Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, darbe girişimi sonrası başlatılan soruşturma kapsamında verilen bazı gözaltı kararlarına ilişkin olarak, "Tedbirlerin olumlu yanları dışında, örneğin avukat Orhan Kemal Cengiz'inki gibi gözaltılar ya da Gülenciler tarafından kullanıldığı, onlara destek verdiği açık olan, ancak darbeye karışma, Gülen örgütünün organik parçası olması konusunda ismi insanda çekinceler oluşturan Nazlı Ilıcak'a yönelik gözaltı kararı gibi durumlar, soru işaretlerine yol açıyor" görüşünü dile getirdi. "Şunu kimse aklından çıkarmamalı; dün her muhalif nasıl Ergenekoncu değil idiyse, bugün de Fethullahçı değildir" diyen Bayramoğlu, "Böyle dönemlerde bu tür formülleri kullanan, ava çıkan, türlü hesapları görmeye soyunan her girişimin, her mantık yürütmenin zehirli olduğunu bilmek gerekir" ifadesini kullandı.
Bayramoğlu'nun Yeni Şafak'ta "Bir başlangıcın eşiğinde..." başlığıyla yayımlanan (26 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Büyük resim her geçen gün ortaya çıkıyor.
Genelkurmay Başkanı, eli kolu bağlıyken, kendisine “sizi önderimiz Fethullah Gülen'le konuşturalım diyen” tuğgeneralin ismini ifadesinde veriyor.
Bir kısım darbecinin harekete geçme talimatını sivil “abi”lerden aldığını öğreniyoruz. Erdoğan'ı almaya Marmaris'e giden SAT komandolarının imamı BBDK uzmanı Kemal Işıklı itiraf ediyor. 15 Temmuz'dan bir süre önce tatilde olduğunu Kayseri'den üstü olan imamdan gelen talimat üzerine İstanbul'a geldiğini, yine talimat üzerine SAT komandolarını tek tek evine davet ettiğini, üst abisinin tek tek görüştüğü SAT'çılara 'Kemal diye birisi gelecek ne derse yapın' diye talimat verdiğini söylüyor.
Darbe girişiminin sadece ordudaki Gülencilerin değil, askeri, sivil, memuruyla tüm Gülen örgütünün işi olduğu ortada. Bu darbe girimi sadece silahlı bir kalkışmaya işaret etmiyor, devletin nasıl bir kuşatılmanın ve çöküşün eşiğine geldiğini de gösteriyor.
Bu durumun büyük tasfiyeyi gerektirdiği de ortadadır.
Yapılıyor ve ilk bilanço şu: 13.000 gözaltı, kamu kuruluşlarında açığa alınan 45.000 memur, 2750 hakim ve savcı, yüksek yargıçlar, tutuklanan 123 general (ordu generallerinin yüzde 33'ü), kapatılan üniversiteler, vakıflar, dernekler, sendikalar…
Bunlar keskin ancak kaçınılmaz adımlar...
OHAL de, “16 Temmuz günü, 14 Temmuz'da nerede kalmıştık” diyen kimilerinin sandığı ve yaydığı gibi “Erdoğan'ın olağanüstü hukuk düzeni” değildir.
Bu, tedbirlerin kaçınılmaz aracıdır.
Ancak bunlar kadar önemli olan bir husus, daha önce defaatle altını çizdiğimiz gibi, bu tasfiye sırasında adalet, hakkaniyet ve hukuk kurallarına özen göstermek, adli tedbirlerde keyfilik ve kestirmeci tutumlardan uzak durmak, tasfiye işini bir cadı avına dönüştürmemektir.
Bu mesele her iki yönüyle, tasfiye ve yeniden yapılan tarafıyla da, bunun hukuk ilkelerine uygun yürütülmesi açısından da, sadece bugünü değil, aynı zamanda geleceği belirleyecektir.
Tasfiyelerde meşruiyet ve ihlal, hassas bir terazi gibidir. Hangisi ağır basarsa sonuç öyle oluşur. İhlal kirdir, varolan temiz dokuyu da lekeler, doğru girişimi de bozar. Ergenekon ve Balyoz gibi adli süreçler bu konudaki yakın örneklerdir.
Devlet, adli ve askeri işlevleri ve kurumları açısından bir iflasın eşiğinde ve bunda her siyasi aktörün şu veya bu ölçüde sorumluluğu var.
Bu devleti hızla temizlemek ve yeniden inşa etmek gerekiyor…
Bu bir anlamda, bir tür kuruluştur. Her kuruluşta olduğu gibi, bu kuruluşta da kullanacağınız araçlar, benimseyeceğiniz ilkeler ve yaklaşım işin ruhunu oluşturur, geleceği şekillendirir.
Bunun içindir ki, tedbirlerin olumlu yanları dışında, örneğin avukat Orhan Kemal Cengiz'inki gibi gözaltılar ya da Gülenciler tarafından kullanıldığı, onlara destek verdiği açık olan, ancak darbeye karışma, Gülen örgütünün organik parçası olması konusunda ismi insanda çekinceler oluşturan Nazlı Ilıcak'a yönelik gözaltı kararı gibi durumlar, soru işaretlerine yol açıyor.
Şunu kimse aklından çıkarmamalı:
Dün her muhalif nasıl Ergenekoncu değil idiyse, bugün de Fethullahçı değildir. Böyle dönemlerde bu tür formülleri kullanan, ava çıkan, türlü hesapları görmeye soyunan her girişimin, her mantık yürütmenin zehirli olduğunu bilmek gerekir.
Sistemin siyasi iktidarıyla, adliyesi ve emniyetiyle bundan uzak durmasını dilemek ve talep etmek gerekir.
Bunun içindir ki, gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve Başbakan Yıldırım'ın, gerekse muhalefet liderleri Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'nin konuya ve birbirlerine yaklaşımı son derece olumludur. Cumhurbaşkanı bu yeniden kuruluşa tüm siyasi partileri katma, herkesi kucaklama işlevini yerine getirmelidir. Siyasi iktidar attığı adımları muhalefete bildirme, onlardan fikir alma, en azından alışveriş içinde olmayı iş edinmeli, hatta mümkünse, zımni bir kurucu iktidar esprisiyle ortak bir ilkeler manzumesi oluşmuna önderlik etmelidir. Muhalefet de, davet beklemeden bu sürece katılmayı kurucu ve pozitif bir rol oynamayı şiar edinmelidir.
Umuyoruz, istiyoruz.