Medya

"Türkiye hiç bu duruma düşürülmemişti"

"Mevcut durum sürdürülebilir görünmüyor"

13 Mart 2017 12:00

Hürriyet yazarı Murat Yetkin, Rotterdam'daki konsolosluk binasına gitmeye çalışan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın Hollanda'dan sınır dışı edilmesiyle ilgili olarak "Türkiye daha önce böyle bir duruma düşürülmemişti. Bu durumdan Türkiye’nin daha fazla rencide edilmesine izin vermeyecek şekilde, diplomatik kanallar açık tutularak onurlu bir çıkış bulunmalı. Mevcut durum sürdürülebilir görünmüyor çünkü" dedi.

Murat Yetkin'in "Türkiye hiç bu duruma düşürülmemişti" başlığıyla yayımlanan (13 Mart 2017) yazısı şöyle:

Mesele yalnızca Türkiye’nin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın 11 Mart akşamı Türkiye’nin Hollanda’nın Rotterdam şehrindeki –resmen Türk toprağı sayılan- Türkiye Başkonsolosluğuna alınmaması, 11 Mart sabaha karşı polis zoruyla Almanya sınırına bırakılması değildir.

Mesele ilk defa Türkiye Cumhuriyetinin bir bakanının “istenmeyen kişi” ilan edilip sadece Hollanda değil, Schengen vize sistemindeki Avrupa Birliği (AB) ülkelerine girişten yasaklanmak istenmesi de değildir yalnızca.

Ve evet, mesele yalnızca Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na Hollanda’ya 15 Mart’taki seçimlerden önce iç siyaset amacıyla gelme denmesi, gitmek istemesi üzerine de uçuş izninin iptal edilmesi, Hollanda’ya girişinin engellenmesi de değildir.

Bunlar ciddi meselelerdir, ama mesele sadece bunlar değildir.

Hakarete uğrayan doğrudan Türkiye Cumhuriyetidir.

Ve yayılmaktadır.

Başbakan Binali Yıldırım’ın “Hollanda’ya misliyle karşılık verilecek” açıklamasını takiben Danimarka Başbakanı Lars Lokke Rassmussen, Yıldırım’dan yakında Kopenhag’a yapacağı ziyareti ertelemesini istedi, bunu da kamuoyuna duyurdu. Gerekçesini Hollanda’yla dayanışmak olarak açıkladı. Hollanda hükümeti, Rotterdam’da yaşananlar ortadayken, -kendi toprakları sayılan- İstanbul’daki konsolosluk binasındaki bayrakları indirilip Türk bayrağı çekilmesinden sonra “Diplomatlarımızın can güvenliği Türkiye’nin sorumluluğundadır” açıklaması yapmıştı.

Dahası var maalesef. Yakın zamana dek AK Parti hükümetlerinin Avrupa’daki en büyük destekçisi görünümündeki İsveç’te Mehdi Eker’in toplantı yapacağı salon sözleşmesini son anda iptal etti.

Avusturya elini çabuk tutarak, sadece Türkiye’nin değil, diğer bütün ülkelerin de Avusturya’da kendi iç siyasetlerine dair toplantı yapmalarını yasaklayan bir karar çıkarttı.

Türk vatandaşlarının yaşadığı Avrupa ülkelerinden Ankara’ya verilen mesaj açık: Referandum kampanyası için gelmeyin.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Hollanda’nın bu yaptığını ağır ödeyeceğini söyledi dün. Avrupa ülkelerini kendi koydukları demokrasi kurallarına uymamakla, ayırımcılıkla suçladı.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise, hükümeti Hollanda’yla ilişkileri askıya almaya çağırdı ve bu durumda yanında olacaklarını söyledi. Bu konunun Anayasa oylamasında evetçilik, ya da hayırcılıkla ilgisi olmadığını da söyledi.

Bu aslında doğru da, çünkü Türkiye’nin düşürüldüğü durum, evetçi, hayırcı diye ayırmadan bütün vatandaşları ilgilendiriyor.

Türkiye, 2008’de AK Parti yönetiminde Türkiye’nin diplomatik temsilciliklerinde iç siyasete dair konuşmalar yapmaya sınırlandırma getirirken mantık bu değil miydi? Türkiye’nin büyükelçilikleri, konsoloslukları siyasi görüşüne bakılmadan bütün vatandaşlarındır denmiyor muydu gerekçesinde?

Türkiye ile Avrupa Birliği arasında 2015-16’daki göçmen anlaşması kriziyle kıyas kabul etmeyecek derinlikte bir kriz yaşanmaktadır.

Türkiye bakımından sorunun kökeni nasıl iç siyasette ise, Hollanda, Almanya, Fransa’da da böyledir.

Oralarda da seçimler var ve ne yazık ki yabancı düşmanlığı her ülkede oy getiriyor; en son ABD seçimlerinde Donald Trump’ın zaferinde gördük.

Hollanda bunun dışında değil. Türkiye karşıtı kampanyanın başını çeken yabancı düşmanlığıyla meşhur siyasetçi Geert Wilders, Başbakan Rutte’nin tabanını çekebilmek amacıyla bastırıyor, Rutte’yi de kendi çizgisine çekiyor.

Almanya’da Angela Merkel, yabancı düşmanlığını bayrak yapan Alternatif Parti’ye oy kaptırmama kaygısında.

Fransa’da Milli Cephe partisinin yükselişi bütün Avrupa siyasetini endişelendiriyor. İleri demokrasi örnekleri gösterilen İsveç’te, Danimarka’da durum farklı değil; Suriyeli mülteci gelecek diye aralarındaki sınırı kapatacaklar neredeyse.

Avrupa diplomasisi Türkiye örneğinde çok kötü bir sınav veriyor. Bu yaptıklarını üçüncü dünya ülkeleri yapmaz, kendi koyduğu kuralları öfkeyle, tepkiyle davranıp böylesine ihlal etmez.

Ama bizi ilgilendiren Avrupalı siyasetçilerin kendilerini düşürdükleri faşist-ayrımcı konum değil, Türkiye’nin düşürüldüğü durumdur. 

Bakanlarımızın iç siyaset maksadıyla gelirse ülkelere alınmayacağı ilan ediliyor, gitmişlerse, kendi toprağımız sayılan diplomatik temsilciliklere alınmıyor, istenmeyen kişi ilan edilip polis zoruyla başka ülkelere gönderiliyor. Belki şimdi konumuz değil ama Suriye cephesinde sürekli zemin kaybediliyor. Tıpkı Hollanda ve Almanya gibi NATO müttefikimiz olan ABD ve her konudaki rakibi Rusya’nın PKK’nın Suriye kolu PYD’yi Türkiye’ye karşı koruma konusunda işbirliğine şahit oluyoruz.

Ahmet Davutoğlu’nın komşuların hemen hepsiyle sorunla sonuçlanan “Komşularla sıfır sorun” siyasetinin yerini alan Başbakan Yıldırım’ın “Düşmanlarımızı azaltacağız, dostlarımızı artıracağız” yaklaşımı, komşu olmayanlarla da görülmedik şiddette sorunlar yaşamaya başladı.

Yüzlerce yıllık Türk diplomasisinin bugünkü önceliği ne yazık ki bakanlarına Türk toplumuna referandum konuşması yapacak şehir aramaya indirgenmiş görüntüdedir.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Hollanda hükümetini eleştirirken, 15 Mart Hollanda seçimlerine atıfta bulunarak Hollanda Başbakanına “Bir seçim için değer mi?” diye soruyor.

Bu çok haklı bir soru, hangi açıdan bakarsanız doğru: Bir seçim için değer mi?

Gerçekten değmez. Türkiye daha önce böyle bir duruma düşürülmemişti. Bu durumdan Türkiye’nin daha fazla rencide edilmesine izin vermeyecek şekilde, diplomatik kanallar açık tutularak onurlu bir çıkış bulunmalı. Mevcut durum sürdürülebilir görünmüyor çünkü.