...