Medya

Vahdet Mesut Ayan yazdı: Sorun sadece Hürriyet’in siyasal iktidarla kurduğu ilişki değil

Günlük hayatta pek düşünmediğimiz varlığın ya da şeyin görüngü ve özü arasındaki ilişki, Türkiye medyasında yaşanan gelişmeleri anlamamıza katkı sunabilir

27 Kasım 2019 16:39

Vahdet Mesut Ayan*

Geçtiğimiz haftalarda Hürriyet’te yaşanan tasfiyeler ve peşinden gelen istifalar enine boyuna tartışıldı. Bunları kabaca gazetenin siyasal iktidarla kurduğu bağ ve bunun sonuçları arasındaki çerçeveye yerleştirmek mümkün görünüyor. 50’ye yaklaşan medya çalışanın işlerinden edilmesi üzerinden ilerleyen tartışmanın bu boyutu, hemfikir olunan bir nokta ve bize göre meselenin ancak görüngüsünü oluşturmakta. Görüngünün içine, gazetenin Demirören Grubu’na geçtikten sonra tirajlarındaki azalmayı; kritik siyasi dönemlerde Hürriyet’in iktidar yanlısı yayın politikasını; HDP’nin iktidar tarafından şeytanlaştırılma sürecindeki işlevini de pekâlâ koyabiliriz.

Bu yazı, bunların dışında görüngü olarak nitelendirdiğimizle yakından ilişkili; ancak ihmal edilen, tasfiyelerin ve Hürriyet’in yayın politikalarının özü olarak tanımlayabileceğimiz bir konu üzerine kaleme alındı.

Günlük hayatta pek düşünmediğimiz varlığın ya da şeyin görüngü ve özü arasındaki ilişki, Türkiye medyasında yaşanan gelişmeleri anlamamıza katkı sunabilir. Şöyle ki, görüngü, özün bir yansıması olabileceği gibi, onu çarpıtabilir ya da özün görünmesine engel olabilir de; zira görüngü tek başına özle ilişkili değil, varlığının dışsal koşullarıyla da ilişkilidir. Söz gelimi, A. Şeptulin şöyle yazar: "… görüngü, özden gelenin, onun tarafından koşullandırılmış olanın ve dışarıdan getirilmiş olanın, nesneyi çevreleyen gerçekliğin, yani ona bağlı olan daha başka nesnelerin etkisiyle koşullandırılmış olanın bir sentezi olarak görülür."

Öz ve görüngünün ayrıldığı bir başka nokta değişim süreç ve sürelerinde gözlemlenir. Şöyle ki, öz görünüme göre daha yavaş değişirken; görüngü değişimin merkezinde yer alır; zira dışarıda olanla etkileşim ve koşullara görünüm daha fazla maruz kalmaktadır. Bu anlamıyla öz, görüngüye göre daha kararlıdır.

Buradan hareketle ve Şeptulin’i takip ederek 1980’lerden itibaren değişen medya ortamını ve onun kapitalizmle bağını öz’e yerleştirirken; Demirören Hürriyet’inin iktidarla kurduğu partikülarist ilişkileri, yayın politikalarını ve gazeteci kıyımını görüngü olarak görüyoruz.

Açalım, Türkiye’de özellikle Özal döneminde medyanın diğer sektörlerle ilişkisi artmış, neo-liberal politikaları uygulama konusunda sağ siyasetin klasik temsilcisi AKP döneminde ise burada sıçrama yaşanmıştır. Bu, medyayı, -Sancak ve Albayrak Gruplarında görüldüğü gibi- ulaşım, enerji, savunma, sağlık ve diğer alanlara ilişkili hale getirmiştir. Kamu hizmetinin geri plana itildiği, ticari kaygıların ön plana çıktığı yayıncılık anlayışı Türkiye medyasına hakim olmuştur.

Bu, medya patronlarının siyasal iktidarla ve devletle kurduğu ilişkiyi yoğunlaştırmış, siyasi nüfuz elde etme ve kamu ihalelerinden pay alma amacı, medya alanına yapılan yatırımların ilk ve belirleyici nedeni olmuştur. Nitekim, Demirören Grubu’nun Hürriyet’i satın almadan önce ve sonrasında aldığı ihaleler bu durumu somutlaştıran örneklerden sadece birkaçıdır. Benzer örnekleri medya alanına giren AKP yandaşı gruplar için de rahatlıkla gösterebiliriz.

Medya dışı yatırımları ifade eden ve ultra-çapraz bütünleşme olarak nitelendirilen süreç, medya-iktidar ilişkilerinde ilkini, kamu kaynaklarını elinde bulunduran ve dağıtımını gerçekleştiren ikincisine her anlamda daha fazla bağımlı kılar. Özellikle son 30 yıllık süreçte medya yatırımlarının diğer sektörlere yapılan yatırımları güvence altına alma amacı taşıdığı söylenebilir. Tabii tersinden iktidarla "iyi geçinmemenin" yarattığı sıkıntıların diğer sektördeki yatırımları tehlikeye attığı da Türkiye örneğinde sıklıkla gözlemlenir.

Kamuoyu, Doğan Grubu’nun iktidarla arasının açık olduğu dönemde enerji yatırımlarının sekteye uğradığına tanıklık etti. Merkezileşmiş siyasal iktidarın elinde havucun yanı sıra, sopa olarak kullandığı vergi cezaları, hedef gösterme, çıplak şiddet gibi birbirinden farklı yöntemleri kullandığını da gözlemledik. Tabii medya-iktidar arasında kurulan ilişkinin bu hali salt Türkiye’ye özgü değil, kapitalist toplumsal formasyonun az çok geliştiği diğer ülkelerde de benzer ilişkileri görmek mümkün.  

Buraya kadar kısaca anlattıklarımız medya ortamının özünü temsil etmekte, öz ise medyanın mülkiyet ve kontrol yapısıyla ve dolayısıyla kapitalist üretim biçimiyle ilgilidir. Bu öz, tarihsel/toplumsal bağlamında değerlendirilirken medya eleştirisi de bu bağlamdan koparılmamalı.

Bu anlamıyla, Hürriyet’te yaşanan tasfiyeleri ve yayın politikasını sadece gazetenin patronaj yapısının iktidarla kurduğu ilişki üzerinden okumak yanıltıcı olabilir; zira karşılaşılan sorun sadece Demirören Grubu’nun şu veya bu şekilde AKP’ye duyduğu ideolojik yakınlıktan çok daha derin ve kapsamlıdır.

Dolayısıyla sendikalı ya da muhalif medya çalışanlarının işlerinden atılmasının ardında Demirören’in partikülarist çizgide olmasının yanı sıra, gazete tirajlarının düşmesi, hâlihazırdaki ekonomik kriz ve Türkiye kapitalizminin kendine özgü yapısı içinde şekillenen medya ortamı görülmelidir. Tekrar etmek pahasına burada son saydığımızı yaşananların özü, öncekileri de bir bütün olarak görüngü olarak kabul ediyoruz.

Bu kabul ise, Hegel’in Mantık Bilimi adlı eserinde belirttiği gibi varlığın özü ve görüngüsü arasındaki seçimin serbest değil; bilakis hangisinin öz, hangisinin görüngü olduğunu vurgulamak düşünsel/yöntemsel bir zorunluluk haline geliyor.


* Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Araştırma Görevlisi’yken "Bu Suça Ortak Olmayacağız" adlı bildiriye imza attığı için 1 Eylül 2016’da 672 no’lu KHK ile üniversitesinden ihraç edildi. Doktorasını AKP-medya ilişkileri üzerine yaptığı çalışmayla tamamladı. Yordam Yayınları’ndan çıkan "AKP Devrinde Medya Âlemi" adlı kitabın yazarıdır.