Ekonomi

TÜSİAD Başkanı Kaslowski: Türkiye'nin yüzleştiği en önemli risk, ekonomik yavaşlama

03 Ekim 2019 12:21

Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Simone Kaslowski, "AON Risk Zirvesi 2019" etkinliğinde yaptığı konuşmada, riskin tanımlanması ve sınıflandırılmasında yerel-küresel ayrımının giderek belirsizleştiği bir çağ yaşandığını vurguladı. AON'un 60 ülkeyi kapsayan 2019 Global Risk Yönetim Anketi'ni kaynak gösteren Kaslowski, "İş dünyası için en büyük risk ekonomik yavaşlama" dedi.

TIKLAYIN - TÜSİAD Başkanı Kaslowski'den ekonomi yönetimine eleştiri ve 5 temel soru
TIKLAYIN - Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak: Bu yıl büyüme hedefinin bir miktar uzağında kalacağız

Kaslowski, konuşmasında şunları söyledi:

"Risklerin böylesine yaygın ve çeşitli olduğu çağımızda riskin öngörülebilirliği ve yönetimine ilişkin yeni bakış açılarına, yeni çözümlere ihtiyaç var.

İlk bakışta yerel bir sorun olarak değerlendirilebilecek nice gelişme, çok kısa bir süre içerisinde tüm dünyanın yönetmek için stratejiler geliştirdiği bir risk sarmalı halini alabiliyor. Dolayısıyla riski tanımlamak, öngörmek, yönetmek ve hatta onu bir fırsata dönüştürmek geleceğe ulaşmak için giderek önem kazanan becerilere dönüşüyor.

İş dünyası için riski doğru algılayıp, doğru yönetmek bugün her zamankinden daha kıymetli.

"Öncelikli eğilmemiz gereken risk: İklim"

Risk Zirvesinin ev sahibi Aon'un 60 ülkeyi kapsayan 2019 Global Risk Yönetim Anketi bu trendi doğrulayan önemli bulgular içeriyor. İş dünyası temsilcileri, en önemli risk olarak gördükleri ekonomik yavaşlamadan siber saldırılara kadar oldukça geniş bir yelpazede bir risk haritası ortaya koyuyorlar. Ankete katılan firmaların belirttiği en önemli 15 riskin neredeyse yarısının sigortalanamayan ya da kısmen sigortalanabilen riskler olması da oldukça çarpıcı.

"İnsanlık belki de ilk kez kendi varlığını kaybetme riskini bu kadar yoğun ölçekte tartışıyor"

Fakat öncelikli eğilmemiz gereken esas risklerden biri, BM İklim Zirvesi'nde dünya liderlerinin ele aldığı iklim riskidir. İnsanlık belki de ilk kez kendi varlığını kaybetme riskini bu kadar yoğun ölçekte tartışıyor. Gelecek nesillere olan borcumuzu ödeyebilmemiz için gerçekliği doğru analiz etmeye ve en net haliyle kabullenmeye başlamalıyız.

"İş dünyasının en önemli gördüğü risk: Ekonomik yavaşlama"

Ülkemiz son yıllarda oldukça zorlayıcı gelişmeleri aynı anda yaşadı. Yaşadığımız siyasi belirsizlikler ve ekonomik daralma, Suriye sorunu, ABD ile Çin arasında yaşanan ticaret savaşlarının neden olduğu küresel yavaşlama ve jeopolitik gerginliklere dayalı küresel gelişmeler ülkemizin risk penceresinin genişlemesine neden oldu.

Aon'un yaptığı ankette iş dünyasının en önemli risk olarak gördüğünü belirttiği 'ekonomik yavaşlama' ülkemizin yüzleştiği önemli risklerin başında geliyor.

"Bir ülke için olabilecek en büyük ve yönetilmesi en zor risk gençlerinin umutsuzluğudur"

Hepimizin bildiği gibi, Türkiye ekonomisi geçen yıl başlayan krizde önemli ölçüde daraldı, işsizlik oranı yüzde 14 ile 2009 krizi seviyesine kadar yükseldi, genç işsizliği ise yüzde 25,8'e ulaştı. Bir ülke için olabilecek en büyük ve yönetilmesi en zor risk gençlerinin umutsuzluğudur. Türkiye olarak bu riski yönetebilmemiz için mevcut büyüme modelimizi gözden geçirmemiz ve onu kısa ve orta vadede bizleri bekleyen finansal, jeopolitik ve çevresel risklere göre tasarlamamız şarttır.

Küresel krizden bu yana gelişmekte olan ülkelere akan sermaye, ülkemizde ağırlıklı olarak bankacılık sektörü üzerinden ekonomiye katkı sağlıyordu. Yüksek büyümeyi ve yatırımlarımızı bu finansman desteklemişti. Bu hızlı sermaye girişi büyüme ve yatırımların yanında birtakım finansal risklerin de birikmesine neden oldu.

"Özel sektör borç yükünü azaltacak adımların atılmalı"

Artan dış borç yüküyle başta işsizlik olmak üzere pek çok olumsuz makroekonomik göstergeyi olumluya döndürebilecek istihdam ve yatırım kapasiteleri daraldı. Oluşan bu özel sektör borç yükünü ve özellikle bankacılık sektöründeki sorunlu kredilerin etkisini azaltacak adımların atılması gerekiyor. Burada riskini doğru yöneten firmalarla risklerini yok sayan firmalar arasındaki ahlaki dengeyi gözetmekse en önemli başarı koşullarının başında geliyor.

İstihdam ve yatırım kapasitesini genişletmek için hem mikro hem de makro ölçekte reformlara ihtiyacımız var.

"Liyakatin önceliklendirilmesini tekrar sağlamalıyız"

Finansal istikrarın ilk koşulu düşük seviyede bir enflasyon oranını kalıcı olarak sağlamaktır. Enflasyonu başarılı bir şekilde düşürmenin en etkili yolu ise siyasetten bağımsız yönetilen bir Merkez  Bankası'nın enflasyon hedeflemesi yapmasıdır. Son yıllarda tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerde fiyat istikrarı bu şekilde sağlanmıştır. Artan dolarizasyonu engellemek, yatırımları canlandırmak, yabancı yatırımları daha fazla oranda çekebilmek için ekonomide güvene ihtiyaç var. İktisatta mucizeler yoktur. Güçlü kurumlar, liyakatin önceliklendirilmesi ve hesap verebilir, şeffaf bir yönetim tarzı ekonomiye güveni tekrar sağlamamızın tek yoludur.

"Eğitim reformu ekonomik büyüme için çok önemli"

Rekabet gücümüzü artırabilmek için ise verimliliği artıracak reformlar bizim için en öncelikli alanlardır. Bunların başında hukuk sistemi, eğitim, iş gücü, dijital dönüşüm ve vergi reformları geliyor. Eğitim alanında atılacak adımların ve niteliksel gelişmenin verimliliğe ve ekonomik büyümeye çok büyük katkısı olacaktır.

Eğitim, bir ülkenin geleceğine yapılan en kıymetli yatırımdır. Ve bu yatırımı erken dönemde yapmak hiç şüphesiz ileriki yaşamda doğabilecek riskleri önlemek açısından zorunludur. Özellikle sosyoekonomik risk altındaki çocuklarla ilgili araştırmalar, erken çocukluk yani okul öncesi eğitimine yapılan harcamanın, eğitim, ekonomi, sağlık ve sosyal çıktılar bakımından büyük katkı sağladığını gösteriyor. Bu katkılarıyla beraber erken çocukluk programlarını finanse etmek için harcanan her 1 doların 7.3 dolar değerinde fayda yarattığı ortaya konuyor.

OECD araştırmaları da eğitimde nitelik artışının milli gelir artışına etkisini çarpıcı öngörülerle ortaya koymuştur. Okuma, matematik ve fen becerilerini ölçen PISA'da OECD ülkelerinin puanlarında 20 yıllık bir zaman diliminde 25 puan artışın, büyüme hızını yıllık yaklaşık yarım puan artıracağı öngörülmüştür. OECD ülkelerindeki öğrencilerin tümünün 20 yılda en az 400 PISA puanı seviyesine geldiği senaryoda en yüksek etki Meksika ve Türkiye için oluşmuştur. Eğitim seviyesindeki bu artışın Türkiye'nin büyüme hızına yıllık yüzde 1,58 katkı yapacağı ortaya konmuştur. Sadece bu oranlar bile bize eğitim reformunun ekonomik büyüme için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.

Ayrıca tüm deneyimler hukukun üstünlüğü ve demokrasi alanında ilerleme kaydeden ülkelerin gelişmiş ülke ligine daha kolay atladıklarını gösteriyor. Yalnızca ekonomide değil, temel hak ve özgürlükler, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, insan hakları gibi konularda da ilerleme kaydetmek zorundayız."