Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, çözüm sürecine ilişkin PKK’ya çağrıda bulunarak, “Kandil yeniden 2013 Nevruz çizgisine dönmeli” uyarısında bulundu. Akdoğan, süreçte ağırlık verilecek iki noktanın olduğunu belirterek, “Süreçte daha fazla ağırlık vereceğimiz iki parametre var. Birincisi, bölgedeki tüm sivil toplum örgütlerinin, kanaat önderlerinin, parti ve örgütlü yapıların daha fazla muhatap haline getirilmesidir. İkincisi, bölge halkının, örgütün baskısı altında bırakılmaması ve süreci kırılgan hale getiren illegal eylemlere geçit verilmemesi için kamu düzeni konusunda ilave tedbirler ve daha etkin bir politika izlenmesidir” ifadelerini kullandı.
Milliyet gazetesinden Serpil Çevikcan’ın sorularını yanıtlayan Yalçın Akdoğan, çözüm sürecine ilişkin açıklamalar yaptı. Çevikcan’ın “Nevruz çizgisine geri dönmeliler” başlığıyla yayımlanan (26 Kasım 2014) söyleşisi şöyle:
‘Nevruz çizgisine geri dönmeliler’
Çözüm sürecinde gelinen noktaya ilişkin genel bir durum değerlendirmesi yaparsanız nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Süreç, Kobani hadisesinden önce karşılıklı görüşmelerle hızla nihai sonuca doğru ilerliyordu. Yol kesme, adam kaçırma, haraç alma gibi asayiş ve şiddet olaylarına son verilmesi konusunda İmralı-Kandil hattında bir kabullenme iradesi yansımıştı. Süreçte kırılganlık üreten ve toplumsal tepkiye sebep olan illegal faaliyetlerin devre dışı bırakılması temel zemindi ve bu yönde bir gelişme beklenirken tam tersi bir durum ortaya çıktı. Kobani bahanesiyle ortalık yakıp yıkıldı, doğrudan kamu düzeni hedef alındı.
‘Örgüt su kaynattı’ ifadesini kullanmıştınız. Bu olaylar niçin yaşandı?
Örgüt, Kobani’yi kızıl elma gibi görüyor. Bölgesel çalkantıda bir kısım örgütlerin ortaya çıkması ve şiddetli çatışmalar yaşanması, silahın tekrar geçer akçe olduğu gibi bir görüntü oluşturdu. Bir kısım dış yönlendirmeler ve farklı hesaplar da devreye girince örgüt, Kobani’yi kaldıraç olarak kullanarak örgütsel ütopyasına bildik yöntemle ulaşmayı denedi. Ayrıca örgütün sistematik olarak ‘dönüştüremedikleri Kürtleri’ bölgeden kaçırma, sindirme ve göçe zorlama gibi bir yaklaşım sergilediği görüldü. ‘Artık burada yaşanmaz’ psikolojisini pompalayarak türdeş bir alan oluşturulmak istendi. Kobani bahanesiyle yaşanan vandalizmin ve bölgede sürdürülen şiddetin gerisinde böyle bir bilinçli çaba var.
Sizce bu yaklaşım ters mi tepti, bundan dolayı mı geri adım attılar?
İlk kez toplumun ve kamuoyunun gücü bu derece tezahür etti ve örgüte geri adım attırdı. Geri adımda, toplumsal tepki ve devletin kararlılığı etkili oldu. Öcalan’ın yazdığı mektup, onlar için çıkış kapısı sundu. Olaylar tam bir kırılma oluşturdu. Bölgede hizmet eden, yatırım yapan, hak tanıyan, şefkat gösteren ‘devlet’ ile zulmeden, baskı yapan, haraç alan ceberut bir ‘örgüt’ görüntüsü ortaya çıktı.
‘Tren tekrar rayına oturdu’
Süreçte daha fazla ağırlık vereceğimiz iki parametre var. Birincisi, bölgedeki tüm sivil toplum örgütlerinin, kanaat önderlerinin, parti ve örgütlü yapıların daha fazla muhatap haline getirilmesidir. İkincisi, bölge halkının, örgütün baskısı altında bırakılmaması ve süreci kırılgan hale getiren illegal eylemlere geçit verilmemesi için kamu düzeni konusunda ilave tedbirler ve daha etkin bir politika izlenmesidir. Sonuçta tren tekrar rayına oturmuştur. Hızını; samimi şekilde yol yürüme iradesine sahip olmaları ve demokratik çözüme inanmaları belirleyecektir. Temel zemin, eylemsizliğin hayata geçmesi ve kamu düzenine meydan okuyan illegaliteye son verilmesidir.
‘Öcalan’a karşı tutunamazlar’
Kandil’deki KCK yöneticilerinin, Öcalan’a rağmen bir güce sahip olduğunu düşünüyor musunuz?
Düşünmüyorum. Öcalan’a karşı hiçbirinin tutunma şansı yok. O yüzden her söze, ‘Öcalan’ın özgürlüğü’ diye başlayıp onu perde yapıyorlar. Açıktan karşıtlık üretemezler, karşıtlık gibi görünen şeylerde de taktik gerekçelere sığınıyorlar. Ama neticede kendi yollarını dayatma ve işi yokuşa sürme gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Kandil, yeniden 2013 Nevruz çizgisine, ruhuna dönmelidir.
‘Umudu kıran kaybeder’
Tüm olumsuzluklara karşı sürece yönelik ümidinizi koruyor musunuz?
Toplumsal umudu kırmaya hiç kimsenin hakkı yok. Umudu kıran kaybeder. Dış dinamikler ve örgütün yapısı-zihniyeti işi zorlaştırıyor olabilir, ancak sabırla yol yürümek gerekiyor. Süreçte kararlılık, cesaret, samimiyet ve dürüstlük büyük önem taşıyor. Diyalog, görüşme ve tartışma, demokratik siyasetin en temel zeminidir. Geçmişi olan kronik sorunların çözümünde serinkanlılığı ve sağduyuyu elden bırakmadan meselelere yaklaşmak, duygusal ve tepkisel çıkışlardan kaçınmak gerekir.
Akşamdan sabaha çözülemeyecek olan meselelerde harici veya dahili dinamiklerle önümüze çıkan sorunlarda diyalog zeminini kaybetmemek değerli bir kazanımdır. Yeni dönemde yaşananlardan da dersler çıkarmak gerekiyor.
‘Hükümet her adımı attı’
Sürecin hükümet adım atmadığı için tıkandığı eleştirilerine ne diyorsunuz?
Hükümet bu süreçte atılması gereken her adımı atmıştır, ancak Kobani olaylarından sonra örgütün takındığı tavır ‘kandırılmışlık hissi’ uyandırmıştır. Geçen yıl örgüt Türkiye’yi terk edecekti. Etti mi, hayır. Hükümet hangi adımları attı?
Bir, 3 Nisan 2013’te Akil İnsanlar Heyeti kurularak 80 ilde, 37 ilçede 700’e yakın etkinlik gerçekleştirildi, tam 1075 saat toplantı yapıldı ve rapor hazırlanarak hükümete sunuldu.
İki, 9 Nisan’da Meclis’te Çözüm Süreci Komisyonu kurularak konu Meclis gündemine taşındı. 12 ayrı başlıkta çalışmalar yürütüldü ve 438 sayfadan oluşan cumhuriyet tarihinin en kapsamlı raporlarından biri hazırlandı.
Üç, 10 Temmuz’da sürece yasal çerçeve kazandıran yasa Meclis’ten geçirildi. İlk defa bir hükümet, bu konuda aldığı inisiyatifi yasal bir çerçeveye kavuşturdu ve sürecin adını koyabilme iradesi gösterdi. Çözüm sürecindeki tüm adımların ve çalışmaların koordinasyonu ve sekretarya hizmetlerinin nasıl ve hangi şekillerde yürütüleceği netleştirildi.
Dört, süreçle ilgili çıkan yasa sonrasında Bakanlar Kurulu kararı alındı. Hangi komisyon veya heyetlerin, çalışmaları nasıl yürüteceği somut eylem planına bağlandı.
Beş, yeni hükümetin ilk adımı süreci koordine edecek bir Çözüm Süreci Kurulu oluşturması ve bunu mutat toplantılarla çalıştırması oldu. Geçen sene hazırlanan tüm raporlar neticesinde eylülde bir reform paketi hayata geçirildi. Bu pakette siyasi partiler ve adaylar tarafından yapılacak her türlü propagandanın Türkçenin yanı sıra farklı dil ve lehçelerle de yapılabilmesi sağlandı, eşbaşkanlığın önü açıldı, partilere devlet yardımı yapılabilmesi için milletvekili genel seçimlerinde alınması gereken oy oranı yüzde 7’den yüzde 3’e indirildi, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması kolaylaştırıldı, farklı dil ve lehçelerle eğitim ve öğretim yapmak amacıyla özel okullar açılabilmesi sağlandı, ayırımcılık suçu, nefret suçlarını da kapsayacak şekilde yeniden düzenlendi ve maddede öngörülen ceza miktarı artırıldı, köy isimlerinin resen değiştirilmesine yol açan hüküm kaldırılarak köylere eski isimlerinin geri verilmesinin önü açıldı.
‘Hastalıklı bir zihniyet’
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Sabri Ok, örgütün ortaya çıkış gerekçeleri kalkmadığından silah bırakmanın olamayacağını söylüyor...
Bu çok sorunlu, zamanın gerisinde kalmış, anakronik bir okuma. Başlangıçtaki gerekçeler, başlangıçtaki hedefler, başlangıçtaki yöntemler... Acaba bunlardan hangisi bugün söz konusu? Örgüt 30 yılda defalarca hedef değiştirmiştir, yöntem ve strateji değiştirmiştir, siyasi-sosyal şartlar ve toplumsal gerçeklik değişmiştir. Hâlâ ilk günkü kafa yapısıyla konuşmak anakronik bir durumdur. Gelinen noktada hâlâ silahı, terörü, öldürmeyi gerekli gibi görenler habis ve hastalıklı bir zihniyeti yansıtırlar. Öldürmenin gerekçesi olamaz. Devletin yaptıkları ve yapmadıkları hep tartışma konusu olmuştur. Devlet de o günkü devlet değildir. Ne o gün devlet adına yapılan yanlışlar bugün yapılmaktadır ne de devlet hak ve özgürlükler bağlamında yapılması gerekenleri yapmayan bir siyasi tutuma sahiptir. Bu kadar sığ yaklaşımlar ve boş konuşmalar artık bırakılmalıdır. Silah-siyaset sarkacında silaha tutunmaya çalışan anlayışın gerekçesi, mazereti, bahanesi olamaz. Silahı ve terörü kutsayan söylemlerin tekrar edilmesi, siyaseti öne çıkaran İmralı’yı anlamsızlaştırdığı gibi, çözüm sürecini ve sonrasında yaşanacak normalleşmeyi de zorlaştırmakta, zihin dünyasının buna hazır olmadığı gibi bir fotoğraf ortaya koymaktadır.
‘HDP’nin işi hiç kolay değil’
Bu sözler biraz da silah bırakma vurgusu yapan HDP’lileri hedef alıyor gibi...
Bölge halkının seçtiği milletvekillerini tehdit eden, aşağılayan saygısız ve nobran bir anlayış... Öcalan’ın kendisine yakın gördüğü bir isim bile bu derece Öcalan’ın ortaya koyduğu perspektifi yok etmeye çalışır mı? ‘Öcalan serbest kalmalı’ lafının arkasına saklanıp süreci havaya uçurmaya çalışmak nasıl bir sinsiliktir? Bu bir demokratik anlayış sorunudur. Örgütün silah bırakmasına ayak direyen ve bu kanlı yöntemde ısrar edenlerin bölgede ortaya koyduğu zihniyet, başlı başına bir sorundur. Tehdit, korku, baskı, zulüm, şantaj bu zihniyetin temel karakteristiğidir. Dibinde ot bitirmeyen, farklılığı kabul etmeyen, kendisinden olmayana tahammül göstermeyen, kendisinden olanı da ezmekten çekinmeyen bir anlayış. Tahammülsüz, şefkatsiz, hoşgörüsüz bir zihniyet... Asıl silahtan büyük tehlike budur. Bir yanda demokratik çözüm diğer yanda örgütsel esaret... Kürtleri kimsenin tasallutuna terk etmeyiz. Ülkeyi terörden kurtarmak ne kadar önemliyse, siyaseti şiddetten arındırmak da o kadar önemlidir. Şiddeti, siyasette güç devşirme yöntemi olarak görmek kısmi alan açmaya yarasa da toplamda alanı daraltan bir durumdur. Bu yüzden HDP’nin işi hiç kolay değildir. HDP, süreçte önemli bir misyon görüyor, Kandil’dekilerin bu misyonu zayıflatması, süreci zayıflatmak anlamına gelir.
‘Paradigması anlamsızlaşır’
Örgütün çelişkili tavırlar sergilediğini mi düşünüyorsunuz?
Konjonktürel gelişmelerden etkilenen ve bahane üreten bir anlayış var. Normalde siyaset kurumunun bulutlu havadan nem kaptığı, seçimi düşünerek siyasi yaklaşımlar sergilediği düşünülür. Oysa terör örgütü; Gezi olayları, 17 Aralık komplosu, Cumhurbaşkanlığı süreci, Kobani hadisesi gibi gelişmelerden etkilenmiş ve ‘acaba hükümet gidici mi?’ düşüncesiyle veya ‘hükümet sürece mahkum, nasıl durumu lehimize çeviririz’ gibi bir yanılgıyla fırsatçılık yapmıştır. Kandil’in bölgesel gelişmeler sonrasında dış yönlendirmelerin etkisiyle hareket etmesi veya silahın bölgede yeniden vazgeçilmez olduğunu düşünmeye başlaması süreçle ilgili pozisyonunu değiştirmeye başlamıştır. Öcalan’ın Nevruz’daki, ‘silah yerine siyaset’ vurgusu bir paradigma değişimini yansıtıyordu. Gelinen noktada Kandil’in yeniden silah konseptine dönmesi Öcalan’ın paradigmasını anlamsızlaştırır.