Türkiye’de ‘ısmarlama edebiyat’ın tarihini anlatan Zaman gazetesi yazarı Harun İlhan, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ‘ısmarlama roman furyası’nın edebiyat ve siyasetin ilişkisine kanıt olarak göstererek, “Cumhuriyet’in ilk yıllarında ‘halk için halka rağmen’ ilkesiyle halk kitlelerini bilinçlendirme maksadıyla bir ısmarlama edebiyat furyası başladı” ifadelerini kullandı.
Harun İlhan’ın Zaman gazetesinin bugünkü nüshasında (19 Ekim 2014) “Ismarlama edebiyat” başlığıyla yayınlanan yazısı şöyle:
Edebiyat ve siyaset... Biri naif, kırılgan ve zarif. Diğeriyse soğuk, saldırgan ve tehditkâr. Aralarındaki bunca zıtlık ise, tarih boyunca bu iki alanın birbirleriyle olan ilişkisine engel olmamış. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ısmarlama roman furyası da bu ilişkinin önemli göstergelerinden biri.
Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte tüm ülkeyi kapsayacak yeni bir rejim, yeni bir kültür ve yeni bir dünya görüşüne de adım atılmış oldu. Zorlu ve bir o kadar da kökten bir değişiklikti bu. Yeni rejimin halk nezdinde meşrulaştırılması ise ‘halk için halka rağmen’ ilkesini şiar edinmiş kişilerce yapılacaktı. Sırf bu yüzden iktidar, ‘halk hatipleri’ adında bir teşkilat kurdu ve bu teşkilattaki görevliler, ‘köylüleri bilinçlendirmek’ amacıyla ülkenin dört bir yanına dağıldılar. Bu ‘ulvi’ görevi sadece halk kâtipleri üstlenmemişti. Edebiyatçılar da bundan nasibini alacaktı.
Edebiyat ile uğraşanların siyasetle olan ilişkisi üzerine bugüne kadar pek çok şey yazıla geldi. Kimileri siyasete çok fazla angaje oldukları için eleştirildi kimileri de kendini politik meselelerden çok fazla soyutladığı için davalarını satmakla suçlandı. Fakat yazar-çizer taifesi için her daim tartışılan bir konu oldu bu mevzu. Cumhuriyet’in ilk yıllarına dönelim tekrar.
Hal böyleyken Türkiye’de halk kitlelerini bilinçlendirme maksadıyla bir ısmarlama edebiyat furyası başladı. Yeni bir ulus-devlet kurulmuştu ve bu ulusun kendini yekpare bir millet olarak görmesi gerekiyordu. Bu yolda edebi eserler de önemli bir görev üstlenecekti. Öyle ki 1933’te Cumhuriyet’in onuncu yılı anısına on dokuz yazara, Cumhuriyet’i övmeleri için Maarif Vekâleti tarafından eser sipariş edilir. Eserler yazılıp teslim edilir ama para ödenmez. Bunun üzerine on dokuz yazar toplu bir ihbarname hazırlayarak yayınlarlar ve bu ihbarname vatanseverliğe uymadığı gerekçesiyle, dönemi içerisinde büyük tartışmalara sebep olur. Edebiyat, çok yavaş da olsa hayatı şekillendiren bir araçtır. Cumhuriyet kadroları bunun farkında olduklarından edebiyatı, bugünkü medyanın yerine koyarak kullanmayı hedeflerler.
Örneğin Halide Edip Adıvar’ın 1923 yılında dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye atmış olduğu telgraf bu ilişkinin en bariz örneklerinden biri. T.C Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nden ulaştığımız Adıvar’ın bu telgrafındaki en dikkat çekici noktayı şu cümleler oluşturuyor: “Ateşten Gömlek’in İstanbul kısmı bitmek üzeredir. Anadolu kısmı için emrinizi bekliyorlar. Aktörlerin hatta kadınların Türk olduğunu Fevzi Paşa hazretlerine söylemenizi rica ederim.”
Gün yüzüne çıkan bu belgeyle birlikte aslında yıllardır iddia edilen ısmarlama edebiyat konusu bir nevi tescillenmiş oldu. Yazar Mehmet Niyazi’ye göre o zamanın hükümeti, bu romanları yazdırmak ve dönemin methiyesini yapmak için gazetelere ve şahıslara destek vermiş: “Sosyal romanların birçoğu ideolojik mahiyettedir. Bu kitaplar, o zamanki hükümetlerin tasarrufunda yazılmış kitaplar. O dönemde resmi ideolojiye uygun yazılmış kitaplara destek verilmiş. Halide Edip Adıvar’ın da o dönem İsmet İnönü’nün emriyle roman yazması şaşılacak bir durum değil. O dönemin geleneğinde var bu. Mesela Yakup Kadri Karaosmanoğlu ‘Nur Baba’yı yazmıştır. Bu roman için de birileri tarafından yazdırıldığı söylenir. O zamanki din adamlarını karikatürize etmek için yazılmıştır bu roman.”
Halide Edip Adıvar yalnız değil aslında. Ismarlama edebiyatın ilk örneklerinden biri, Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘gericiliğe karşı bir roman yazılması’ talimatından sonra Reşat Nuri Güntekin’in kaleme aldığı ‘Yeşil Gece’dir. Kitapta öğretmen okulundan mezun olduktan sonra İstanbul’a tayini çıktığı halde köyüne gitmeyi tercih eden Şahin Bey’in öyküsü anlatılır. Şükufe Nihal de o dönemde ‘Yalnız Dönüyorum’ romanıyla Cumhuriyet kadınının benzer bir portresini çizer. Dönemin bir başka ısmarlama romanı da Cumhuriyet’in 10. yılı sebebiyle Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Etem İzzet’e yazdırılan ‘On Yılın Romanı’.
Tek parti dönemi edebiyatçılarını aklımıza getirelim. İsimlerin çoğu milletvekili. Memduh Şevket Esendal, Ruşen Eşref Ünaydın, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Sadri Ertem ve Bekir Sıtkı Kunt gibi pek çok edebiyatçının siyasetle içli dışlı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Daha sonra kurulan Demokrat Parti’nin de bir edebiyatçı kadrosu var. Umran Nazif Yiğiter ve Ziya Termen gibi isimler DP’den milletvekili seçilmişler. Mesela Samet Ağaoğlu, hükümet üyesi olan ilk edebiyatçı DP milletvekili. Ahmet Muhip Dıranas da DP’li ve partinin resmî organı ‘Zafer’ gazetesinde köşe yazarı. Kısacası edebiyat, iktidarlar için her dönem önem arz eden bir alanı oluşturuyor. Edebiyat-siyaset ilişkisi çerçevesinde edebiyatçıların sergiledikleri tutum ve çektikleri sınırın muğlâklığı da her daim tartışılacak bir mevzu gibi görünüyor.
Kalem iktidara teslim edildiği anda sanatkâr değil memur-yazar olunur
Doç. Dr. Sezai Coşkun: İktidarın edebiyatı bir araç olarak kullanmasına, Cumhuriyet öncesindeki İttihatçılarda da rastlıyoruz. Özellikle I. Dünya Savaşı yıllarında ve sonrasında, devrin önde gelen edebiyatçılarının hemen hepsi, yönetimin talepleri doğrultusunda eser kaleme alırlar. Halide Edip’ten Ahmet Hikmet’e, Ömer Seyfettin’den Yusuf Ziya’ya uzanan geniş bir çerçevede şair ve yazarlar, kamuoyu oluşturmak veya algıyı yönetmek için gönüllü olarak kalemlerini iktidara teslim ettiler. Elbette karşılığında yüklü paralar da aldılar. Örneğin, Yusuf Ziya askerler için ‘Akından Akına’ diye bir kitap hazırlıyor ve bunun karşılığında 250 altın alıyor. Cumhuriyet yönetimi de İttihatçıların bu yöndeki uygulamalarını devam ettirdi ve devrimlerin halka benimsetilmesi, yeni bir tarihin inşası, Cumhuriyet’in ne kadar büyük bir kurtarıcı olduğunun telkini gibi amaçlarla yazarları yönlendirdi, onları milletvekili yaptı veya Çankaya sofralarında ağırladı. Bir anlamda makbul şair/yazar olmanın yolu Cumhuriyet’in istekleri doğrultusunda eser kaleme almaktan geçiyordu. Şunu da belirtmek gerekir ki bu sadece Cumhuriyet’e has bir durum da değildir. Her iktidar, kendine has bir kanon inşası için edebiyatı kullanmak ister. Edebiyatın siyasetle ilişkisi elbette olacaktır. Çünkü edebiyat bütün cephesiyle hayatı kuşatıyor ve anlatıyor fakat burada asıl sorun edebiyatçının siyasetle ilişkisidir. Sanat, varlığı kendince, estetik bir formda görme çabasıdır. Bir sanatkâr, kalemini siyasetin veya bir başka otoritenin emrine, isteklerine teslim ettiği anda sanatkârdan değil ‘memur-yazar’dan bahsedebiliriz. Bunun, sanatı ne kadar yok ettiğini Sovyet tecrübesi göstermektedir. 19. asırda Dostoyevski, Tolstoy, Puşkin gibi klasikleri yetiştiren Rus edebiyat geleneği 1930’lara gelindiğinde ‘memur-yazarlar’ sebebiyle adeta yok olur.
Halide Edip’in İsmet İnönü’ye çekmiş olduğu telgrafın orijinali
Yandaki belge, Halide Edip Adıvar’ın 24.2.1923 tarihinde İsmet İnönü’ye çekmiş olduğu telgraf. Dört maddeden oluşan telgrafın ilk üç maddesinde dışişlerine ilişkin bazı konularda Adıvar’ın İsmet İnönü’yü bilgilendirdiği görülüyor. Son madde ise Adıvar’ın meşhur romanı “Ateşten Gömlek” hakkında bilgiler içeriyor. Bu maddede Halide Edip, Ateşten Gömlek romanının İstanbul kısmının bitmek üzere olduğunu bildiriyor İsmet Paşa’ya. Anadolu kısmı içinse İnönü’nün emrini beklediğini belirtiyor. Son cümle ise çarpıcı. Adıvar, “Aktörlerin hatta kadınların Türk olduğunu Fevzi Paşa hazretlerine söylemenizi rica ederim.” sözleriyle bitiriyor telgrafı.