Kemik kanseriyle olağanüstü hal (OHAL) koşullarında mücadele etmek zorunda bırakılan cezaevindeki babasını görmek için çağrıda bulunan 8 yaşındaki Ahmet Ataç, durumunun ağırlaşması üzerine kaldırıldığı yoğun bakımda 7 Mayıs’ta hayatını kaybetti. Oğur yaşananlara ilişkin, “Ahmet’i ölüme sürükleyen de bu ölçüsüz hukuk anlayışı oldu, adamına göre işleyen bu yargılamalar sürdükçe daha çok sayıda Ahmet arada kalacak” düşüncesini dile getirdi.
TIKLAYIN | 8 yaşındaki kanser hastası Ahmet Ataç hayatını kaybetti
Adana’da babası FETÖ’den tutuklu, annesi yurtdışı çıkış yasaklı sekiz yaşındaki Ahmet Burhan Ataç, iki yıldır mücadele ettiği kansere geçen hafta yenik düştü. Onu hayatta tutmak için yapılan kampanyalar adalet mekanizmasını zor bela hareket ettirebildi ama bu kadarı yetmedi. “...Kanser gibi kronik bir hastalıktan küçük yaşta bir çocuğun vefatı kalp taşıyan her insanı derinden üzecek bir konu olup, böylesi hassas bir olay üzerinden yasaların kendilerine yüklediği görevleri yapan yargı mensupları ve kurumlarının haksız şekilde saldırıya maruz kalması hakkaniyetle bağdaşmamaktadır.” cümleleri Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu konudaki eleştirilere verdiği cevaptan. Peki gerçekten de eleştiriler hakkaniyetle bağdaşmamakta mıydı? Ahmet için adalet sistemi, kalp taşıyan her insan gibi mi davranmıştı?” görüşünü savundu.
Alper Görmüş’ün, Serbestiyet’te çıkan yazısına köşesinde yer veren Oğur, "Görmüş'ün yazısının başlığı durumu net bir şekilde özetliyor: 'Çünkü anne ve babası bu dönemin alt insan grubundandı.' Taşrada daha da ölçüsüz olabilen, adamına göre işleyen bu yargılamalar sürdükçe daha çok sayıda Ahmet arada kalacak. Bu yapısal sorun kamuoyunun dikkatini ise ancak küçük bir çocuğun hayatı söz konusu olduğunda çekebilecek. Adana’daki savcılar haklı; bu hikayeyi okuyup eleştirilerin hakkaniyetli olup olmadığına karar vermek için hukuk bilgisi değil, bir kalp taşımak yeterli..." ifadesini kullandı.
Oğur'un "Adalet Ahmet’e neden acımadı?" başlıklı yazısı şöyle:
Önce Alper Görmüş’ün, Serbestiyet’te çıkan yazısından yararlanarak olanları hatırlayalım:
“Ahmet’in babası Harun Reha Ataç ile annesi Zekiye Ataç, Adana Kozan’da Gülen cemaatinin kapatılan öğrenci yurtlarında çalışıyordu. Baba Ataç, bir ortaöğretim yurdunun müdürüydü.
15 Temmuz’dan sonra işsiz kalınca Ataç’lar bir bahçe işi bulup orada çalışmaya başlamışlardı. 20 Şubat 2018 günü bir limon bahçesinde çalışırlarken o sırada yanlarında olan üç yaşındaki kızlarıyla birlikte polis tarafından gözaltına alındılar.
Sekiz yaşındaki oğulları Ahmet ise o sırada kreşteydi. Onu kreşten babaannesi ve dedesi aldı.
Zekiye Ataç 14 gün gözaltında kaldı, ardından tutuklandı, iki buçuk ay sonra ise serbest bırakıldı. Harun Ataç ise gözaltının on üçüncü gününde çıkarıldığı mahkemede tutuklandı.
24 Eylül 2018’de Ahmet’in kolunda ağrılar üzerine gittiği doktorda ilk kanser teşhisi kondu. Kemoterapi ve ameliyatla kürek kemiğindeki kanser temizlendi.
Ama Eylül 2019’da kanserin akciğerde metastaz yaptığı tespit edildi. Üstelik hastalık üçüncü evredeydi ve dördüncü evreye ilerlemekteydi. Ahmet Ataç 28 Eylül 2019’da hastaneye yatırıldı.
Ahmet’in en çok morale ihtiyacı vardı ve sürekli babasını görmek istiyordu.
Babası, 30 Kasım 2018’de de örgüt üyeliğinden 9 yıl 9 ay cezaya çarptırılmıştı. İstinafın onayladığı ceza Yargıtay önünde bekliyordu.
Ama Yargıtay süreci sona erene kadar denetimli serbestlik, elektronik kelepçeyle ev hapsi vb. yollarla cezaevinden çıkartılması için başlatılan girişimler sonuç vermedi.
Zekiye Ataç, oğlunun babasını yanında istediğine dair çağrı yaptığı görüntüleri sosyal medyaya yükledi.
Daha sonra Ahmet için "Ahmet hastalığı babası ile yensin" etiketiyle kampanya başlatıldı.
Fakat bu kampanya Zekiye Ataç’a pahalıya mal oldu; 15 Ekim 2019’da gözaltına alındı. Bu kez suçlama yine Kozan’da cezaevinde olan FETÖ sanıklarının ailelerine yardımdı.
Bu arada Almanya’nın Köln kentinde etkili tedavi yürüttüğü bilinen Immün-Onkoloji Merkezi, Ahmet'i tedavi etmeyi kabul etmişti. Küçük çocuk oraya götürülürse yeni bir şans doğabilirdi.
Ne var ki Ahmet’in annesinin yurtdışı yasağı vardı ve pasaportu iptal edilmişti.
Anne bu defa da yetkililere pasaportunun iade edilmesi için çağrıda bulunmaya başladı. Bu arada hastalık dördüncü evreye girmek üzereydi, yani zaman çok önemliydi.
Pasaportun iade edilmeyeceği anlaşılınca Ahmet Ataç babaannesiyle Almanya’ya gönderildi. Fakat annesini özleyen küçük çocuk yemeden içmeden kesilmişti. Geri döndüler.
10 Şubat 2020’de anne Ataç’ın yurtdışı yasağı kaldırıldı. Ne var ki bu karar, 18 Şubat’ta iptal edildi. Üç gün sonra tekrar karar değişti ve Hatice Ataç’ın oğluyla birlikte yurtdışına çıkabileceğine karar verildi.
Böylece, anne-oğul tedavinin ikinci evresi için Almanya’ya gittiler. Ne var ki tedaviye başlanamadı. Doktorlar, bünyenin çok zayıf düştüğü için tedaviyi kaldıramayacağına karar vermiştiler. Böylece anne-oğul 11 Mart 2020’de Türkiye’ye dönmek zorunda kaldılar.
Ahmet Ataç 6 Mayıs’ı 7 Mayıs’a bağlayan gece, sabaha karşı hayata veda etti. Almanya’dan döndükten sonra geçen bir buçuk ay boyunca sayıkladığı babasını göremedi, adalet mekanizması talebi uygunsuz bulmuştu.
Babası hastanedeki son anlarına yetişememişti, çünkü Mersin Savcılığı’nın o gece cezaevinden çıkartılıp hastaneye getirilmesine dair verdiği izin Adana Savcılığı’ndan geri dönmüştü, sabah ola hayrolaydı.
Ahmet Ataç dün (7 Mayıs) Adana Kabasakal Mezarlığı’na defnedildi. Babası, onunla ancak mezarlığın gasilhanesinde buluşabilmişti.”
Peki bu hüzünlü hikaye böyle bitmek zorunda mıydı?
Ortada ölümcül hastalığı olan küçük bir çocuk varken bile hakimler niye baba Ataç için bir türlü tutuksuz yargılama ya da Yargıtay kararına kadar şartlı tahliye kararı verememişti?
Neden annesinin yurtdışı yasağını kaldırmak bu kadar zor olmuştu?
Neydi Ataç çiftinin suçu?
Baba Harun Reha Ataç, 1986 Adana doğumlu. Üniversiteyi de Adana’da okumuş. Çukurova Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Endüstriyel Elektronik Bölümü’nden 2008 yılında mezun olmuş, bir yıl işsiz kaldıktan sonra yine Adana’nın Karaisalı ilçesindeki Ufuk Erkek Yurdu’nda bir yıl, 2012-2016 arasında ise Kozan ilçesindeki Koza Ortaöğretim Yurdu’nda dört yıl müdürlük yapmış. Bu iki yurt da o günkü adıyla cemaatin yurtları. Yine Adanalı olan eşi Zekiye Ataç da Kozan’daki başka bir cemaat yurdu olan Menekşe Kız Öğrenci Yurdu’nda belletmenlik yapıyormuş. Yani ikisi de asgari ücretle çalışan profesyonel cemaat mensuplarıydı.
Bugün her ikisi de FETÖ terör örgütü üyeliğinden yargılanıyor.
Fakat haklarında darbeye katılmak, destek vermek, mahrem abi ya da abla olmak, başka gayri meşru işlerin içinde olmak gibi suçlamalar yok.
Terör örgütü suçlamaların tamamı 135 bin nüfuslu Kozan ilçesi sınırları içinde olan bitenlerden ibaret.
17/25 Aralık’tan sonra da bu yurtlarda profesyonel olarak çalışmaya devam etmek aleyhlerindeki en önemli delil.
Peki onların bu yurtlarda çalışmaya başladıkları yıllarda Kozan’daki hava nasıldı?
17/25 Aralık’a 11 ay kala 25 Ocak 2013 günü Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir haberden okuyalım:
Anadolu Ajansı Adana muhabirinin Kongo’dan geçtiği haberin başlığı; “Adana’daki belediye başkanları ve işadamlarının Kongo gezisi.”
50 önemli işadamıyla birlikte Adana’dan Kinşasa’ya uçan heyetteki belediye başkanları; MHP’li Aytaç Durak’ın görevden alınmasına üzerine yerine seçilen Adana’nın o günkü Büyükşehir Belediye Başkanı MHP’li Zihni Aldırmaz, AK Partili Yüreğir Belediye Başkanı Mahmut Çelikcan ve yine AK Partili Kozan Belediye Başkanı Kazım Özgan.
Peki ne işleri vardı Kongo’da?
Yine Anadolu Ajansı’nın haberine göre “Şafak Uluslararası Türk Okulları’nın yeni kolejinin açılış törenine” gitmişlerdi.
Bugünlerde darbe olursa 50 kişiyi öldürecek kadar hazırlıklı olduğunu, sitesinde oturan 3-5 kişiyi listesine yazdığını anlatan çılgın teyzelerin konuştuğu televizyonun, internet sitesi Haber 7’de 2013 yılında çıkan habere göre okulun açılış kurdelesini Kongo Milli Eğitim Bakanı, Kongo’nun Ankara ve Türkiye’nin Kinşasa büyükelçileriyle birlikte kesen Adana Belediye Başkanı “Bu nurlu yolu açan, kendisi burada olamasa da yüreğinin bizimle olduğuna inandığım muhterem Fetullah Gülen Hoca Efendiye teşekkür” etmiş, Yüreğir Belediye Başkanı “Türkiye’den kardeşlerimizin burada fedakarca görev yapması bizi gururlandırıyor” demiş, Kozan Belediye Başkanı “Türk okullarının dünyanın değişik ülkelerinde açılması, faaliyet göstermesi bizleri mutlu ediyor, onurlandırıyor” diye konuşmuştu. Adanalı heyet daha sonra Türkiye’nin Kinşasa Büyükelçisi tarafından kendileri için verilen resepsiyona katılmıştı.
2013’ün başında bu haberler, ziyaretler, açıklamalar gayet rutindi.
Ama 2013’ün sonunda 17/25 Aralık ile birlikte bütün bunlar aleyhte kullanılabilecek bir suça dönüştü.
17/25 Aralık milad olarak belirlendi ama bu taşradaki davalarda ve herkese karşı aynı şekilde uygulanmadı.
Örneğin darbeden önce 2016 yılında Adana Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü paralel yapı soruşturmasında MHP’li eski Adana Belediye Başkan Vekili Zihni Aldırmaz ve belediyenin üst düzey bürokratları, 2010 yılında FETÖ’nün kurduğu bir üniversiteye arsa tahsis ederek finansman desteği sağladıkları iddiasıyla tutuklanmıştı. Mahkemede aleyhlerindeki delillerden biri 2013’de katıldıkları Kongo gezisiydi.
Aldırmaz, bir yıl hapis yatmış, ardından tahliye edilmiş ve ancak yıllar sonra beraat edebilmişti.
Aynı Kongo gezisi darbenin ardından bu kez Kozan Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan Kozan’daki FETÖ yapılanması davasında bir kere daha gündeme geldi.
Davada tutuklu yargılanan işadamlarından biri mahkemede, geziye kendilerini AK Partili belediye başkanlarının davet ettiğini anlatmıştı.
19’u tutuklu, davanın 30 sanığı arasında FETÖ’nün Kozan imamı, yöneticileri, himmet veren işadamları, dershane, okul ve yurtlarının çalışanları da vardı.
Fakat gazeteler sanıklardan biriyle ilgiliydi:
2004-2014 yılları arasında AK Parti’den Kozan Belediye Başkanlığı yapan ve o soruşturma sırasında yine AK Partili Sivas Belediyesi’nde başkan yardımcılığı koltuğunda oturan 2013’deki Kongo gezisinden Kazım Özgan ile.
İktidara yakın gazetelerde onun belediye başkanlığı sırasında FETÖ’ye para aktardığını iddia eden haberler yayınlandı.
Bu iddiaların kaynağı aynı davada tutuklu yargılanan eski Kozan Belediye Başkan yardımcısının ifadesiydi.
Eski yardımcısı, Özgan’ı 2009’da seçim kampanyası sırasında FETÖ yurtlarını ziyaret etmekle, 2013’deki Türkçe Olimpiyatları’na sponsor olmakla, FETÖ için kurban toplamakla, cemaatin evleri ve yurtlarına ekmek ve yiyecek yardımı yapmakla ve yine FETÖ’nün ortaöğretim öğrencileri için açtığı Koza Öğrenci Yurdu’nun inşaatına malzeme yardımı yapmakla suçlamıştı.
Eski belediye başkanı ifadesinde bu yardımları kabul etmiş ama bunları 17/25 Aralık öncesinde örgütün iç yüzünü bilmeden yaptığını söyleyerek kendisini savunmuştu.
Kongo gezisine de Adana Valisi’nin katılacağı söylendiği için katıldığını anlatmıştı.
Benzer suçlamalara rağmen Özgan, MHP’li eski Adana Belediye Başkanı gibi tutuklanmadı, davada tutuksuz olarak yargılandı.
Davanın sonunda da bu savunmaları işe yaradı ve davadaki bütün suçlamalardan beraat etti.
2019 yerel seçimlerinde yeniden aday oldu, seçimi kazanan MHP belediye başkanının sabıkası çıkıp, başkanlığı düşürülünce, ikinci sıradan yeniden Kozan Belediye Başkanlığı’na seçildi.
Davada adı geçen, 2013’deki Kongo gezisi ekibinden AK Partili Yüreğir Belediye Başkanı da 2019’a kadar görevinin başında kaldı, hakkında herhangi bir soruşturma açılmadı.
Ama herkes onlar kadar şanslı değildi.
Ahmet’in babası Harun Reha Ataç da bu davanın sanıklarından biriydi.
Aleyhindeki deliller ise AK Partili eski Kozan Belediye Başkanı’nın inşaatına destek verdiği Koza Öğrenci Yurdu’nda 2012-2016 yılları arasında müdürlük yapmak , bylock kullanıcısı olmak ve himmet toplantılarında kendisini gören tanık ifadeleriydi.
Fakat 2016 yılında başlayan davada bir yıl sonra ilginç bir şey oldu.
İddianameyi yazan savcı KHK’yla ihraç edilip, FETÖ’den tutuklandı. Savcının yine Kozan Adliyesi’nde hakim olarak çalışan ve bu soruşturmayla ilgili de tutuklama kararları vermiş eşi de KHK’yla ihraç edilip, tutuklandı.
Harun Reha Ataç, 2018 yılına kadar bu soruşturmada tutuksuz yargılandı. 2018 yılında eşiyle birlikte gözaltına alınarak tutuklandı.
Lehindeki tanık ifadeleri nedeniyle örgüt yöneticiliğinden değil sadece terör örgüt üyeliğinden 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Karar hala Yargıtay’ın önünde.
Adanalı Ataç çifti, Adana’da valilerin, belediye başkanlarının hararetle destek verdiği, yurtdışı gezilerinde boy gösterdiği günlerde eski adıyla cemaate katılmıştı, suçları 17/25 Aralıktan sonra da cemaat tarafında kalmak ve yasal olarak açık olan yurtlarda profesyonel olarak çalışmaya devam etmek oldu.
Halbuki 17/25 Aralık’tan sonra AK Parti’nin Adana İl Başkanı’nın da yasal bir banka olarak faaliyetlerini sürdürmüş Asya Finans’ın avukatlığına devam ettiği ortaya çıkmıştı.
Ama siyasetçilere AB standartlarında hukuk uygulayan Adana’daki mahkemeler, iki yıl boyunca oğulları kanser tedavisi gören, cezası henüz Yargıtay’da onanmamış böyle sıradan örgüt mensuplarına ise azılı darbeciymişler gibi davranmayı tercih etti.
Tutuksuz yargılanma bir tarafa, bir babanın hasta oğlunu son anlarında görmesini bile tehlikeli bulup izin veremediler.
Meslek yüksek okulu mezunu bir ilçe yurt müdürünün veremeyeceği desteği zamanında bu örgüte vermiş güç sahiplerini koruyan adalet, yoksul Adanalı bir aileye aynı şefkatle yaklaşmadı.
Ahmet’i ölüme sürükleyen de bu ölçüsüz hukuk anlayışı oldu.
Ahmet Ataç’ın durumunun ağırlaşması üzerine, Tarsus Cezaevi’nde tutuklu bulunan baba Harun Reha Ataç için savcılıktan izin talep edildi. Aileye eşlik edenler, savcılığın ancak sabah gidiş için izin verdiğini, bu nedenle baba Ataç’ın oğlunun yanına gelemediği bilgisini paylaştı.