Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Sami Selçuk, paralel yapı iddiasıyla yürütülen operasyonlar kapsamında gözaltına alınan Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) eski rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner'in gözaltı sürecinde yaşadıklarına ilişkin olarak, "Dehşete düştüm. Her şeyden önce insan olmaktan utandım. Sonra da bu yapılanların tersini anlattığım öğrencilerimden, en acısı ve korkuncu da hukukçu olmaktan utandım. İlk kez ülkemdeki adalet, yargı anlayışından tiksinti duydum" dedi.
Laçiner'in gözaltındayken kitap okumasına izin verilmediğini hatırlatan Selçuk, "Dilerim Hitler gibi kitaplar yakılmaya kalkışılmaz, benim ülkemde" ifadesini kullandı.
Sami Selçuk'un Zaman'da "Sözüm iktidara ve insanın/cumhurun değerlerini kollamakla yükümlü savcılaradır" başlığıyla yayımlanan (8 Ocak 2015) yazısı şöyle:
Merak ediyorum “acaba orada mısın?” Oradaysan lütfen bir insan/yurttaş olan bana iyi kulak ver!
Kendisini yüz yüze tanımadığım, ama iktidarınızın seçtiği eski bir Rektör, önceki günlerde feryat ediyordu. Tam dört gün boyunca suçunun ne olduğu kendisine bildirilmeksizin gözaltında tutulduğunu, ama ayrıcalık tanınıp bir battaniye verildiğini, ömründe ilk kez kitap okumaktan yoksun bırakıldığını yana yakıla anlatıyordu. Bilmiyorum, bu sesi duydun mu, duyabildin mi?
Neden biliyor musun? Gözaltına alınan ve aralarında kalp, kanser hastası da bulunan ötekiler ya da daha doğru bir anlatımla ötekileştirildikleri anlaşılanlar, eksi 4-5 derecede çoğu battaniyesiz, spor minderleri üzerinde kendi giysileriyle uyumak zorunda kalmışlar. Bunların aralarında 70, 80 yaşında olanlar, bir buçuk yaşındaki çocuğunu izin verilmediği için iki gündür emziremediğinden yakınan kadınlar varmış. Ancak kendisine battaniye verilen Rektör'e göre, bu durum işkence ile farkı gösteren “yetmez ama evet” anlamında bir ayrıcalıkmış!?
Aman Tanrım, ne günlere kalmış Türk insanı!
Dehşete düştüm. Her şeyden önce insan olmaktan utandım. Sonra da bu yapılanların tersini anlattığım öğrencilerimden, en acısı ve korkuncu da hukukçu olmaktan utandım. İlk kez ülkemdeki adalet, yargı anlayışından tiksinti duydum.
27 Mayıs 1960 hükümet darbesinde olanları bir yedek subay öğrencisiyken darbenin çirkin yüzünü görmüş biri olarak o dönemde bile gözaltına alınanların, yakalananların güvenlikleri ve sağlıkları devletin güvenilir kollarına ve iktidara emanet edilirdi.
Sana soruyorum, Sayın İktidar, Adalet ve İçişleri bakanlığı koltuğunda oturanlar, sizlere de soruyorum.
Yoksa sizin döneminizde bu temel ilke değişti de benim mi haberim olmadı? Ne zamandan beri devlet, devlet ve uygarlık öncesi oymak dönemlerinin tiksinti uyandıran ilkel öç dürtüsüyle davranıyor? Polis Akademisi'nde bir yıl ders vermiş biri olarak biliyorum ki, orada bu yapılanların tam tersi öğretiliyor.
Beni iyi dinle Sayın İktidar!
Ben bir insanım ve Anayasa'sında “hukuk devleti” yazan Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuştan hak ve özgürlüklerle donatılmış bir yurttaşıyım. Sözde bir Devlet'in ne “ra'iyye”si, ne “tâbi”si, ne “köle”si, ne “pleb”i, ne “parya”sı ne de eski dönemlerin “kış geliyor” deyince “titremeye hazırım” diyen bir “kalender”iyim. Tam tersine hukukun vazgeçilmez bir öznesiyim. Bu yüzden hak ve özgürlüklerim konusunda seninle asla ve kata pazarlık yapmam. Evet, sen iktidarsın, ama kendi yasal sınırların içinde kalırsın, haklarıma ve özgürlüklerime “iktidar, benim” diyerek dokunamazsın.
Çünkü “Bütün hukuk insan içindir” (Hominum causa omne ius constitutum est) der, beş yüzyıl önce Corpus Iuris Civilis'in en önemli bölümü olan Digesta (Pandectae) ve hukuk devletinde hukuk güvenliği, kamusal olarak yürürlükte bulunan adil yasalara karşı koyanların yararlandığı temel haklar aracılığıyla gerçekleştirilir.
Çünkü “Türkiye'de hukuk ve yargıçlar var.”
Sakın bu dediklerimi küçümseme!”
Keser döner, sap döner; gün gelir, hesap döner.
Sizin Batı'dan çevirip aldığınız, ama iyi özümseyip kavrayamadığınız ve yukarıdaki ilkelere dayanan yasalara göre, biri bir suç işledi mi, devlet, onu kendisi yargılamaz, yargılayamaz. Bağımsız ve yansız bir erke teslim eder. Halka ait egemenliği Türk halkı adına kullanan erkin adı “yargı(lama)”dır (Anayasa, m. 6, 9). Yani senin anlayacağın, senin adına kullanılmaz bu erk.
Halk adına çıkarılan Yasa, biri suçlandığında kolluğa der ki: “Durumu hemen savcıya bildir, ondan gereken buyrukları al!” (Ceza Yargılama Yasası [CYY], m. 161).
Savcıya da der ki: “Hemen olayı araştır, kanıtları topla. Ama şüphelinin lehinde olan kanıtları da toplamayı sakın unutma. Çünkü yargılamanın amacı birini mutlaka cezalandırmak, ona ders vermek değil, tersine gerçekleştiği ileri sürülen yaşanmış olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini, gerçekleşmişse hukuk karşısında ne olduğunu belirlemektir. Bunun için çabala. Eylemin işlendiğine ilişkin “yeterli kuşku”ya ulaşırsan kamu davasını aç. Bırak yargının önündeki her konuda sadece bağımsız yargıçlar karar versin, sen de gelişmeyi sonuna değin izle!” (CYY, m. 170).
Yargıca der ki: “Yeterince uyanık ve özenli davranmadığım için suçun işlenmesinde benim de payım var. Suçlanan sanığın yaşandığı ileri sürülen somut eylemi yapıp yapmadığını hiçbir gücün etkisi altında kalmadan yansızca belirle, işlememişse onu akla, işlemişse ona yasaya göre en uygun yaptırımı uygula!” (CYY, m. 217 vd.).
Bu yüzden biri gözaltına alınmadan önce kolluk güçleri ya da savcı, ilkin ona ne ile suçlandığını, savunmacı (müdafi) seçme hakkının bulunduğunu, savunmacının ifade ya da sorgusunda bulunabileceğini, yardımından yararlanmak istediği takdirde kendisine baro tarafından bir savunmacı görevlendirileceğini, susma hakkının bulunduğunu bildirmek zorundadır. Aksi takdirde devlet, kendi hazinesinden tazminat ödemeye hüküm giyer (CYY, m. 147, 141 vd.).
Şüphelinin ya da sanığın beyanı özgür iradesine dayanır. Bırakın tehdit ya da zor kullanmayı, onu yoramazsınız, hatta aldatıcı sorularla tuzağa düşüremezsiniz bile (CYY, m. 148). İster kolluk, ister yargı mensubu olsun, kamu görevlisi “yavrusunu yerken sıçana benzeten kedi” değildir. Hukukun tanıdığı yetkiler çerçevesinde davranan biridir. O kadar.
Sahi unuttum sormayı. Sen Sayın İktidar, kitaptan ne diye bu denli çok korkuyorsun ki? Bilimsel bir yapıt ya da bir roman, hatta Dostoyevski'nin “Suç ve Ceza”sı seni niye ürkütüyor? Çok mu güçsüzsün ya da omzunda yara var da dostça dokunulunca da mı gocunuyorsun?
Sayın İktidar! Unutma. Hiçbir yasa, bir bilim insanını kitabından yoksun bırakma yetkisini sana vermiyor, veremez de. Çünkü her uygar insanın, özellikle de bilim insanının besinidir, kitap okumak.
Yıllarca önce merhum Yaşar Kemal bana alındığı gözaltından serbest bırakılırken Çukurova'da yıllarca dinleyip derlediği deyişleri içeren, dokuz yüz sayfa tutan defterlerini karakoldan çıkarken istediğinde polislerin kendisine “Hava soğuktu, biz onu ısınmak için sobada yaktık!” dediklerini ağlayarak anlatmıştı. Yanaklarından akan, senin, benim gibi yarın unutulası birinin değil, ünü yüzyılları aşan bir dâhinin gözyaşlarıydı. Kara cehaletin yol açtığı yıkıma bakar mısın? Bu kara cehaleti ben de tanımıştım. Görev yaptığım ilçede bir hukukçunun “Nurculuk” akımını felsefi bakımdan eleştiren ve ceza hukuku açısından değerlendiren kitabını bulan polis, “Sen Nurculuk propagandası yapıyorsun” diyerek gizlice 5 gün boyunca gözaltında işkence yapmıştı zavallı bir esnafa. Odama getirdiklerinde ayağa kalkamıyor, tabanları yediği sopadan şişmiş, yürüyemiyordu.
Hem iktidarlar yazıdan ve kitaptan neden bu denli korkarlar ki!
Dilerim Hitler gibi kitaplar yakılmaya kalkışılmaz, benim ülkemde. Yakılmak bir yana kitaptan korkulmasından bile tiksinirim ben. Seni de, bütün sağduyulu ve kültür vurgunu insanları da tiksinmeye çağırıyorum.
Başa dönerek yineliyorum: Unutmayın. Yorarak, tuzağa düşürülerek alınan ifadeler rıza ile verilmiş olsa bile kanıt olarak değerlendirilemez. Savunmacı hazır bulunmaksızın kollukça alınan bir ifade, yargıç ya da mahkeme önünde şüpheli ya da sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz (CYY, m. 148). Hem neden en çok 24 saat değil de 96 saat gözaltında tutuyorsun insanları Sayın İktidar?
Şunu iyi bil ki, Sayın İktidar, bu satırlarla aslında ben sana yasaları anımsatıyor, seni uyarıyor ve savunuyorum. Bir caniye bile yapılmaması gerekenleri yapanları sana ihbar ediyorum. Unutma ve tetikte ol. Devran değişir, hesap verme dönemi başlar, sana da aynısını yapabilirler. Bu yüzden yasaların hakkıyla ve yansız uygulanmalarını sağla.
Ve Sayın Savcılar!
Yukarıdaki hükümler yürürlükte iken bu yapılanlar yanlış ve hukuka aykırı ise, Rektör'ü gözaltına alan yargı merkezinin savcıları, kamunun haklarını savunmakla yükümlü meslektaşlarım, sizlere de sorularım olacak elbette: Bu davranışları yapanlar, suç iddiasıyla olaya el konulduğu andan itibaren sizlerin buyruğunda olduklarına göre, bu cüreti nereden ya da kimlerden alıyorlar? Basın olayı ilk günden herkese duyurduğuna göre, hukuksuzluğun çarkları döndüğü sırada sizler sahiden neredeydiniz? Olaya el koydunuz mu?
Duyduğunuz halde olaya el koymamışsanız, Türk Ceza Yasası'nın 257/2; bundan dolayı bir ölüm ya da yaralanma olsaydı aynı Yasa'nın 88 ya da 83'üncü maddelerini çiğnediniz demektir.
O zaman kendileri yasaları çiğneyen insanlara yasaların uygulanması nasıl emanet edilebilir?
Sizler ki, halkın, kamunun savunmacılarısınız, yani cumhurun savcılarısınız (müdde-i umumi, procureur de la République, Procuratore della Repubblica, Procurador de la República). Bir başka deyişle aslında ve özünde “halk”, “kamu”, “cumhur” adına çıkarılan yasaları, hukuk devletine dayanan “Türkiye Cumhuriyet Devleti”nin yasalarını uygulamakla yükümlüsünüz. Dikkat edin! İktidarın ya da şunun bunun değil, doğrudan halkın, dolaylı olarak da o halk adına çıkan yasaların uygulayıcılarısınız, yasalar çerçevesinde görev yapmakla yükümlüsünüz.
Sizler ki, hukuk fakültelerinde öğrendiğiniz şu bilgileri her an aklınızda tutmak, özümsemek ve vicdanınızla onlara sahip çıkmak durumundasınız: İktidardakilerin katlanılamaz baskılarından insanları korumada biricik çarenin adalet düşüncesine dayanan hukuk uygulaması olduğu 1946 Nuremberg ilkelerini anımsatan AİHM kararlarıyla ortaya çıkmıştır. Hukuksuzluk ve adaletsizlik dönemlerinde yasalar düzgüsel (normatif) etkilerini yitirir. Biçimsel yasacılar (pozitivistler), sadece hukuk güvenliğini savunurlar. Oysa doğru hukuk ve evrensel yorum, yürürlükteki yasaların hukuk güvenliği ile adalet çatışmasında adaleti yeğlemelerini buyurur. İnsanca ve haysiyetli yaşamanın özü demek olan insan hakları ve özgürlükleri ile tutarlı cezalandırma, ancak hukukun ahlaka dayanan kararlarıyla olanaklıdır.
Sizler ki, meslektaşlarımsınız. Eleştirel değil, sevecen dilleYazıyorum bu satırları. Biliyorsunuz ki, hak, haksızlığın önünde boyun eğemez. Eğmediği için de “haklı savunma” (meşru müdafaa) koşullarında insan öldürme bile hukuka uygundur ve haklı savunma kurumu, tarihin en eski kurumlarındandır. Bildiğiniz gibi sizler, yasalara göre kimsenin buyruğunda değilsiniz. Sadece hukukun buyruğundasınız. İddianamelerinizde, işlemlerinizde siyasal içerikli deyişleri asla kullanmazsınız, kullanamazsanız. Somut olgulara yaslanan kanıtların ardından gider, salt hukuksal kavramlarla, terimlerle konuşur, yazarsanız.
Ve biliyorsunuz ki, yargının önüne gelen kim olursa olsun ve rengi, soyu, dünya görüşü, dini inancı ne olursa olsun, sağlığı, bedeni, şerefi, tek sözcükle insana özgü bütün değerleri, ahlaki temellere dayanan hukuksal gücünüzün güvencesindedir, iktidara gelenlerin gelip geçici heveslerinin değil.
O zaman içim sızlayarak sorumu yineliyorum: Bu insanların sağlıkları tehlikeye düşürülürken, hakları tanınmadan 96 saat gözaltında tutulurken sizler gerçekten nerelerdeydiniz?
Hoş. 1990'lı yıllarda da kimi milletvekillerinin, 2000'li yıllarda da eski bir Adalet Bakanı'nın kafaları bastırılarak arabalara sokuldukları ekranlara yansımıştı. Tıpkı bugünkü gibi o zamanlar da sizler ortalarda yine yoktunuz.
Bu yaşananlar karşısında halkımız yarınlarına nasıl güvenecek? Hukuk devletinin bir ayağı da “güvenlikli yaşamayı sağlama” ise ve bu ayak kesilmiş ise sizler de yarınlarınıza güvenle bakabiliyor musunuz?
Bu sorunun yanıtı evet ise nasıl, hayır ise neden?
Prof. Dr., Emekli Savcı/Yargıç