Nam-ı diğer “Bay Sinema” Türker İnanoğlu, 1969 yapımı 'Yumurcak' filminin yalnızca Türkiye'de değil, Yunanistan ve Arap dünyasında da çok sevildiğini söyledi. Başrolu oynayan oğlu İlker İnanoğlu'nun o dönemde neredeyse bir milli kahraman olduğunu anlatan Türker İnanoğlu, 5. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın da filmi çok sevdiğini aktardı. "Bir gün bir telefon geldi: ‘Sayın Cumhurbaşkanımız sizi köşke davet ediyor’ dediler" diyerek cumhurbaşkanlığından aldığı daveti anlatan İnanoğlu, "Filiz Akın, Kartal Tibet, İlker ve ben kalktık gittik Çankaya Köşkü’ne. Bir makine koymuşlar salona. Hep birlikte oturup Yumurcak filmini seyrettik!” diye konuştu.
Mete Akyol'un hazırladığı televizyon programında İlker İnanoğlu'nun susadığını ve canlı yayın esnasında su istemesi sonrasında TRT'ye Çocuğa su verin, vicdansızlar” diyerek telefonalrın geldiğini; bir albayın da elinde bir sürehi su ile birlikte canlı yayına girdiğini aktardı.
Dönemin ünlü sanatçıalrından Filiz Akın'a ilişkin oalrak da konuşan Türker İnanoğlu, "Filiz sinemaya artist mecmuasının yarışmasıyla girdi. Birinci olmuştu. Bendeki onun ikinci filmiydi: Kadın Berberi. O zamanlar sarışınlar Türk sinemasında vamp kadın olarak geçerdi. Filiz Akın'la bu imaj yıkıldı!.. Okullu, terbiyeli kadın bünyesine girdi. Masumiyet kazandı" sözlerini kaydetti.
Sözcü'den Nil Soysal'ın sorularını yanıtlayan İnanoğlu'nun açıklaması şöyle:
– “Yumurcak” serisi bir fenomen olmuştu. Küçük büyük herkesin izlediği filmlerdi onlar…
Yumurcak sadece Türkiye'de değil, Yunanistan ve Arap dünyasında da patladı. İlker bir anda neredeyse milli kahraman oldu. O dönem Cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay'ın bile dikkatini çekti. Sunay, Cumhurbaşkanlığı Sinema Salonu'nda filmi birkaç kez izlemiş!…
“Bir albay TRT'nin kapısına dayandı!"
O sırada TRT Ankara'da günde iki-üç saat deneme yayını yapıyordu. Mete Akyol da bu televizyona bir program hazırlıyordu. İlker ile Filiz'i canlı yayına çıkarmak istedi. O günkü koşullarda küçücük, tavanı basık bir odada, büyük spotlar altında çekim başladı.
İlker sıcaktan bunaldı. Boğazı kurudu. Susadı çocuk. Ama o günün anlayışına göre canlı yayın bozulmaz, bir görevli girip su veremezdi. İyi de çocuk bunu ne bilsin, ne anlasın değil mi?…
İlker; “Su… su…” diye feryat ettikçe, TRT'nin tüm telefonları kilitlendi: “Çocuğa su verin, vicdansızlar” diye seyirciden büyük tepki geldi. Bu da yetmedi, TRT'nin kapısına elinde bir sürahi ile bir albay dayandı. O albayı kimse durduramadı, canlı yayına girdi!
– Bu arada SE-SAM'ı ziyaret eden ilk Cumhurbaşkanı da Kenan Evren olmuş…
Kenan Evren'in Cumhurbaşkanı olarak süresi dolmuştu. Ben de o zaman SE-SAM Başkanıydım. SE-SAM'ı ziyaret etti. Dertlerimizi sordu. Dertlerimiz çoktu. Hepsini anlattık bir bir. “Siz beni daha evvel neden aramadınız? Ben hepsini çözerdim bunların” dedi.
"Sinemadaki vamp kadın imajı Filiz Akın ile yıkıldı"
– Filiz Akın'ı ‘Filiz Akın' yapan film hangisiydi?
Filiz sinemaya artist mecmuasının yarışmasıyla girdi. Birinci olmuştu. Bendeki onun ikinci filmiydi: Kadın Berberi. O zamanlar sarışınlar Türk sinemasında vamp kadın olarak geçerdi. Filiz Akın'la bu imaj yıkıldı!.. Okullu, terbiyeli kadın bünyesine girdi. Masumiyet kazandı.
“Falda evlilik çıktı!"
Filmin bazı sahnelerini Pendik'te bir köşkte çekiyorduk. Çin üslubunda çok şık bir köşk. Bir büyükelçinin evi. Eşi de çok entelektüel bir hanımefendi.
İkinci gün; evdeki yardımcılardan biri geliyor Filiz'in yanına. Diyor ki: “İçimden geldi, senin falına bakayım.”
Filiz hemen atlıyor tabii…
“Senin bir kısmetin var! Ama uzakta değil, burada” diyor.
Herhalde Filiz'le benim bakışmalarımızdan filan anlamış! Böyle bir fal uydurmuş!
"Yeşilçam bir efsaneydi"
Eski Türk filmlerinin sırrı neydi? 7'den 70'e neden herkes çok sevdi?
Bir kere; İstismar yoktu. Nostaljik konular ele alınıyordu. Eski senelerde bilhassa kadınlara hitap eden romantik, sevgi dolu filmler yapılıyordu, konularda istismar yoktu, sevgi vardı, saygı vardı. Onun için çok sevilip, çok beğeniliyordu. Bir de o yıllarda herkesin birbirine saygısı vardı. Sonra bir kültür vardı; Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, bazı yabancı ülkelerin insanları yaşıyordu İstanbul'da. Onların bir kültür kaynaşması vardı. O da yansıyordu sinemaya. Onlar gidince kültür filan duman oldu gitti… Ama bak hala o filmlerin siyah beyazları bile seyrediliyor. Türkiye'de beş nesil seyretti o filmleri. Yeşilçam bir efsaneydi. Müthiş filmler yapılıyordu. Müthiş sanatçılar vardı. Müthiş yapımcılar, yönetmenler vardı. Bir Osman Seden vardı. Dünyada çok önemli bir adamdı. İngilizce, Fransızca, Almancayı ana dili gibi konuşuyordu. Çok büyük yönetmendi. Atıf Yılmaz… Lütfi Akad… Halit Refiğ… Bunlar hiç bir zaman unutulmaz. Yerlerine de adam yok bugün.
"Git' diyen olmadı ama 'Gel' diyen çok"
– Gülşen hanım yıllar sonra bir sürpriz yapar mı acaba?… Yeniden bir film, ya da dizi gibi…
Ona “Git” diyen olmadı ama “Gel” diyen çok… Fakat Gülşen kendini gitmeye mecbur hissetti. Çünkü kızımız Zeynep Harvard Üniversitesi'ni kazandığında çok küçüktü. Daha önce tek başına yurt dışına hiç çıkmamıştı. Onu yalnız göndermek hiç içine sinmedi. Sonra torun oldu. Bu sefer torunu bırakamadı…
– Küçük torununuz Ali Mavi de tıpkı size benziyor bu arada…
(Güldü ve cep telefonundan az önce Gülşen hanımın gönderdiği fotoğrafını gösterip cevap verdi)
Bana benziyor evet. Gülşen diyor ki; “Tıpkı senin gibi inatçı ve nemrut!”
– Bu güzel sohbet için size çok teşekkür ederim. Sağlıkla kalın…
Türkan Şoray'dan Cüneyt Arkın'a, Özal'dan Demirel'e...
"Necdet Tosun çok güzel yemek yapardı. Tatlı da yapardı. Ara sıra sette para toplanır, millet ne istiyorsa Necdet yapardı. Bir gün Nazım Kalkavan'ın Beylerbeyi'ndeki yalısında çalışıyoruz. Milletin canı peynir tatlısı çekti. Gene para toplandı. Bana bir çalışandan ihbar geldi. Ama ben anlamıştım. Necdet bu işten cebe para indiriyordu. Kendince haklı tabi… O yapıyor, millet yiyor! Dedim ki; 'Bunu yaparsan canını yakarım!'
Malzemeyi almaya giden çocuklardan biri ihbar etti! Toplanan paradan 65 lira artmış. Necdet de cebe indirmiş! Dedim ki; 'Necdet ver şu parayı!' Vermedi. 'Peki' dedim. Necdet'ten gizli çocuklara; 'Saklayın tatlıyı' dedim. Yemek yendi, tatlı yok! Bulamıyorlar bir türlü. Necdet çok sinirlendi: 'Getirirseniz denize atacağım' dedi.
Bahçede bir bahçıvan var. Namazında niyazında bir adam. O sırada bahçede namaz kılıyor. Hüseyin Baradan gidiyor, bekliyor namazının bitmesini. Diyor ki; “Allah'ına, dinine, imanına söyle! Bu tatlıyı nereye sakladılar?” En can alıcı yerinden vuruyor adamcağızı. O da gösteriyor: “Güllerin arasında” diye. Hüseyin kapıyor tatlıyı; “Necdet ağabey buldum” diye geliyor. Necdet; “Bana getirme, yemin ettim denize atacağım” dese de Hüseyin, Necdet'in eline veriyor tepsiyi.
Hakikaten denize attı Necdet bir tepsi tatlıyı! Çok tatlı adamdı… Çok temiz adamdı Necdet.
Bahçede bu tantana yaşanırken, yukarıdan evin sahibesi Nazım Kalkavan'ın eşi Noyan hanım görmüş. Çok üzülmüş. Kalktı Sirkeci'ye gitti. Bir tepsi tatlı alıp, getirdi, Necdet'e uzattı. Daha Necdet elini değdirmeden, benim talimatımla tepsiye 10 el birden hücum etti tabii…
Aslında o kadar çok anı var ki… Ayhan Işık, Göksel Ersoy, Sadri Alışık, Çolpan İlhan, Muhterem Nur, İzzet Günay, Kadir İnanır, Selda Alkor, Ekrem Bora… Hepsi de çok sevdiğim, bende iz bırakan dostlarım…"