Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, aralarında imam Halil Konakcı’nın da bulunduğu din adamlarının son dönemdeki açıklamalarının gündem olmasına değinerek “Görünür hale gelmek, etkileşim almak, hatta daha sert söyleyeyim ‘popüler bir figür’ haline gelmek alimlerin, hocaların amaçladıkları bir şey olabilir mi? Yahut bu alim, hoca dediğimiz insan için istenir, arzu edilir bir şey midir?” diye sordu.
Türkiye’de cari din dilini son dönemde ya fazladan sertlik ya da mizah ürettiğini yazan Kılıçarslan "En iyi ihtimalle tik tokta remikslenmeye yahut instada gülünmeye yarayan ‘şebeklikler’ toplumun ıslahına nasıl yol açacak?
Yahut şöyle sorayım: Lafı gediğine koymakta uzman hocalarımızın yaptığı reddiyelerin toplumun dindarlığının ‘sahih’ hale gelmesine katkısı nedir? İki hocanın karşılıklı kavga etmesindeki ‘toplumsal fayda’ tam olarak nerededir?
Şu 'fazladan sertlik' dediğim yeri açayım. 'Yumuşacık, pamuk gibi, sürekli alttan alan bir din dili”' önerdiğim zannedilmesin. Hz. Ömer’in öfkesi de bizim yolumuzdur, Hz. Osman’ın munisliği de. Sadece ‘fazladan sertlik üretmek ve bunu sürekli hale getirmek doğru hareket tarzı değildir’ demeye çalışıyorum” diye yazdı.
İsim vermeden Prof. Dr. Üstün Dökmen’in “Başörtülü psikolog, psikiyatrist, PDR uzmanı olması meslek etiğine aykırıdır, nötr olamazlar” açıklamasına değinen Kılıçarslan şöyle devam etti:
"Yoksa ‘baş örtülüden psikolog olmaz’ diyen akıl hastası, 28 Şubat artığı bit yavrusuna “yumuşakça davranalım” dediğim zannedilebilir. Zannedilmesin. Pisliğe ‘pislik’ demek de zaman zaman gereken bir şeydir.
Uzatmayayım.
Türkiye’de bugün çok ciddi bir ‘din dili’ sorunumuz vardır. Geniş bir toplumsal zemine hitap etmek yerine kendi kapalı alanlarında ‘simülatif dindarlıklar’ üreten yapıların toplumu değiştirme, dönüştürme şansı yoktur.
Daha da sert sorayım: Taş gibi toplumsal sorunlar ortadayken, her alanda yangın büyürken ‘kendi korunaklı havuzuna dalmış olmak’ Allah’ın dinine hizmet üretmek midir? Belli oranda evet. Ama büyük oranda hayır.
Bugün Türkiye’de din dilinin restorasyonu bir zorunluluk ve aslında bir tarihi sorumluluk olarak ortadadır.
Bu zorunluluğu yerine getirmek için bu sorumluluk alınmazsa kapalı yapıların ürettiği ‘simülatif dindarlık’ da dâhil olmak üzere Türkiye’de dini hayat da, sürdürebilir dindarlık ta tehdit altında olmaya devam edecektir.
Bugün, tüm dünyaya söyleyecek sözü olan Müslümanlar adeta 'söz almamak için yanlış yapma' yarışı içerisinde. Bu ya değişecek ya da sözümüzü geri çekip modern dünyanın tüm aptallıklarının bizi, nesillerimizi teslim aldığını görerek öleceğiz. Durum budur.”
Yazının tamamını okumak için tıklayın