Türkiye’nin ilk kadın stand-up’çılarından biri olan Deniz Özturhan’ın yolculuğu, adını her geçen gün daha çok duyduğumuz stand-up sahnelerinden eser yokken, açık mikrofon gecelerinde başlıyor.
Eğlence sektöründe uzun yıllar boyunca dev gişeli programlarla; Cem Yılmaz, Ata Demirer gibi isimlerle tanınan stand-up gösterileri ise, Türkiye’de son yıllarda alternatif sahnelerin ve yepyeni isimlerin parlamasıyla gittikçe popülerleşiyor.
Deniz Özturhan’ın mizah yazarı olarak başlayan kariyeri, anlatılacak tonla hikâyeyle de birleşerek 2011’de sahnelere taşındı. Mizah dünyasının dört bir yanında erkeklerin olduğunu ve stand-up sahnelerine adım attığında oluşan “Bize bir alan gerekiyor” hissiyle başlattığı ‘Kadınlar Geceleri’ni anlatan Özturhan’la, kendi ifadesiyle, “yeraltından çıkmaya hazırlanan” stand-up sektörünü konuştuk...
- Stand-up yapmak için sahneye çıkmaya ne zaman başladınız?
Mizah yazarlığına 2003 yılında başladım. Metin yazarlığı, reklamcılık gibi farklı alanlarda da çalıştığım dönem “Kim Lan Bu Hayatımın Erkeği” isimli bir blog yazıyordum. 2011’de Deniz Alnıtemiz isimli bir arkadaşım “Sen çok komik bir kızsın, hazırda hikâyelerin de var” diyerek beni sahneye çıkmaya ikna etti.
O zamanlar ne Açık Mikrofon geceleri ne de şu an bildiğimiz stand-up sahneleri vardı. “Stand-up” denilince akla gelen, Cem Yılmaz’ların yaptığı, büyük sahnelerdeki gösterilerdi. Biz dört arkadaş toplandık, bir kafede insanlara içki ısmarlayarak stand-up yapmaya başladık.
Deniz Özturhan'ın kişisel arşivi
- Mizah, Türkiye’de oldukça erkek egemen görülen bir alan, başladığınızda bu konuda ne düşünüyordunuz?
Sahneye çıktığım günlere kadar hep mizah yazdığım için doğal olarak etrafımda hep “mizahçı adamlar” vardı. Erkek egemenlik mizahta hep vardı, hâlâ da var. Şu anda bile bakarsanız Türkiye’de bir mizah dergisi var: Uykusuz. İçinde ne yazar, ne çizer bir tane kadın yok.
Zaten mizahın acımasız bir alan olduğunu başlarken biliyordum, bunun kadın - erkek ayrımı yok. Bahsettiğim de zaten kötücül bir acımasızlık değil, “Bir noktada her şeyle dalga geçebilecek kadar dalga geçmiş olmak hayatla, kalıplarla…”
Fakat işin içinde ilerledikçe, Açık Mikrofon gecelerinde bazı eşitsizlikleri fark etmeye başladım. Mesela, gece sahneye yedi kişi çıkacaksa bunlardan sadece bir tanesi kadın oluyordu. Genelde de ben daha eski olduğum için beni seçiyorlardı. Orada hissedilen ufak da olsa bir eşitsizlik vardı.
“Kadınlara bir alan, bir sahne gerekiyordu”
- Bu durum nasıl değişti?
Yeni stand-up’çı kadınlar gelmeye başladıktan sonra naçizane şöyle düşündüm, bize bir sahne süresi, bir alan lazım. Bu alana nasıl sahip olabiliriz? Kadınlar bir araya gelip toplansak, bir kadın gecesi altında çıkmaya başlasak, dedim.
Ben o saate kadar mizahta, “Kadın mizahı ayrı bir şeydir” anlayışından hoşlanan biri değildim. Ancak o alansızlıkla çözümü, “kadın geceleri” yapmakta bulduk.
- “Bize bir alan lâzım” derken tamamı kadınlardan oluşan bir stand-up kurma noktasına geldiniz. “Çok Da Fifi Hatunlar” nasıl doğdu?
İkinci kadın gecemizde Çok Da Fifi’yi kurmaya karar verdik. BKM’de bir tane yaptık, çok başarılı olduk. Kızlarla yazışmaya başladık. Onlar da aynı yollardan geçiyorlardı ve zorlanıyorlardı. Benim kadar şerbetli olmadıkları için o zamana kadar inciniyorlardı. Kulisleri falan düşünün, sürekli erkek erkeğe ortamlar. Bir ara toplanıp Ankara’ya kadın gösterisi yapmaya gittik. Ondan sonrasında da altı kadın olarak bu işe başladık.
Çok Da Fifi Hatunlar, Deniz Özturhan, Meltem Parlak, Aslı Akbay, Hande Yögen, Şirincan Çakıroğlu ve Buse Sinem İren tarafından 2015’te kuruldu. “Dünyanın ilk kadın stand-up grubu” olarak sıkça bahsedilen ekip, gösterilere başladığı günden bu yana Türkiye’nin pek çok kentinde sahne aldı. |
Stand-up’ta kaç kadın varsa aslında hepimiz aynı yoldan geçtik. Şu an işler bir tık daha kolay olabilir, alıştık çünkü birbirimize, erkek-kadın komedyenler bir arada mizah yapmaya alıştı.
“Kendimi yalnızca ‘mizahçı’ olarak ifade edebilmem gerekir”
“Kadın komedyen” vurgusu yapmaya devam etmeli miyiz, bu vurgu sizi rahatsız ediyor mu?
Yıllarca bize hiçbir erkek stand-up’çıya sorulmayacak sorular geldi. Mesela “Erkek izleyiciler sizden korkuyor mu?” Bir tane erkek komedyene böyle bir şey sorulmuş mu, kadınlar sizden korkuyor mu diye.
Sürekli bir “kadın olarak bu işi yapıyor olmayı” açıklamak durumunda kaldık, “Bize ne acılar çektiğinizi anlatın” anlamı taşıyan sorular geldi. Orada da insan kendini savunma üzerinden ifade etmek zorunda kalıyor. Halbuki kendimi yalnızca mizahçı olarak ifade edebilmem gerekir, bir erkekten farklı bir şey konuşmamalıyım. Benden hep, “mizojeni nasıl” gibi sorulara cevap vermem bekleniyor.
Aslında “kadın mizahçı” algısında son durumu anlamak için iki yönden bakmamız gerekiyor. Birincisi mutfak tarafı, sahnenin arkası. Şovun kadın-erkek eşit bir ortamda var olabiliyor olması. Bence o tarafta sıkıntı yok. Mizahçı arkadaşlarımı da takdir ediyorum, bence kafalarındaki “kadınlar mizah yapamaz’ı çoktan aştılar.
"Kadınların kendi hikâyelerine gülmeye ihtiyacı olduğunu fark ettik"
Seyirci aşamasında da Çok Da Fifi Hatunlar deneyimimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim; biz beş sene Türkiye’de kimsenin gitmediği yerlere gittik. İnanılmaz güzel sahnelerde çok sayıda insana oynadık. Anadolu’da yüzde 80 kadın yoğunluğa oynadık. Kadınların gülmeye, özellikle de bizim kendi hikâyemize gülmeye çok ihtiyacı olduğunu fark ettik.
-Pek çok şehirde gösteriler yaptınız. İnsanların nelere güldüğünü fark ettiniz?
Mizahın temelinde iki şey insanı güldürür. Birincisi absürt gelen, şaşırtan olaylar. İkincisi insanın empati kurabildiği meseleler.
Mesela kadınlar tuvaleti, regl hikâyeleri anlatılırken erkek seyirci şok ve ufak gerginlikler yaşarken kadınlar sahnede kendilerinin anlatılmasıyla aşırı eğlendi. Gücümüzün büyük bir kısmını oradan aldık.
Seyircinin de zamanla evrildiğini düşünüyorum. Türkiye’nin dört bir şehrinde programlar yaptık. Türkiye, pek çok konuda olduğu gibi mizahın da her yerde farklı algılarla karşılaştığı bir ülke. Gösterilerde bazı şehirlerde “Ay bu hikâye anlatılır mı?” şaşkınlığı yaşanan esprilerin bir noktada “Daha neler anlatacaksınız?” heyecanına dönüştüğünü gördük.
“Seyirciler sahneye çıktı, sarıldık; katarsis böyle bir şey”
Sizi çok etkileyen, yaptığınız işle ilgili algınızı değiştiren bir anınız var mı?
Hiç unutamadığım gösterilerimiz var Ankara’da. Aklıma geldikçe hâlâ tüylerim diken diken olur. Türkiye’de bombalı saldırıların arka arkaya yaşandığı dönem, iki saldırı arasında yaptığımız bir gösterinin sonu. Gösteri bitti, kızlarla selam verdik. Seyircinin yüzde 20’si sahneye yanımıza çıktı, hepimiz birbirimize sarıldık. Katarsis bu işte. “Bu işle iyileşeceğiz ve birbirimize tutunacağız” gibi bir kucaklaşma ânıydı.
Pandemide stand-up
Pandeminin normalleşme döneminde, standart performansımıza göre çok küçük bir gösteri yaptık, kısıtlı sayıda seyirci ve önlemlerle birlikte.
Stand-up gösterilerinde aynı tiyatro gibi, seyirciyle temas hâlinde olmak, tuhaf gelecek ama, tabiri caizse tükürüğünüzün ulaşacağı kadar bir yakınlıkta olmak gerektiğini düşünüyorum. Karşınızda maske takan insanların gülmesiyle seyircilerin sahneye çıkıp size sarıldığı günler tabii ki başkadır. Bana göre, stand-up’ı gerçekten yaşayabilmek için insanlarla kavuşmayı beklemek gerekiyor.
Evde kamera açıp güldürmem başka bir alana giriyor. Mesela pandemide Bartu Küçükçağlayan ve Melikşah Altuntaş’ın başlattığı Mücbir Sebepler işi çok güzel oldu.
“Biz stand-up’çılar, Türkiye’de rap müziğin 90’larda olduğu yerdeyiz”
- Stand-up’ın Türkiye’de git gide daha çok yayıldığını söyleyebiliriz. Pandemi bu durumu nasıl etkiledi?
Bütün sahne sanatları pandemiden nasibini aldı. Stand-up hatırlanmıyor bile, müzisyenler ayrı dertli, tiyatrocular ayrı dertli. Stand-upçı’lar olarak biz, Türkiye’de rap müziğin 90’ların sonunda olduğu yerdeyiz, yani yer altından çıktık, çıkacağız.
Stand-up Türkiye’de şu an tam olarak bir sektör değil. Bundan nasıl para kazanılacağı belli değil, bir menajeri yok. Şu anki durumu yeraltından çıkmaya çalışan bir sanat kolektifi gibi görebiliriz ama kesinlikle iyiye gidiyor, kesinlikle daha çok popüler oluyor.
Deniz Özturhan, pandemi nedeniyle son aylarda sahneye çıkmasa da pek çok komedyen gibi sosyal medyada aktif olmaya devam ediyor. Özturhan’ı Kaan Sezyum’la Youtube’da yaptığı “Saygıdeğer Eski Eşim” programından ve yine metinlerini kendi yazdığı “Olumlu Dünya” podcast serisinden takip edebilirsiniz.