Medya

Yeni Şafak yazarı Salih Tuna: Köşem Ali Bulaç'a sonuna kadar açık, yeter ki yazsın

"Tutuklanmasına üzüldüm, hele ters kelepçe vurularak götürülmesine içim cızz etti"

26 Ekim 2016 13:38

Yeni Şafak yazarı Salih Tuna, darbe girişiminin planlayıcısı olduğu öne sürülen Fethullah Gülen'in “Ali Bulaç, içeriye girmiş, SS’lerden bir tanesi gitmiş ona demiş ki: 'Yahu ne diye buraya geldin girdin, sen de o göbekli adam gibi böyle deseydin, bunlara sövseydin hiç buraya girmeyecektin. Bak adam ne güzel gül gibi, oradan alıyordu 1000 buradan alıyor. 10 bin böyle gül gibi yaşıyor işte'" ifadesiyle ilgili olarak "Demek ki, Türk polisi FETÖ'cü olmayınca SS olmuş oluyor? SS ha? Ali Bulaç, Fetullah'a bu şekilde meze olacağını hesap etmemiştir herhalde" dedi. Tuna, Bundan daha acı ne olabilir? Ali Bulaç yazmasını dilediğim metinde bu 'acı olaya' da isyanını dile getirsin. Köşem sonuna kadar açıktır ona. Yeter ki yazsın" ifadesini kullandı.

Salih Tuna'nın "Ali Bulaç’ın gözlerine kim kum attı?" başlığıyla yayımlanan (26 Ekim 2016) yazısı şöyle:

George - Picot bir defasında, “Araplara büyük devlet vadetmek gözlerine kum atmaktır” demişti. 


İşgalciler “işbirlikçilerine” her dönemde vaatlerde bulunurlar.

Gözlerine kum yiyenler dün Osmanlı'ya karşı ayaklanmışlardı şimdi de Türkiye'ye lagaluga ediyorlar.

Mesela… 

İran'ın gözlerine fena halde kum kaçmış anlaşılan. 

BM Güvenlik Konseyi'nin kendi aleyhlerine yaptırımlar öngören karar tasarısına Brezilya ile birlikte “hayır” oyu kullanan Türkiye'yle el ele vereceklerine, “Büyük Şeytan” Amerika'yla yürümeyi maharet sanıyorlar.

Konjonktürü kendileri için avantajlı görüp en zor günlerinde kendilerini arkalayan Türkiye'nin endişelerini görmezlikten geliyorlar.

İran'a, işgalcilerin hedeflerinin tüm bölge olduğunu, konjonktüre uygun hareket etmekle hiçbir yere varamayacaklarını, nihayetinde işgalcilerin sırayı kendilerine de getireceğini kim anlatacak?

ABD'yi “Büyük Şeytan” tesmiye eden İmam Humeyni'leri artık yok. 

Konjonktürden pay kapmak yerine zehir içmeyi tercih edebilecek Beheşti'leri, Mutahhari'leri, Muhammed Ali Recai'leri, Ali Şeriati'leri de şehid edildi.

Koskoca İran Ruhani'lere, Laricani'lere mi kaldı?

Hepsini anladım, hafızalarına ne oldu peki?

İran Çengeli Hareketi'nde Teşkilat-ı Mahsusa'nın işgalcilere karşı kendilerine nasıl yardım ettiğini hadi unuttular diyelim.

Sayın Erdoğan'ın nükleer enerji ve ambargo konusunda İran'ı nasıl arkaladığını da mı unuttular? 

Her şeyi unutsalar Sad-i Sirazi'nin şu mısralarını unutmuş olamazlar: “Kim düşman okuna açar omzunu / Kim gururdan sarhoş, biliriz bunu / Çok dönekler gördük, unutmuşlardır / İyi günde kötü günün dostunu…”

Zannetmeyin ki sadece devletlerin, devletçiklerin, kavimlerin, örgütlerin gözüne kum atarlar.

Kimi zaman şahıslara da bu muameleyi reva görürler.

Ali Bulaç da bunlardan mıdır, bilmem. Benim bildiğim, akıl almaz bir körlüğe duçar olduğudur.

Halbuki, 17 – 25 Arlık 2013'ün “yolsuzluk susturuculu” darbe girişimi olduğunu daha o vakit görmüştü.

Hatta, Dumanlı Ekrem'in Zaman gazetesinde, “İsrail'e karşı çıkarsanız bunlar başınıza gelir” yollu reel politik yazılar döşenmişti.

Bu da, takdir edersiniz ki, FETÖ'nün kimlerin taşeronu olduğuna işaret etmekti. 

Sonra ne oldu nasıl olduysa, artık gözlerine kim kum attıysa, MİT TIR'larından, Türkiye'yi uluslararası toplum nezdinde “terörist ülke” gösterme ihanetine kadar kör oldu.

Körlükten de öte, tutuklu yargılandığı için değinmek istemediğim çok sevimsiz yazılar dercederek, adeta herkesi körlüğe davet etti.

İfadesinde, “15 Temmuz'da gözlerim açıldı” demeye getirdi ama onca şehid verdikten sonra neye yarar bilmem ki?!

Her şeye rağmen tutuklanmasına üzüldüm. Hele ters kelepçe vurularak götürülmesine içim cızz etti.

Lakin, onca insanı katleden o darbenin psikolojik zeminine (istemeyerek de olsa) harç katanların arasında yer aldığı aklıma gelince yüreğim soğudu.

Yine de tutuksuz yargılanmasını çok isterim. (Oldukça kritik sağlık sorunları olduğunu biliyorum.)

Tefsir ve meal müellifidir. 

Bir neslin yetişmesinde, tee 12 Eylül 1980 öncesi Düşünce Dergisi'nden “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler” eserine kadar emek sahibidir.

FETÖ'cü haysiyetsiz cellatların katlettikleri arasında, Ali Bulaç'ın yetişmesinde emek verdikleri de kuvvetle muhtemel vardır. 

Ahirette o şehitlerin yüzlerine nasıl bakacak? Hele o şehitlerin yetim ve öksüzlerinin! 

Dört duvar arasında bunları muhakkak düşünüyordur.

Hayır, o kahpe darbenin “liderine” ve “cemaatine” verdiği destek için pişmanlık duyması yetmez. 

Kafasını iki eli arasına alıp ben nasıl bu hale düştüm, bunca insan nelere nasıl inandırılarak bu zillete duçar oldu diye adamakıllı düşünüp deklarasyon çapında bir risale yayımlasın.

Pensilvanya'daki “Baş Bel'am'ın” insanları nasıl bir “din” anlayışıyla mankurtlaştırdığını dile getirsin. 

Darbe girişimine yönelik İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kabul edilen iddianamesinde yer aldığı üzre, yüksek rütbeli FETÖ'cü bir subayın ağlayarak, “Artık sorulara cevap vermek istemiyorum. Hayatım mahvoldu. (Fethullah) Gülen'in bu ifadeleri duymasından korkuyorum. Beddua etmesiyle ahiret hayatımın da mahvolma ihtimali var…” diyecek hale nasıl ve neden düştüğünü anlatsın. 

Öyle bir deklarasyon kaleme alsın ki, elden ele gönülden gönüle dolaşsın; “beyin yamyamı” Fetullah'ın tasallutundan hâlâ kurtulamayan zavallıları kurtarsın. 

En azından gayreti bu olsun, tevfik elbette Allah'tandır. 

Yazık ki yazık, bu saatten sonra Ali Bulaç'ın gayreti her daim bu olacağına, o tutmuş, CHP Milletvekili Bekaroğlu'na politik mavra için malzeme vermekten öteye geçememiş.

Efendim, polisin teki ona gelip demiş ki, Star gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren gibi “The Cemaat'e” tavır koymadığın için bu yaşta buralarda sürünüyorsun, daha çok sürüneceksin…

Fetullah durur mu; mal bulmuş mağribi gibi bu sözlerin üzerine atlamış. Ali Bulaç'a rüşvet-i kelam etmeyi ihmal etmediği konuşmasında, “Göbekli adam” dediği Taşgetiren'e saydırmakla kalmamış bir de tekfir etmiş.

Star yazarı da narin bir zat- muhterem olduğu için felaket incinmiş. 

Bence yanlış inciniyor. 

“Taşgetiren çok iyi Müslümandır, adamın önde gidenidir, muttakidir” deseydi asıl o zaman incinmesi gerekirdi.

O değil de, Fetullah'ın, “Ali Bulaç içeriye girmiş, SS'lerden bir tanesi gitmiş ona demiş ki…” şeklindeki ifadesi oldukça manidar. 

Demek ki, Türk polisi FETÖ'cü olmayınca SS olmuş oluyor? 

SS ha?! 

Görüyor musunuz “Baş Bel'am” kimlere kuyruk sallıyor! 

Ali Bulaç, Fetullah'a bu şekilde meze olacağını hesap etmemiştir herhalde. 

Hesap etseydi, polisin o sözlerini, “en acı olay buydu” diyerek nakletmezdi sanırım. 

En acı olay nedir biliyor musunuz?

Dünyanın en güzel gülen insanı Mustafa Cambaz'ı şehid edenlerle aynı dava kapsamında yargılanmak…

Onca eserin müellifi olup, onca mücadele verip de ahir ömründe yüz kızartıcı (evet, yüz kızartıcı; zira insanların yaşam haklarına tanklarla, savaş uçaklarıyla tecavüz edildi, hem de öz yurtlarında) bir suçtan mahpus damında yatmak…

Ve hâlâ “Baş Bel'am'a” meze olmak…

Bundan daha acı ne olabilir?!

Ali Bulaç yazmasını dilediğim metinde bu “acı olaya” da isyanını dile getirsin. 

Köşem sonuna kadar açıktır ona. 

Yeter ki yazsın.