Yeni Şafak'ın ilahiyatçı yazarı Hayrettin Karaman, "bazı hocalar ve ilahiyatçılar" diye işaret ettiği belli bir zümrenin son birkaç ay içindeki AKP'ye yönelik yolsuzluk iddialarını hedef alan konuşmalarını eleştirerek, "Birileri bu ülkenin şanlı şerefli bazı adamlarına 'hırsız' der, sonra da aylarca televizyon ve gazetelerde, ara sıra kaş göz işareti de yaparak hırsızlık hakkında vaazlar verirse bu vaazlar 'iyi niyetli müminlere yakışan nasihat' olmaktan çıkar, haksız itham, iftira, karalama ve zulüm olur" dedi.
Karaman'ın Yeni Şafak'ta "Konuşmanın sorumluluğu" başlığıyla yayımlanan (17 Ağustos 2014) yazısı şöyle:
'Ya hayır söyle ya sus' ifadesi Peygamberimiz (s.a.)'e aittir. Bugün binlerce müridi olan bir merhum mürşid ile 1960'lı yılların birinde bir iftarda beraber olmuştum. Yemek süresince ve sonrasında duadan başka söylediği bir iki cümleden fazla değildi.
El-Müstatraf isimli bir antolojide 'Kur'an ile konuşan kadın' başlıklı bir hikaye okumuştum. Dindar bir kadın Kur'an-ı Kerim'den, 'Bütün sözlerin bir harf kaçırılmadan takip ve kaydedildiğine' dair âyeti okuyunca (Kaf: 50/18) 'Bundan sonra meramımı ilgili âyetlerle anlatacağım ve başka söz söylemeyeceğim' diye ahdetmiş, bunu da uygulamış.
Özel veya kamuya açık sohbetlerde, konuşmalarda insanların ya boş, ya gereksiz, bilineni tekrarlayıp duran ya zararlı konuşmalar yaptıklarını görüp dinledikçe hafızamda bu hatıralar canlandı.
Bazı hocalar ve ilahiyatçılar son birkaç ay içinde yoğun bir şekilde 'rüşvetin, hırsızlığın, kul hakkı yemenin, kamu malından haksız olarak yararlanmanın haram olduğuna' dair konuşmalar yapıp durdular. Sanki bu bildik konuların ispata ihtiyacı varmış gibi ayetler ve hadisler okudular, menkıbeler aktardılar. İşte bunlar 'malumu ilam'dır.
Bazı konuları tekrarlamak gerekli olabilir; ama bunun sebebi korsan siyaset yapmak, açık veya kapalı olarak insanları itham etmek, şaibe altına sokmak değil, 'bildiği halde tersini yapmaya devam edenleri samimiyetle uyarmak' olursa meşru ve yerinde olur.
Her Müslüman, yukarıda sıraladığım fiillerin haram ve günah olduğunu bilir. Her dinini bilen kişi, bu fiilleri kim işlerse işlesin onun itibar notunu düşürür ve fiilinin karşılığını görmesini ister, bunun için üzerine düşen ne varsa onu da yerine getirir, getirmelidir.
Ama birileri bu ülkenin şanlı şerefli bazı adamlarına 'hırsız' der, sonra da aylarca televizyon ve gazetelerde, ara sıra kaş göz işareti de yaparak hırsızlık hakkında vaazlar verirse bu vaazlar 'iyi niyetli müminlere yakışan nasihat' olmaktan çıkar, haksız itham, iftira, karalama ve zulüm olur.
'Ortada şu iddialar var, bunlar tarafsız ve adil ilgililer tarafından araştırılmalı, gerçek ortaya çıkarılmalı' demek başkadır ve bu meşrudur, ispat edilmemiş ithamları vaki sayarak iftira ve karalama başkadır ve bu meşru değildir.
Bir mesele daha zuhur etti:
Bir kimse peygamber olmadığı halde kendini alim, veli/ermiş, yanılmaz, mutlak doğrunun temsilcisi kabul eder, bir kalabalığa da bunu telkin eder, sonra bir zamanlar ona inanan sonra da inanmayan, bir zamanlar ona itaat eden, sonra da kendilerince meşru sebeplerle itaat etmeyen, hatta tenkit eden, uyaran kimselere 'satılmış, hem de şu kadar milyona satılmışlar' derse ya bunu ispat edecek, ya da aynı zamanda büyük günah olan iftira suçunu işlemiş olacaktır.
Vaizlerin biraz da bu tür 'iftiralar' hakkında vaaz vermeleri yerinde olacaktır.