Umut filminin Hasan’ı, Sürü’nün Hamo Ağa’sı, Duvar’ın Ali’si, Ezel’in Ramiz Dayı’sı usta bir tiyatrocu hayatını sürgünde geçirmiş bir entelektüel 77 yaşında aramızdan ayrılmasaydı şayet bugün 79’uncu doğum gününü kutlayacağımız bir komünist; Tuncel Kurtiz…
Bir ülkenin tiyatrosuna sinemasına böylesine iz vurmuş bir isim şüphesiz her kesimden her yaştan insan tarafından bambaşka biçimlerde hatırlanır lakin yine her kesimden insan Tuncel Kurtiz’in o inanç ve umut dolu güçlü tok sesini canlandırabilir zihninde…
“Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır”
Seslendirdiği şiirler, kâh Grup Yorum konserlerinde sol yanımızdan yükselen devrim çığlınağa kâh üniversiteli gençlerin ilân-ı aşkına tercüman oldu. Tiyatro, şiir, sinema kavramları ile devrim hep iç içe bulundu hayatında. Askerliğini sürgün yeri Muş’ta yaptı. Pasaportsuz kaldı, bir Alman filminde, yasaklı olduğu söylendiği için oynayamadı.
Tercüman gazetesinde ''Tuncel Kurtiz de onlardan!'' diye hedef gösterildi. Ama hiç vazgeçmedi devrimi ve devrimciliği savunmaktan. “Kim ne derse desin ben bir komünistim” diye göğsünü gere gere anlattı duruşunu:
“Nedir komünizm acaba? Bir rüyadır. Ben bir rüya görüyorum. Birilerine benzemek için söylemiyorum. O benim rüyam. O benim cennet bahçem! Orada insanlar eşit! Orada insanlar özgür!
1 milyar insan açlıktan ölüyor bugün. Medeniyet, emperyalizm ve kapitalizm insanı bu noktaya getirdi! Petrol ve doğalgaz boruları kesildiği anda ne olur bugün Avrupa’da merak ediyorum. Ama Ortadoğu kan gölü içinde bir milyon insan öldürüldü Irak’ta sadece. Afganistan’da neler oluyor bilmiyor hiç kimse. Başka ne olabilirim?”
“Peki su katılmamış devrimciliği sanatına ve sanata bakış açısına nasıl yansıdı?” sorusuna şöyle yanıt veriyor usta oyuncu:
“Katiyen sadece ‘sol yumruk kaldırarak tiyatro yapılır’a inanmadım. Çünkü politik tiyatronun bu olduğuna inanmıyorum. Politik tiyatronun gerçekçi bir tiyatro olması gerektiğine inanıyorum.”
‘‘Tuncel'le ben fahişeyiz, her şeyimizi sattık bu duruma gelebilmek için. Ama kirlenmedik, tertemiziz’’
Çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan bir isyan konu edildiği bir başyapıt olan Duvar’ın ardından Ulucanlar katliamının yaşanmasını “Yılmaz Güney’in de bu gerçek tarihi ve hala devam eden tarihi belgeleyerek ardında bırakması” olarak niteledi Kurtiz, toplumun gerçeklerini yansıtmanın ‘devrimcilik’ olduğunu vurgulayarak. Zaten sanatı ve sanatçının devrimciliğini de bu kıstasla niteledi:
“Şiire baktığın zaman Nazım Hikmet var, Melih Cevdet var, Oktay Rifat var, Orhan Veli var, Attila İlhan var, Ece Ayhan var, yani şiir sanatının adamları var. Hepsi farklı insanlar ama bunlar şair olarak kalacaklar. Fuzuli şairimiz olarak kalacak. Devrimci mi? Evet, ‘Selam verdim rüşvet değil deyu almadılar’ dedi çünkü bu adam… Baki devrimci mi? Evet.
Resim sanatına baktığın zaman bir Muzaffer Akyol vardır. Anadolu’dan masallarla beslenir, bir bakarsın Nuri İyem vardır, Anadolu kadınlarının yüzlerinden portrelerinden çıkmıştır, benim için devrimcidir. Bir Abidin Dino vardır sadece bir çizgiyle ifade etmiştir, devrimcidir. Çünkü sinema sanatında, resim sanatında, şiir sanatında, tiyatro sanatında devrimcilik kahramanlık yapmak değildir. Sadece sol yumruk göstermek yeterli değildir.”
Yılmaz Güney'in ‘‘Ağa gel sinema yapalım’’ şeklindeki ısrarları sonucu ‘‘boktan, üçkağıt’’ olarak nitelediği sinemaya girmeye razı olur Tuncel Kurtiz. Hemen her filminde rol alır.
‘Devrimci sinema’ fikrini şöyle anlatır Tuncel Kurtiz:
“Bizim devrimci sinemamız bu olacak. Bu topraklardan çıkacak. Bu toprağın tarihinden çıkacak, sosyolojisinden, felsefesinden çıkacak. Başka çaremiz yok. Karacaoğlan’ı da olacak içinde, Ağrı Dağı’nın çiçekleri de olacak. Bu arada Nazım Hikmet de, İlhan Berk de olacak, şairlerimiz de olacak içinde, Fuzuli de olacak. Çünkü bir büyük yelpazenin içinden geliyoruz. Çok büyük kültürel temellerimiz var, ta Anadolu’nun temelinde on bin yıllık bir kültür var. Bunun içinden gelen Türkmenler, Yörükler ve diğerleri bu kültürle birleştiler. Bir tarafta Şah İsmail, bir tarafta Azerbaycan var, bir tarafta Gök Türkler var, Dede Korkutlar var, bir taraftan Osmanlı’nın Fuzuli’si Nedim’i var, Itri’si var Levni’si var. Yani öylesine geniş bir coğrafyadan geliyoruz ki, bunları yakalayabilmek lazım.”
Almanya'da Almanca, İsveç'te İsveççe, Amerika'da İngilizce
1970'e gelindiğinde Yılmaz Güney’le birlikte Umut'u çekerler. Tuncel Kurtiz’in filmi Cannes Film Festivali'nde temsil etmek üzere Fransa’da bulunduğu sırada Türkiye'de Balyoz Harekatı, ardından Kurtiz’in 1974'e dek sürecek olan sürgün hayatı başlar.
İsveç Kraliyet ve Devlet Tiyatrosu, Göteborg Şehir Tiyatrosu oyunculuğunu, Tunç Okan'la Otobüs’ün, Berlin Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü kazandıran Kuzunun Gülümseyişi’ni ve Yılmaz Güney'le çektiği Sürü’yü bu sürgünlük yıllarına sığdırır.
90’lı yıllarda Fikri Sağlar'ın Kültür Bakanlığı sırasında İstanbul Festivali'ne davet edilir ve 100 kişilik ekibiyle Şeyh Bedrettin Destanı müzikalini sergiler.
Almanya'da Almanca, İsveç'te İsveççe, Amerika'da İngilizce oynar. İngiliz yönetmen Peter Brooks'un keşfiyle, ünlü Hint destanı Mahabharata'da rol alır. Dünyanın ve insanın yaradılışını konu alan bu oyun, akşam 19.00'da başlayıp, sabah 07.00'ye kadar süren ve New York'ta biletleri 2 bin 500 dolardan satılmasına rağmen yer bulunmayan bir oyundur.
"Benimle sadece ’Ezel’de Dayı’yı oynadığım için fotoğraf çektirmek istiyorlar"
2000’li yıllarda bu kez televizyon ekranlarında çıktı karşımıza Tuncel Kurtiz. Uzun süre karşı çıkmasına ve hoşlanmamasına rağmen senaryosu nedeniyle kabul eder Ramiz Dayı rolünü. Bu dizi sayesinde onun filmleriyle yetişmemiş kuşaklar arasında kazandığı popülerlik arzu ettiği bir durum değildir.
“Bu kalabalık Beyoğlu’nda benimle sadece ’Ezel’de Dayı’yı oynadığım için fotoğraf çektirmek istiyorlar, adımı bile bilmiyorlar çoğu… Böyle sıradan geçiyorlar tiyatro bomboş duruyor. Kitapçılar bomboş duruyor. Tabii ki eğitim sisteminin sonucu” sözleriyle eleştirir genç kuşakları.
Türkiye’de dizi sektörünün durumunu ve dizilerin toplumdaki popülerliğine ilişkin şöyle konuşur Kurtiz:
“Dizileri şu an durduramazsın ki, durdurmaya kalksan daha fena patlar. Daha fena gelir üzerine üzerine. Nasıl bundan kurtulacağız? Adım adım yapacağız. Hiç birimiz yılmayacağız. Elimizden geldiği kadar kendi inancımızın ışığında çalışmaya ve ileri gitmeye çalışacağız.
Mesela biz Umut filmini izin vermedikleri için Cannes Film festivaline kaçırdık, daha önce Hudutların Kanununa izin verilmedi, Reis Çelik "Işıklar Sönmesini " yaptığı zaman, Deniz Gezmiş’in hayatını yaptığı zaman filmi kestiler, kopardılar, göstermemek için uğraştılar. Ama kimse yılmadı, bu ülkenin bugünkü şartlarını zorlamak gerek.
Yılmaz, ne zaman “Ben Öldükçe Yaşarım”ı yaptı, işte o zaman ilk defa bir şeyler denemeye başladı. Yılmaz bugün yaşasaydı ben eminim ki dizi yapardı. Yılmaz foto roman da yaptı. Ben de foto roman yaptım. Çünkü halkın istediği bir şeydi ama yine de o foto romanda bile bir mesaj verdi.
Şimdi mesela ben Ezel diye bir dizide oynuyorum çok beğeniyorum formatını, dizi endüstrisinde bir devrimdir bana göre bu senaryo ve çekim. Bir şey öğrenecektir insanlar da onu izleyerek. Adım adım ileriye doğru gideceğiz. Bir günde değiştiremiyoruz bir şeyi.”
‘Anadil anavatan gibidir’
Ana dilde eğitim hakkının yanında oldu “anadil anavatan gibidir, anadile karşı çıkılmaz” diyerek yasakların kaldırılması için mücadele verdi. “Kürt sorunu elbette Türkiye’nin çözülmesi gereken sorunlarından biriydi” ancak "75 milyonun egemen güçler tarafından büyük ekonomik baskılar altında ezilmesi”de Kürt sorunu kadar çözülmesi gereken bir sorundu.
Edremit’te bir köy sakini
70’li yaşlarına geldiğinde artık Türk sinemasının efsaneleri arasına yerleşmiş bir oyuncu olarak ilk kez 1946 yılında yılında gittiği Edremit’in Çamlıbel Köyü’ne yerleşir. Ölümünden bir yıl önce verdiği bir röportajda İstanbul’da uzaklaşmasının nedeni olarak “Beğenmediği oyunlarda oynamamaya çalışmasını ve bu nedenle daha az parayla yaşayabileceği bir yere gitmeyi tercih etmesini” gösterdi. Burada eşi Menend Hanım’la birlikte açtıkları bir butik oteli işletti.
Büyük paralar kazanmayı ummadı piyangodan para çıksa “Edremit'teki eski zeytinyağı fabrikasını kültür merkezine dönüştürecek” biraz daha para bulsa “El Hamra sinemasını restore ettirecekti.”
‘Temel olan bir şey var insan namusudur’
Hayatını iyi bir oyuncu olmaya adadı Kurtiz, yaşamının merkezine insanı koydu;
“Doğuştan beri yaşadığım her şeyi yaşıyorum. Yok edemezsin ki dününü. Onlarla varsın, onlar bugünkü seni var etmiş durumda. Temel olan bir şey var insan namusudur, insan yüreğidir, inancıdır. Ben insan tükenmez demişim, insana inanmışım.”
Kendi dizginlerini kendi tutan huysuz bir at veya Anadolulu bir bilge
Hasan Bülent Kahraman, inanılmaz merakları, heyecanı ve dengeli fakat ödün vermez uyumsuzluğuyla vahşiliğe varan tutkusallığına atıfta bulundu Tuncel Kurtiz’in Hasan Öztürk “Anadolulu bir bilge” oluşundan. İnci Aral “kendi dizginini kendi tutan huysuz bir at”a benzetirken söylediklerini Müjdat Gezen’in tanımlaması “deli”dir Tuncel Kurtiz için.
"Hareketli bir kitap gibi okunabilen yüzünden" söz eden Onat Kutlar için o, bir Süryani papazı, New York'lu Musevi bir tacir, Montparnasse'lı bir bohem ressam ya da Anadolu turnesinden yeni dönmüş bir aktördür.
Tuhaf Bir Soruşturma oyununda birlikte oldukları Ferhan Şensoy'la takside yaptıkları Çehov'lu muhabbeti ise "Oyuncu" adlı kitapta Şensoy'un kaleminden okumak gerekir…
Tuncel Kurtiz 27 Eylül 2013'te evinde kahvaltı yaparken düşüp başını duvara çarparak hayatını kaybettiğinde 79 yaşında Türkiye’ye sinemacılık adına sağlam bir miras bırakmış bir oyuncuydu…
1 Şubat 1936 tarihinde doğan sanatçıyı 79’uncu yaşında saygı, sevgi ve özlemle anıyoruz…
Filmografi
1964 / Şeytanın Uşakları,
1965 / Üçünüzü De Mıhlarım, Son Kuşlar, Sokakta Kan Vardı, Sokaklar Yanıyor, Sayılı Kabadayılar, Krallar Kralı, Konyakçı, Kanlı Meydan, Haracıma Dokunma, Güzel Bir Gün İçin, Büyük Şehrin Kanunu, Bitmeyen Yol , Bir Caniye Gönül Verdim, Ben Öldükçe Yaşarım, Babasız Yaşayamam,
1966 / Ağaların Savaşı, Zehirli Kucak, Yiğit Yaralı Olur, Silahların Kanunu, Silahına Sarılan Adam, Nikahsızlar, Kıran Kırana, Karanlıkta Vuruşanlar, Kanunsuz Yol, Kanunsuz Dağlar , Kanlı Mezar , Kader Çıkmazı, Hudutların Kanunu, Dört Kurşun, Çirkin Kral, Çingene, At Avrat Silah,
1967 / Kuduz Recep (Aslan Arkadaşım), Krallar Ölmez , Bana Kurşun İşlemez,
1970 / Umut,
1974 / Otobüs,
1977 / Nehir ,
1978 / Kanal, Sürü ,
1979 / Gül Hasan, Bereketli Topraklar Üzerinde,
1981 / Kleiner Mann was tun,
1983 / Kalabaliken i Bender, Duvar,
1984 / Turkse Video,
1986 / Hiuch HaGdi,
1987 / Den Frusna Leoparden, Aufbrüche,
1988 / Livsfarlig Film,
1989 / Noel Baba , Täcknamn Coq Rouge , Mahabharata,
1990 / Skyddsängeln, Zeit der Rache,
1993 / Korkunun Karanlık Gölgesi, Ağrı'ya Dönüş,
1994 / Bir Aşk Uğruna, Aşk Ölümden Soğuktur,
1995 / Cemile ve Umudun Masalı,
1996 / Cemile, Usta Beni Öldürsene , Tabutta Rövaşata, Işıklar Sönmesin, İstanbulKanatlarımın Altında,
1997 / Gräfin Sophia Hatun, Çökertme, Akrebin Yolculuğu,
1998 / Vive la mariée... et la libération du Kurdistan, Hoşçakal Yarın,
2000 / Kumru,
2001 / O da Beni Seviyor, Şellale, A cavallo della tigre,
2003 / İnat Hikayeleri,
2007 / Yaşamın Kıyısında,
2008 / Lal , Güz Sancısı,
2009 / Kayıp Armağan, Siyah Beyaz.