Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimi sonrasında cuntacı askerlere işkence yapıldığına dair iddialarla ilgili olarak, "Darbecileri tutuklayan polislerin (arkadaşları bombardımanda şehit edilmişken üstelik) bu namussuz heriflere iyi davranmaması şahsen nefsimin hoşuna gidiyor. Fakat adı üzerinde 'nefs' bu. Dolayısıyla eğer 'adalet' talebimiz varsa öncelikle düşmanımız için istemeliyiz bunu. Bence o namussuzların kıllarına zarar gelmemeli gözaltı sürecinde. Bize, bizim adalet duygumuza yakışan budur" dedi.
İsmail Kılıçarslan'ın, "Adalet gecikmez, tez verilmeli" başlığıyla yayımlanan (26 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Şu kadarını söyleyerek başlayayım: Zannediyorum bu darbe girişiminin 'başarısız' olduğuna dair yeterli kanıta ulaştık. Tabii yine de sürekli ve bitmeyen bir dikkatle 'ya tekrar denerlerse' diyerek teyakkuz halini sürdüreceğiz ikinci bir emre kadar.
Madem ki darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır, o halde şimdi milletle el ele verip darbeyi püskürten devletin acilen yapması gerekenler vardır. Bunlardan ilki adaletin derhal ve olabildiğince hatasız şekilde tecelli etmesini sağlamak; diğeri ise bu darbe girişiminde şahit olduğumuz 'yapısal sorunlar'ı egale etmek.
Adaletin tecellisi meselesinden başlayayım. Ben halkım. O gece sokağa çıkanım, şehit olanım, yara alanım. Dolayısıyla benim, bu darbe girişimine katılan, destek veren, darbenin başarılı olması için dua eden herkes hakkında çılgın ceza hayalleri kurma hakkım vardır. Misalen Çengelköy'de Halil Kantarcı ve Mustafa Cambaz ağabeyleri şehit eden alçak herifleri elime geçirsem tıpkı Seven filmindeki gibi 'ölmemeleri için' onlara antibiyotik verip hepsini 'ölümü arzular' hale getirmeyi hayal edebilirim. Günlerce, aylarca, bıkmadan, usanmadan, akla hayale gelmedik yöntemler uygulamayı arzulayabilirim. Fakat bunları böylece hayata geçiremeyecek olmamı sağlayan (inandığım değerler silsilesin dışta tutarak konuşuyorum) aygıtın adıdır devlet.
Lafı nereye getireceğimi anlamışsınızdır. Darbecileri tutuklayan polislerin (arkadaşları bombardımanda şehit edilmişken üstelik) bu namussuz heriflere iyi davranmaması şahsen nefsimin hoşuna gidiyor. Fakat adı üzerinde 'nefs' bu. Dolayısıyla eğer 'adalet' talebimiz varsa öncelikle düşmanımız için istemeliyiz bunu. Bence o namussuzların kıllarına zarar gelmemeli gözaltı sürecinde. Bize, bizim adalet duygumuza yakışan budur.
Meselenin bir başka boyutu ise 'adaletin ivedilikle ve en acımasız cezalarla' hayata geçmesidir. Zannediyorum Adalet Bakanlığı bu konuda bir olağanüstü hal uygulayacak ve bu davalar hızla sonuca bağlanacaktır.
Şu çokça konuşulan 'idam talebi' meselesinde de durduğum yer bellidir. İnfaz kararını 'doğrudan zarar gören insanların onaylaması' durumunda belli başlı suçlarda idama hiç karşı olmadım. Kadın cinayetleri, tecavüzler, çocuk istismarları, cinayetler ve benzerlerinde bir cezalandırma yöntemi olarak idama karşı değilim. Yani darbe girişimi gecesi 'doğrudan insan öldüren' tüm caniler için -infaz kararı şehit yakınlarında olmak üzere- idama varım.
'Adaletin tecellisi' diyorduk değil mi? Bence FETÖ'nün en tabandan en tavanına kadar her üyesi değişen miktarlarda ceza almalılar. Lakin elde kanıt, delil, bağlantı olmadan meseleyi bir 'cadı avı'na çevirmenin de 'adaletin tecellisi'ni olumsuz etkileyeceğini söylemeliyim. Sözgelimi 'fırsat bu fırsat' diyerek birilerinin ayağını kaydırmak için 'bu FETÖ'cü' denilmesinin önüne acilen geçmek gerekiyor. Bu hususta iki örnek vermek isterim.
İlk örneğimiz Bursa'dan gelsin. 1970'li yıllardan beri Milli Görüşçülüğü ile tanınan, Bursa'da binlerce delikanlının yetişmesine katkı sağlayan Şahin Arat ve Hüseyin Toprak ağabeyleri FETÖ ile mücadele kapsamında belediyedeki görevlerinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Anlayacağınız, 17-25 Aralık sürecinden beri paralelle mücadelede açık ara en kötü belediye diyebileceğimiz Bursa Büyükşehir Belediyesi skandallarına yenilerini eklemeye devam ediyor. Tabii, Bursa'nın mümbit topraklarına bu şahane ekimleri yapanı da uzakta aramayalım. 'Darbeci olduklarını o gece anladım, bana ahmak diyebilirsiniz' diyen biri vardı ya hani. İşte o. Fakat bu noktada çekirdekten Milli Görüşçü, Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın arkadaşı Başkan Recep Altepe'nin niçin bunları yaptığı da bir soru işareti olarak kalmaya devam ediyor.
İkinci örneğim ise 'Doğunun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç' kitabının yazarı, Sezai Bey'in yakın talebelerinden, bizim mahallenin edebiyat ve kültür camiasının çok iyi tanıdığı yazar Turan Karataş. Turan abi bir süredir görev yaptığı Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı'ndan istifa etmek zorunda kaldı. Çünkü yüksek kurum başkanı tarafından 'ya kendin istifa edersin ya da bir takım kuşkularla ismini bakanlığa vermek zorundayım' diyerek tehdit edildi. Nasıl olsa devlet yetkilileri bu deli saçması meseleye itibar etmeyecek, Turan abiye yapılan bu haksızlık ortadan kaldırılacaktır. Lakin olacak iş midir Allah aşkına? İnsafa sığar mı?
Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün… Şimdiden onlarca insan bana ulaşmış durumda bu tip mağduriyetler için. Zannediyorum devletin 'FETÖ'cü tanımı'nı en baştan ve net şekilde ortaya koyması ile giderilecek bu mağduriyetler. Aksi halde kurunun yanında çok değerli yaşlar da yanacak ve adalet duygumuz zedelenecek.
Şu 'yapısal sorunlar' meselesini konuşamadık. Yer bitti. Bir dahaki yazıya inşallah...
Ne diyordu Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu: 'Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir / Temele taş bulmak gecikebilir / Devlete baş bulmak gecikebilir / Adalet gecikmez tez verilmeli'