Melih Esen Cengiz’in yeni kitabı 'Paylaşılamayan Cinayet', polisiye bir serüveni ve sonuna kadar çözülemeyen bir cinayetin hikayesini anlatıyor. Üstelik üç asırlık bir sırrın peşinde okuyucuları adeta kitaba kilitliyor. Bu ilginç romanın yazılım öyküsünü dinlemek Cengiz’le bir söyleşi yaptık.
Sayın Cengiz, yeni kitabınız, Paylaşılamayan Cinayet polisiye bir roman olarak yayınlandı. Polisiye bir kurguyu niye tercih ettiniz?
Aslında bir gizemler romanı. Bir Osmanlı Yazı ve Kudüs’ün Güvercinleri hariç, ben gizeme ilgi duyan ve gizemi okurla birlikte çözmeyi seçen birisiyim. Bu romanımı da gizem zenginleştiriyor. Evet, kahramanı bir polis memuru olduğu için polisiye sayılıyor. Tarihsel bir polisiye desek daha uygun olacak sanırım.
Acaba? Olaylar zinciri içinde gizemi büyütürken kitabın bitiminde ise onu ortadan kaldırmaya çabalıyorum. O şekilde okurun ilgisini canlı tutmak istiyorum. Olaylar zincirinden kasdım vuku bulma, oluş, ortaya çıkma aynı zamanda, bilinen olay veya hadise anlamlarından öte. Yani vaka. Önemli çünkü hikayeyi çatarken göz alıcı olaylardan yararlandığım düşünülsün istemem. Zaten basit, göz almayan oluşumları bir yazar en iyi kurgu ve dille okura aktarırsa kitabı o kadar etkili olur. Çünkü insanlar basit ve göz almayan hadiseleri yaşarlar hayatlarınde ve alışık oldukları bu hadiseleri en iyi anlatan yazarlara bağlanırlar, kitaplarını ararlar. Bu kitabımda da göz kamaştıracağı düşünülen kurgunun dilimleri aslında sıradan olarak çıkıyor sonunda okurun karşısına. Ama hayaller..hayaller. Ah, o hayallerimiz olmasa... Size sorarım bir Kraliçeyi yakından mı görmek sizi heyecanlandırır yoksa hayal etmek mi?
Herhalde görmek daha teşvik edici, canlandırıcı olmaz mı? Yoksa hayalperest olmaz mıyız, hayal kaybolunca hemen mutsuz olan?
Kötü değil düş görmek. Sadece düşlerle yaşamadıktan sonra. Ben bir kraliçeyi hep hayal etmek isterdim. Kraliçeleri, sultanları, imparatoriçeleri ışıltılı yapan hayallerdir bence. Kitabımda da sık sık karşılaşacağınız, diğer hayallerle birlikte. Düşünsenize Kraliçe Victoria, İmparatoriçe Eugenie, Sultan Abdülaziz!
Anladığım kadarıyla hayal gerçek çatışması bir yandan devam ediyor başından sonuna kadar kitabınızda.
Evet, arka planda diyelim. Tiyatro sahnesinde arkadaki dekorlar gibi ama gün geliyor öne fırlıyorlar kitapta. Tabi hayalin ve gerçeğin sınırlarını ne çok belirgin ne de çok silik yapmamalı bence. Okurun da hayalleriyle ve arayışlarıyla kitaba dahil olabilmesi için.
En çok dikkatimi çeken özelliklerden bir tanesi de o kadar kişiyi, zamanı ve olayı sonunda çok güzel toparlamanız. Taşlar yerine oturuyor sonlara doğru, tabii bir tanesi hariç. Onu bu söyleşide çok açmayayım okuyacaklar için ama üç asır. Üç ayrı kurgu. Zorlanmadınız mı?
Kolay olmadı tabii. Sinemadaki tabirle tretman üstüne tretman çalıştım hata olasılığını asgaride tutmak için. Galiba hatam olmadı. Sonra da yazmaya başladım. Bazen düşünüyorum her farklı zaman dilimindeki karakterler arasından bir bağ, etkileşim var mı diye, bilmeden vurguladığım?
Onu soracaktım. Bazı karakterlere çok yer ayırmışsınız. Özellikle daha önceki iki yüzyılın kişilerine. Niye?
Gizemin asıl oyuncuları onlar da ondan. Geçmişe meraklı da olduğumdan, 1959 yılı da beni içine çekti, 1869 yılı da. Galiba onları daha titizlikle işledim. 2008 Yılının karakterleri daha kaba çizgilerle yetindi.
Peki var mı az önce bahsettiğiniz iletişim? Yani farklı zaman dilimleri arasında?
Sanki Mine eski asırların bir hulasası gibi. Serinkanlılığın, güzelliğin ve çekiciliğini geçmişe borçlu. 19. ve 20.asır güzellerinin 21.asra uzanması gibi...
İlginç....Peki siz bir de tiyatro üstüne çalışıyormuşsunuz. Neler yaptınız bugüne kadar?
Henüz yeni bir çaba benim için. İki üç synopsis yazdım ve içlerinden bir tanesini iki perdelik bir oyun olarak tamamladım. Adı “Bardaki Dante”. Şimdilik tiyatro kumpanyaları okuyorlar. Bilemem beğeni kazanır mı. Dediğim gibi çok yeni bir alan benim için.
Size başarılar dileyelim tiyatroda da. Peki son olarak yeni bir proje var mı?
Evet, bir iki konuya odaklanıyorum yeni romanım için. Bir de ikinci kitabım bir İngiliz yayıncı tarafından okunuyor şu anda. “Marlene’in Yetimi” daha önce İngilizceye çevrilmişti.
Vaktimin bir bölümü de yabancı yayınevlerine sunum ile geçiyor.