İzmir'de 800 hektardan fazla ormanı yok eden yangın, bitki örtüsünün yanı sıra pek çok yaban hayvanını da yok etti. Alevler milyarlarca arının, ağaç gölgesinde yaşam bulan binlerce canlının sonu oldu. Hürriyet gazetesinden Demet Bilge ve Banu Şen, son zamanlarda Türkiye'nin pek çok bölgesinde çıkan yangınların sonuçlarını ve bu yangınlar sonucu neler yaşandığını gözler önüne sermek için haber derledi.
Hürriyet'te yer alan haber aynen şöyle:
Her yaz başında uyarılar peş peşe gelir: “Aman dikkat, ormanlar kül olmasın...” Yaz bittiğinde ise yürekleri yakan orman yangını fotoğrafları kalır geride… Bu sene de yangınlar karabasan gibi çöktü. İzmir, Muğla, Antalya, Denizli, Erzurum, Ankara... 1 Temmuz’da İzmir Menderes’e bağlı Gümüldür bölgesinde yükseldi alevler. 3 gün sonra kontrol altına alınabilen yangında 800 hektardan fazla ormanlık alan küle döndü. Geçen hafta yine İzmir’e bağlı Bayındır bölgesinde çıkan yangında 800 hektardan fazla ormanlık alan yandı. Yemyeşil örtünün yerini kapkara ağaç iskeletleri aldı. Peki ya o ormanlarda sürüp giden yabani hayat? Bir orman yangını milyonlarca hayvanın yanarak yok olması anlamına geliyor. Ormanda yaşayan kaplumbağalar, yuvalarında uçamayan yavru kuşlar, kaçamayan sincaplar, ceylanlar, tavşanlar, sürüngenler, kertenkeleler, binbir çeşit böcek, kelebek, arı.… Her orman yangınında ekosistemden büyük bir parça da yok oluyor.
"Canlara üzülüyoruz"
Orman yangının yarattığı tahribatı görmek için Gümüldür’deki o büyük yangından geriye kalan ormanlık alana gittik. Simsiyah toprağa basarken içimiz acıdı, İzmir’in baraj kıyısında, denize açılan o ormanlık alanlarından geriye acı bir manzara kalmıştı. Yanan tarlaların, meyve bahçelerinin ortasında küle dönmüş kulübeler, araçlar öylece duruyordu. Köylüler üzgün, bölgede arıcılık yapanların acısı da zararı da büyüktü:
“Milyonlarca, milyarlarca arı yandı, yüzlerce kaplumbağa, sürüngenler... Gitti bu canlar...”
Menderes Gümüldür yangınında en çok zarar gören Deliömerli ve Keler oldu. Keler Mahallesi Muhtarı Muammer Üregil “Kiminin zeytinliği, kiminin barakası, kiminin arıları, kiminin bademliği... Bir arkadaşımızın tüm bahçesi barakasıyla birlikte yandı. Bu doğayla bütünleşmiş yerlerdeki canlılarımız da gitti. En çok da giden canlara üzülüyoruz” diyor.
Bayındır’da da durum benzer. Yangından en çok etkilenen Lütuflar Köyü Muhtarı İsa Gavacık, meyve ve zeytin ağaçlarının zarar gördüğünü belirterek “Benim 100 zeytinim gitti. Buradan bir arkadaşımızın 100 ağaç civarı kirazı, yine 2 kişinin daha 100’er ağaçlık zeytinlikleri yandı. Burada ziraat zarar gördü. Ancak henüz tam zarar tespiti yapılamadı” diye konuşuyor.
"Yerdeki şişeler..."
Arıcılık yapan Ahmet Yüksel‘le konuşurken yol kenarına atılan cam şişeler dikkatimizi çekiyor. Orman yangınlarının çoğunun insan kaynaklı olduğu biliniyor. Belki de bu yangının nedeni bu cam şişelerdi. Yüksel de cam şişeleri göstererek şöyle diyor: “İşte hep bu cam şişeler de yangına davetiye. Binlerce can gitti burada, insan nasıl üzülmez...”
"En çok işçi arılar öldü"
İzmir Arıcılar Birliği Denetleme Kurulu Başkanı Recep Kan: “İçimizi acıtan, maddi yönünden çok giden canlar. Bir kovanda en az 150 - 300 bin arası arı olur. Bizim 31 kovan zayiatımız var. Sadece bizim milyonlarca arımız öldü. Diğer yangınları da düşünürsek kayıp milyarları bulur. Kaybedilen arılar verim alınacak dönemdeydi."
Ahmet Yüksel: "En çok işçi arılar telef oldu. Ağaçların yenisi dikilip belki yıllar sonra yine ormana dönüşecek ama giden canlar geri gelmiyor. Canlılar kaçamadı ve alevlerin ortasında kaldı. İzmir Büyükşehir Belediyesi ana arı, arıbeyi dağıttı, damızlık olarak. Bu, yüzümüzü güldürdü. İzmir Arıcılar Derneği de bize destek oluyor, bal alıyorlar."
% 90 insan kaynaklı
Orman yangınlarının temel nedeni insanlar. 2016 verilerine göre, orman yangınlarının yüzde 10’u doğal nedenlerden (sıcaklık, yıldırım düşmesi vs) kaynaklanıyor. Yangınların yüzde 90’ı ise insan kaynaklı. Bu oranın kendi içinde dağılımı da şöyle: Yüzde 54’ü faili meçhul, yüzde 31’i ihmal, yüzde 5’i ise kasıtlı olarak çıkarılmış.
"Yeni bir ekosistem için en az 10 yıl gerek"
Orman Mühendisleri Odası İzmir Şubesi İkinci Başkanı Sabahattin Bilge: “Akdeniz iklim kuşağı nedeni ile riskli bölgelerin içinde. Buraya adapte olan kızılçam ise yangına en dayanıklı tür. Diyelim ki bir yer yandı, üzerinde tohumlu ağaçlar varsa bunların tohumları yanmıyor. Bu ağaçlar yandıktan sonra tohumlarını serpiyor. Genç, tohumu olmayan ağaçlar yanarsa yeniden ağaçlandırmak gerekiyor. Cezaları ne kadar arttırırsanız arttırın, insanlara orman doğa sevgisi aşılayamamışsanız orman yangınlarını önlemek çok zor. Birinci yapmamız gereken; yeşile, ormana karşı eğitim ve duyarlı nesiller yetiştirmek. Dünyada ve Türkiye’de yangınların yüzde 97’sinin nedeni insan... Sigara mangal, çevre ve tarla temizliği gibi nedenlerle çıkıyor yangınlar. Bu gibi şeyleri önleyemiyorsanız cezanın çok da önemi yok. Erken uyarı sistemlerinin de çok gelişmesi lazım. Orman Genel Müdürlüğü’nün gözetleme sistemleri ise iyi; gözetlenmeyen yer yok gibi. Biraz işçi yetersizliği olabilir. En çok ilk müdahale önemli. Genç orman yandıysa 1 yıl içinde ağaçlandırılması gerekiyor. Ağaçların yerine yeni yetişebiliyor, meyve ağaçlarının zararı karşılanıyor. Ama kuş, kurt, yaban hayvanları… Ormanla birlikte her şey yanıyor ve en acısı bunun maddi değeri ölçülemez. Ayrıca yeşil örtü gittiğinde orada oksijen de bitiyor. Oradan mahrum kalıyorsunuz, hayat bitiyor orada. Ekosistem bozuluyor. Yeniden orman formasyonu ve ekosistem oluşması için en az 10 yıl gerekiyor.”
"Peşkeş çekilmeyecek"
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu İzmir’de Gümüldür ve Bayındır’daki yanan alanları helikopterle inceledi. 2017’de 1132 yangında 6 bin 220 hektar ormanın yandığını söyleyen Eroğlu “Bir yılda yanan alan ağaçlandırılacak. Yakmak suretiyle para elde etmeye çalışanların da önüne geçilmiş oldu. ‘Yakılıyor, peşkeş çekilecek’ yazıları doğru değil” dedi.
"3 kuşağın geleceği yok oldu"
CHP’nin İzmir milletvekilleri de geçen hafta 800 hektar ormanlık alanın kül olduğu Bayındır’a gidip yetkililerle ve köylülerle görüştü, yanan yerleri inceledi. Vekiller şu açıklamaları yaptı: “En az 3 kuşağın geleceği yandı. 3 kuşak buraları orman olarak göremeyecek. Burada yanan sadece ağaç değil, yanan sadece zeytinlikler, kirazlıklar değil bu bölgede bu coğrafyada bütün yaşam yok olmuş durumda. Ormanlar bir insanlık meselesidir, bir yaşam meselesidir. Orman yoksa oksijen yok, oksijen yoksa yaşam yok.”
"Orman kanununa göre..."
Orman İdaresince belirlenen konak yerlerinden başka yerlerde gecelemek,
Ormanlarda izin verilen ve ocak yeri olarak belirlenen yerler dışında ateş yakmak veya izin verilen yerlerde
yakılan ateşi söndürmeden mahalli terk etmek,
Ormanlara sönmemiş sigara veya yangına dolaylı olarak yol açabilecek madde atmak,
Ormanlara dört kilometre mesafede anız veya benzeri bitki örtüsü yakmak yasak.
"Yapmayın!"
Ormanda ya da ormana yakın yerlerde ateş YAKMAYIN.
Çevreye sönmemiş sigara, kibrit ATMAYIN.
Aracınızdan yola dökülebilecek yağ veya benzinin üzerini kalın bir toprak tabakası ile ÖRTÜN.
Tarlanızdaki anızları kaldırmak için yakma yöntemini KULLANMAYIN.
Ormanlara cam ve cam kırıkları ATMAYIN.
"Ölmüş bir toprak diriltilemez"
“(...) Bir çığrıltı, bir patırtı, bir cazırtı geliyor ki ormandan, olmaya gelsin. Bir cehennem gibi yanıyor ortalık. Arada bir, bazı da üst üste top patlar gibi bir şeyler patlıyor. Yanan ormanın çığlığına, uğultusuna korkunç, sağır edercesine bir dev ıslığı karışıyor. Yalımlar göğe doğru süzülüyor. Göklerde dolanıyor. Ateş devi ormanın üstüne yatmış, dünyayı yutarcasına nefes alıyor. Bir deli nefesi. Yaklaşmanın mümkünü yok.”
Yaşar Kemal, röportajlarını bir araya getirdiği, ilk olarak 1955’te Türkiye Ormancılar Cemiyeti’nce basılan ‘Yanan Ormanlarda 50 Gün’ kitabında böyle anlatıyordu orman yangınlarını. O dönem Cumhuriyet gazetesinde de yayımlanan makalesinde kendi deyimiyle ‘ormanın başına ne bela gelmişse hepsini yazmıştı’ usta yazar. Yeşil Atlas dergisinden Güven Eken ve Güneşin Aydemir’e 2003’te verdiği söyleşide ise orman yangınlarıyla ilgili günümüzde de geçerliliğini koruyan şu değerlendirmeleri yapmıştı:
“Ölmüş bir toprak diriltilemez. Elimizde bir yeşil yaprak, bir yeşil çimen, bir tek ağaç kalmışsa bile onu ne pahasına olursa olsun korumaktır; işte gerçek vatanseverlik budur. Görülüyor ki dün de bugün de durumlar beter. Bugünlerde sanırım önemlice bir değişiklik var; o da deniz kıyısındaki makilikler, ormanlar… Kıyı ormanları da turizmin kurbanı. Makiliklerini, ormanlarını yakıp çimento sarayları kuracaklar. (...) Dört yandan, günümüze nasılsa kalmış, birkaç ağacı da yakacaklar. El elde, baş başta. Yazık ki, insanlar bir hoş olmuşlar, kendi kuyularını kazıyorlar.
(...) Bilinen şu ki, böyle giderse insanoğlunun yaşamı son bulacaktır. Son bulmadan da insanlar değişecekler, üstlerinden her gün bir delilik yeli esecek, savaşlar çoğalacak, insanlar kırıma uğrayacaktır.”