Türk edebiyatının dev kalemi Yaşar Kemal'in 'Bir Ada Hikâyesi' dörtlemesinin son eseri 'Çıplak Deniz Çıplak Ada' 4 Ekim'de raflarda yerini alacak.
Yaşar Kemal için en güzel tanımlamayı Elia Kazan yapmıştır belki de. “Yaşar Kemal, Homeros’tan bu yana gelen en eski geleneksel anlatıcıdır. Başka bir sesi olmayan halkın sesidir” diyor Kazan. “Yaşar Kemal çağdaş dünyanın en büyük anlatıcılarından biridir. Onu okumak yaşamın kendisini anlamaktır. O, korkusuz bir kahraman gibi yazıyor” diyen John Berger’in hakkını da yememeli...
Yaşar Kemal’in ‘Bir Ada Hikâyesi’ serisinin dördüncü kitabı ‘Çıplak Deniz Çıplak Ada’ 4 Ekim’de kitapçı raflarındaki yerini alacak.
Usta yazarın üç cilt olarak tasarladığı ‘Bir Ada Hikâyesi’nin ilki ‘Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’ 1998 yılında yayımlanmıştı. Yaşar Kemal, bu kez Çukurova’dan değil Ege’de bir ada üzerinden anlatıyordu insanlığın büyük dramını. Bu kez bir başka büyük dramı anlatıyordu Kemal: Doğup büyüdükleri topraklardan koparılan mübadilleri... 2002’de serinin ikinci cildi ‘Karıncanın Su İçtiği’ni aynı yıl içinde ‘Tan Yeri Horozları’ izledi...
Serinin dördüncü kitabı ‘Çıplak Deniz Çıplak Ada’ 4 Ekim’de Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanacak...
İşte Yaşar Kemal'in yeni kitabından bir bölüm:
İkisi de küreklerin fışkırttığı suların içinde kalmışlar, denize girmiş çıkmış gibi olmuşlar, giyitleri üstlerine yapışmıştı. Karşıdan gelen yel onları azıcık kendilerine getirdi.
Peri duyulur duyulmaz bir sesle “Kerim, dur, dur! Batıyoruz,” dedi, can havliyle Kerimin kolunu çekti. Kayık sağa sola sallanırken, denizin üstüne fırlamış yüzen kürekleri gördüler. Küreksiz kalan kayık ha bire dönüyordu. Uzaklaşıp giden kürekleri görünce Kerim çabucak kendine geldi, sol eliyle küpeşteye yapıştı, sağ elini kullanarak küreğe yaklaşmaya çalıştı. Kürekler yavaş da olsa uzaklaşıyorlar, Kerim eliyle kayığı çekemiyordu. Peri de ona yardım etmek için bir eliyle küpeşteye yapıştı, ne yazık ki öteki eli denize yetişmedi. Denize yetişmek için çabalıyor, bir türlü ulaşamıyordu.
Kerim:
“Kayık devrilecek Peri,” dedi. “Baksana, elin ulaşmıyor. Çekil oradan, çabalama, kayık devrilecek. Doğrul Peri, batıyoruz doğrul.”
Peri elini sudan çekti, doğruldu. Kerim de doğruldu, eliyle alnındaki terleri sildi ya her yanından ter fışkırıyordu, döndü küreklere baktı, düşüncelere daldı, bu beladan nasıl kurtulacaklardı. Peri de geldi onun yanına oturdu. Uzun bir süre konuşmadılar. Gözlerini denizin üstünde yüzen küreklerden alamıyorlardı.
Kerim birden canlandı, sol eliyle küpeşteye yapıştı, sağ elini de denize daldırdı, kayığı yakındaki küreğe çekmeye çalıştı. Tek elle çalıştığı için kayık çok yavaş gidiyordu. Kürek de gittikçe, belli belirsiz de olsa, onlardan uzaklaşıyordu. Gün geldi tepeye oturdu. Kerim tepeden tırnağa tere, suya batmış, küreğe hiç olmazsa biraz yaklaşmak için umutsuzca uğraşıyor, terden gözleri yanıyordu. Gözlerini de bir türlü silmek aklına gelmiyordu. Neredeyse hiçbir yeri göremeyecekti. Peri gözlerini küreklerden aldı ötelere baktı, ölüyoruz, diye düşündü. Keşke seni buralara getirmeseydim, ölüyoruz işte.
Bir yel eser de dalgalar patlarsa kim bilir deniz bizi nerelere götürüp atar, ölüyoruz işte. Göz göre göre ölüyoruz. Adamıza varmışken dönmeseydik, şimdi evimizdeydik. Orada yaşamanın, o yemyeşil, düğme gözlü adamın elinden kurtulmanın bir yolunu nasıl olsa bulurduk. Her insanın bir yumuşak yeri vardır. İşte şimdi balıklara yem oluyoruz.
Gözlerini Kerim’e dikmiş, güzel bakır rengi yüzüne hayranlıkla bakıyordu. Küreklerin ellerinden kayıp gittiğini, her şeyi, her şeyi unutmuş, Kerim’in yüzüne bakmaya doyamıyordu. Kerim birdenbire küpeşteye yapıştı, suya ulaştı, eliyle kayığı çekmeye çalıştı. Peri de onun gibi yaptı. Onun eli küpeşteye, göbeğine kadar yatmasına karşın suya ulaşamadı. İkisinin ağırlığı altında kayık az daha yatsa suyla dolacak, batacaklardı. Peri, ayıldı kendisini soldaki küpeşteye attı, kayık dengelenir gibi oldu. Kerim iki elini birden denize daldırdı, çekmeğe başladı. Kayık yerinden kıpırdamıyor, küreklerse uzaklaşıyorlardı.
“Devriliyoruz, batıyoruz,” diye bağırdı Peri. “Batıyoruz, batıyoruz.”
Kerim duymuyordu. Onu var gücüyle omuzlarından tuttu. Kayığın içine çekti. Kerim’in elleri daha denizin içindeydi, suları gücü yettiğince dört bir yana savuruyordu.
“Kerim, Kerim, Kerim,” diye bağırdı Peri, Kerim’in elleri suyun içinde öyle kalakaldı. Biraz sonra da doğruldu oturak tahtasının üstüne oturdu, sağına soluna umutsuzca bakındı. Başı önüne düştü, öylece kaldı, konuşmuyorlardı. Kayık dönüyordu. Peri de geldi Kerim’in yanına oturdu. Gözlerini uzaklara dikti bakmaya başladı, kürekler denizin üstünde yüzüyor, gittikçe de uzaklaşıyorlardı.
Kerim ayağa kalktı, soyundu, soyunmasıyla denize atlaması bir oldu, sağdaki küreğe yüzdü. Yüzmeyi Fırat’ta öğrenmişti. Uzaklaşmış gitmiş küreğe çabucak ulaştı getirdi, kayığın içine attı. Peri olduğu yerde kalakalmış, kıpır kıpır ediyor koskocaman açılmış gözlerle Kerime bakıyordu ya belki de ne olup bittiğinin farkında değildi. Kerim öteki küreği de aldı, kayığın içine koydu. Yanlardan kayığa binemeyecekti, kayık devrilebilirdi. O zaman da arkadan denemeliydi. Ne olursa olsun kayığa binmekten başka bir umarı yoktu. Kayığın arkasında bir süre durdu, kendini hazırladı. Peri gözlerini dikmiş ona öylece bakıyordu. Tepeden tırnağa hayranlığa kesmişti. Onu böyle çırılçıplak gün ışığında hiç görmemişti.
Kerim bir süre durdu, kayığı tuttu, tutmasıyla uçması bir oldu, kendisini kayığın içinde buldu. Çarçabuk da kurundu, kürekleri okşadı ıskarmozlara baktı, kürekleri suya indirdi, oturdu kürekleri çekmeye başladı. Peri şaşkındı. Uzun uzun, döne döne uzaklara baktı, sonra gülümseyerek Kerim’i kucakladı.
“Kurtulduk,” dedi.
Kerim de gülümseyerek sevgi dolu gözlerle onu okşadı, “kurtulduk,” dedi. Birbirlerine sarıldılar.”
(Radikal)