15 Temmuz Darbe Girişimi

Yeni Şafak yazarı: Erdoğan üzerinden neredeyse hepimiz 'devletçi' olduk

İsmail Kılıçarslan: 'Ya devlet başa, ya kuzgun leşe' noktasına geldim

17 Eylül 2016 12:10

Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, "Günün birinde hepimizin devletçi olacağı' kehanetinde bulunsaydı birisi, ona güler ve şöyle derdim: 'Devletin uzağında, ümmetin yanındayız.' Ne ki gelinen noktada hayat, eskiden İslamcılıkla iştigal eden hemen herkesi Recep Tayyip Erdoğan'ın etrafında kenetledi. Recep Tayyip Erdoğan üzerinden de neredeyse hepimiz 'devletçi' olduk" dedi. "Bu iyi mi oldu kötü mü? Orasını bilemem" diyen Kılıçarslan, "Ne ki, ömrünün yarısına kadar 'en iyi devlet hiç olmayandır' cümlesine inanıp iman eden ben, bugün 'ya devlet başa ya kuzgun leşe' noktasına gelmiş durumdayım" görüşünü dile getirdi.

İsmail Kılıçarslan'ın Yeni Şafak'ın bugünkü (17 Eylül 2016) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:

Günün birinde hepimizin devletçi olacağı' kehanetinde bulunsaydı birisi, ona güler ve şöyle derdim: 'Devletin uzağında, ümmetin yanındayız.' Ne ki gelinen noktada hayat, eskiden İslamcılıkla iştigal eden hemen herkesi Recep Tayyip Erdoğan'ın etrafında kenetledi. Recep Tayyip Erdoğan üzerinden de neredeyse hepimiz 'devletçi' olduk. Bu iyi mi oldu kötü mü? Orasını bilemem. Ne ki, ömrünün yarısına kadar 'en iyi devlet hiç olmayandır' cümlesine inanıp iman eden ben, bugün 'ya devlet başa ya kuzgun leşe' noktasına gelmiş durumdayım. Hani bir film özeti cümlesi vardır: 'Ve olaylar hızla gelişir' şeklinde. Olaylar öyle bir hızla gelişti ki hepimiz kendimizi bu ilginç refleksle mücehhez bulduk. Hoş, Recep Tayyip Erdoğan'ın etrafında kenetlenmek 'son derece doğru' bulduğum bir şey olduğu için, bu durumun getirdiği kimi etkilerle birlikte yaşamayı da kabullenmek düşer bana. Ne ki bu, herhangi bir durumu soğukkanlılıkla değerlendirmeme de engel teşkil etmez. Niçin etsin?

'Günün birinde bir askeri darbe kalkışması olacak, biz de sokaklara dökülüp milleti, memleketi, devleti koruyacağız' tahmininde bulunsaydı birisi, gevrek bir kahkaha atar ve şöyle derdim: 'Delirdin herhalde. İşi e-muhtıra düzeyine kadar gerileten asker, 2010'ların Türkiye'sinde darbeye asla cesaret edemez. Kaldı ki, asker darbeye kalkışsa bile millet 28 Şubat'ta, 12 Eylül'de yaptığını yapıp perdelerini çekebilir. Kendilerine silah sıkan askerin, üzerlerine süren tankların karşısında durmaları zor olabilir.' Doğrusu, bu benim son zamanlardaki en güzel yanılgım oldu. 'Darbe olmaz' dememi kastetmiyorum elbette. '28 Şubat'ta, 12 Eylül'de olan olabilir' dememi kastediyorum. Zira kendim de dâhil olmak üzere neredeyse bütün millet sokağa fırlayıp 'Türkiye'nin Türkiye olarak kalması için' üzerimize düşen her şeyi yaptık. Böylelikle, bir daha asla eskisi gibi olmayacak yeni bir dönemin de kapısı ardına kadar açılmış oldu.

'Günün birinde, her karışını gezdiğin bu güzel Suriye'de sonu asla gelmeyecekmiş gibi duran bir iç savaş çıkacak. Bu kadim topraklar, minyatür bir üçüncü dünya savaşına şahit olacak' deseydi bana biri, ona şaşkınlıkla şöyle derdim: 'Hayır. Kabuğunu kırmaya, kendi başına ayakta kalmaya çalışan Suriye'de geçiş bir savaşla olmayacak. Yeni müttefiki Türkiye ile sırt sırta vermeye kararlı görünen bu ülke, bölgesinin en sorunsuz limanlarından biri haline gelecek.' Doğrusu bu ya, hala anlamıyorum Esad'ın televizyonlara çıkıp 'elimde sihirli değnek yok. Ama Suriye'yi hızla demokratik, özgürlükçü bir vatan haline getirmek için elimden gelen her şeyi yapacağım' dedikten bir hafta sonra olanları. 'Neredeyse başaracak' bir ülkenin bu hale gelmesinin nedenlerini 'Suriye'nin içinde' değil, 'dışında' aramam da bu yüzden. Sakın bana 'Türkiye'nin de kabahati var' cümlesiyle gelmeyin. Suriye'nin bu hale gelmemesi için canhıraş şekilde son dakikaya kadar uğraş veren tek ülke Türkiye'dir. Hatadan bahsedilecekse bu, Suriye savaşının bidayetinde değil, savaşın sürecinde aranmalıdır.

'Günün birinde bir siyasi hareketi destekleyen yazarların 'lideri en çok ben seviyorum', 'hayır hayır en çok ben seviyorum' yarışı yapmayı o siyasi hareketi desteklemek zannedeceklerini' fısıldayıverseydi biri kulağıma, ona şöyle derdim: 'Mümkün. Zira insan, yere batası doğası gereği, kolay olanı seçer. İşin kolayına kaçar. Onca siyasi gelişmenin içerisinde dimdik durup desteğini öylece vermek zor olanıdır. Onun yerine sürekli el ovuşturmak, yağcılık yarışına sıvanmak, birileri bir şey dediğinde de 'ben lideri seviyorum diye bana böyle yapıyorlar' diye mızmıklanmak şahane bir konforu da beraberinde getirir. İstemez öyle konfor, eksik kalsın. Bulunduğun yerde ilkelerinle, doğrularınla, hesap-kitap yapmadan durabiliyor musun, sen bana ondan haber ver. Gerisi tarihin çöp tenekesidir.

Bu 'günün birinde'lere dilediğinizi ekleyebilirsiniz. Sözgelimi Bülent Arınç'ın -son derece isabet kaydederek üstelik- kendisine 'ahmak' diyeceğini hiç tahmin etmezdim. Ya da Kemal Kılıçdaroğlu'nun o suikast girişiminden sonra hemen fabrika ayarlarına döneceğini.

Bütün bu 'günün birinde'leri niçin yazıyorum? Belki şundan. Dünyanın ve Türkiye'nin baş döndüren hızı, dün 'asla olmaz' dediğimiz şeylere karşı bizi dayanıksız kılıyor. Bu noktada 'asla olmaz' demek yerine 'ya kötüsü gelirse' diye düşünmenin daha sağlıklı olacağını düşünüyorum. Düşünüyorum da, bunu başarabiliyor muyum? Hayır. Zira insan, yere batası doğası gereği, her seferinde bugün düşündüğünü şu ana kadar düşündüğü en doğru, en isabetli düşünce zannederek yaşıyor. Sağlama yapmayan bir tür olarak yaşayıp gidiyor insanlık. Bu noktada yapılması gereken belki de 'geriye çekilmek'tir. Ancak tarih öyle ağır bir sorumluluk yüklemiş durumda ki bu coğrafyanın insanlarının sırtına, geriye çekilmek şöyle dursun, sürekli ileriye hamle yapma ihtiyacı hâsıl oluyor.

Ne diyelim. Allah encamımızı hayreylesin.

Ne diyordu Rooney: 'Şimdi hacı abi. Bu insan doğası konusunda haklısın bir yerde. Sürekli değişip, günün sonunda 'ben hep haklıydım' diyenler var bir de. Onlara da yürüseydin ya.'