Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, “dindarların toplumun bazı kesimlerince dışlandığını ve dini hayatlarını yaşamaları adına kolaylık sağlanmadığını” öne sürerek, “Sinema ve dizi sektöründe değil kendisinin dindar olduğunu belli etmek, AK Parti'ye oy verdiğini söylemekten bile çekinen arkadaşlarım var benim. Öğle arasında 'ben sizin gittiğiniz lokantayı sevmiyorum' diye her gün kaçıp gizli saklı öğle ve ikindi namazını cem eden reklamcı tanıdıklarım var. Oruç tutabilmek için yıllık izin alan ahbapların bahsini ise hiç açmıyorum” dedi.
Kılıçarslan’ın Yeni Şafak’ta “Maçı nerde kaybediyoruz?” başlığıyla yayımlanan (4 Temmuz 2015) yazısı şöyle:
'Kültürel iktidar ya da Pierre Bourdieu amcanın isimlendirdiği şekliyle manevi iktidar her zaman somut ve maddi iktidardan daha önemli bir şeydir' cümlesine bir kez olsun itibar etmediğimizden kaybediyoruzdur belki de maçı.
Kültürel iktidar alanı sembolleri elinde bulunduranın, neyin görülmesi neyin görülmemesi konusunda kamuoyunu ikna edebilmenin, yerleşik sermaye gücünün nereye hizmet edeceğini belirleyebilenin elinde tuttuğu bir alandır.
Hep söylüyorum. 1 Mayıs işçi bayramlarında işçileri bir kez olsun Türkiye'nin en büyük işverenlerinin temsil edildiği TÜSİAD'ın önüne kim çıkarttırmıyorsa kültürel iktidar onlardadır.
Sözgelimi 'bunlar ötekine saygı duymuyor, öteki ile birlikte yaşamayı bilmiyor' korosu var değil mi Türkiye'de? 'Bunlar tahammülsüz' diyen bu koronun 'bunlar' diye imlediği kitlenin işyerlerine bakalım mesela. Sözgelimi, benim 10 yıl boyunca çalıştığım Kanal 7'ye. Mini etek giyerek mesaiye gelen arkadaşım vardı. Alevi mesai arkadaşım vardı. Kürt mesai arkadaşım vardı. Hatta Hristiyan ya da ateist mesai arkadaşlarım vardı. Türkiye neye benziyorsa Kanal 7 koridorları da ona benziyordu. Şimdi yazılarımın yayınlandığı Yeni Şafak da öyle mesela…
Peki, bir de 'tahammülsüz bunlar' korosunun işyerlerine bakalım. Mesela temizlikçi olmayan başörtülü çalışan arayalım. İşyerlerinde mescit arayalım. Tamam, hadi bunları geçtik. 'Cuma namazına gitmek isteyen çalışanına tahammül' arayalım; bakalım bulabilecek miyiz?
'İyi de, durum işyerlerinde bile böyleyken tahammülsüz olan biz, hoşgörülü olan sizsiniz öyle mi' diye soramıyorsak bu tamamen bahsettiğim kültürel iktidar alanıyla ilgilidir.
Sinema ve dizi sektöründe değil kendisinin dindar olduğunu belli etmek, AK Partiye oy verdiğini söylemekten bile çekinen arkadaşlarım var benim. Öğle arasında 'ben sizin gittiğiniz lokantayı sevmiyorum' diye her gün kaçıp gizli saklı öğle ve ikindi namazını cem eden reklamcı tanıdıklarım var. Oruç tutabilmek için yıllık izin alan ahbapların bahsini ise hiç açmıyorum.Bunları ne zaman konuşacağız Allah aşkına? Her sene 'sokakta oruç yiyeni dövdüler' haberi yapmak için pusuya yatanların bu ikiyüzlülüğünü ne zaman faş edebileceğiz?
Bu kültürel iktidar düzenini sorgulamadığımız müddetçe hiçbir zaman…
Gelin bir başka kanaldan ilerleyelim. Geçenlerde, şehir imarı ile doğrudan ilgili bir odanın kurulunda bir arkadaşım şöyle bir konuşma yapmış: 'Sevgili oda arkadaşlarım. Malum, odamızın en önemli eylemlerinden biri TOKİ başta olmak üzere kamu projelerinin iptali için davalar açmak. Madem odamızın böylesi bir faaliyet alanı var, o halde gelin kamuya ait planları onaylayan arkadaşlarımızın odamızdan üyeliklerini düşürelim. Pabuçlarını dama atalım.'
Ne olmuş dersiniz? Kıyamet kopmuş elbette. Zira odaya kayıtlı plancıların neredeyse tamamı paralarını temelde kamuya ait planları onaylayarak kazanıyorlar. Yani işyerlerinde kendi onayladıkları planları odalarında dava ediyorlar. Bu şahane ikiyüzlü düzenin devamında da hiçbir beis görmüyorlar.
Kuşların kulağıma fısıldadığı bir şey anlatayım size. Kadir Topbaş başkanın büyük bir gayret ve iyi niyetle kurduğu İstanbul Metropoliten Planlama dairesinden yüksek danışmanlık maaşı alan koca koca bazı profesörler, İstanbul'un planlarının iptali için kullanılabilecek bazı dosyaları bu odalar dava açsın diye sızdırıyormuş. Kadir Topbaş elbette gereğini yapmıştır bu işten haberdar olduğunda. Ben bir zihniyeti ifşa etmek için veriyorum bu örneği.
Bilmem derdimi anlatabiliyor muyum 'maçı niçin kaybediyoruz' diye sorarken?
Yerleşik düzenin Türkiye'de geliştirdiği manevi iktidarı oy alarak yahut sadece medya sahibi olarak yıkacağını zannetmek safdilliktir. Önce bir 'dil ve zihniyet' devrimi şarttır. Fakat öncelikle bir 'kültürel iktidar alanı sorunu' belirlemek, bu sorunun farkında olmak lazımdır değil mi?
Peki, bu yönde bir gayret var mıdır?
Anlı şanlı danışmanlar 'o masa 300 bin lira değil, 4 bin lira' açıklamaları yapmak yerine 'bu kültürel iktidar ne menem bir şeydir ki bir sunta masa üzerinden Türkiye'nin 3 gününü esir aldı' diye düşünüyorlar da haberimiz olmuyorsa bilemem tabii…
Ne diyordu Bourdieu: 'Şimdi yeğenim, seninki de iş değil vallaha. Ne diye kimsenin umrunda olmayan şeylere kafayı takıyorsun bilmem. Bi STK falan kursana evladım. Mis gibi.'