Melisa Kesmez
Gazeteci Tuğçe Tatari, siyasete ve toplumsal olaylara olan yakın temasını annelik meselesiyle yan yana getirerek bir çocuk kitapları dizisine başladı. Literatür Çocuk Yayınları tarafından “Politik Çocuk Kitapları” başlığı altında ilki yayımlanan, önümüzdeki aylarda dördü daha yayımlanacak 5 kitaplık seri, Tatari’nin deyimiyle “Türkiye’nin başına bela olan ilk 5 konu”ya odaklanıyor: Mülteci meselesi, iklim krizi, kadın-erkek eşitliği, barış savunuculuğu ve fırsat eşitsizliği. Sırada ırkçılık ve anadili konularına eğilen iki kitap daha bekliyor. Aysun Altındağ’ın resimlediği kitapların temel hedefi, çocukları “uygun bir dille” ve “tolere edebilecekleri şekilde” hayatın gerçekleriyle temas ettirmek.
Tuğçe Tatari bu kitapları neden yazdığını şöyle özetliyor:
“Ben dünya meseleleriyle kafayı bozmuş biriydim. Anne olunca da değişmedi bu hâlim. Benim bu kitapları yazmış olmam çok da sürpriz değil o yüzden. Dünya görüşümü çocuğuma ve başka çocuklara aktarmanın bir yolunu buldum diyelim.”
- Öncelikle sana anneliğin yeni bir bakış açısı getirdiğini söyleyebilir miyiz? Bunu konuşmuştuk seninle de daha önce. Annelik yeni bir bilgi getirdiyse hayatına, o ne oldu sence?
Annelik bana her şeyden öte, insanlarla daha iç içe ve çok kalabalık bir hayata geçiş zorunluluğu getirdi. Çocuğun olana kadar kendi seçtiğin, beğendiğin, onayladığın bir çevrenin içinde, kendine yarattığın habitatında yaşıyorsun. Çocuksa bunu tamamen değiştiriyor. Öğrenmek dersen buna, insanın sana ters olan/gelen türüne de daha tahammüllü olmayı mecburen öğreniyorsun diyebilirim. Topluma sirayet eden tüm olumsuzlukları okul hayatı başladığı anda çocuğunda da bir miktar görmeye başlıyorsun. Bu idaresi zor bir durum, çünkü çocuk dediğin yaşıtlarına ihtiyaç duyan sosyal, öyle olması da gereken bir varlık. Sen misal kadın düşmanlarını öyle bir izole etmişsindir ki o küçük sosyal çemberinde, oğlun okuldan eve aniden kızların iğrenç olduğunu anlatarak, pembeyi sadece kızların sevebileceğini savunarak gelince bir tıkanırsın! Sen ve koca bir Türkiye... "Hadi bakalım çocuğu kim kazanacak" gibi bir durum aslında bu.
Kızları seven, ağlayabilen ve savaşı, dövüşü, öldürmeyi, itip kakmayı seçenek saymayacak bir insan yetiştirmek istiyorum. Tek derdim bu bile diyebilirim hatta. Ama Türkiye buna asla müsaade etmiyor. Ben annelik meselesinde lohusalıktan sonra en çok burada zorlandım. Sırf bu yüzden kendimi çocuğuma sürekli bir şeyler anlatmaya çalışırken bulur oldum. Çünkü benim hayattaki meselelerim çok belli. Görüşüm belli. Annelikte de çocuğuma belli şeylerin yanlış olduğunu, belli şeylerin doğru olduğunu anlatabilmek benim en büyük öğrenimim oldu.
“İstediğim, çocukları düşünmeye davet etmek”
- Mesela ne yapıyorsun bazı şeyleri anlatmak için? Bir örnek verebilir misin?
Mesela ben ona 3 yaşından beri sokakta gördüğümüz her negatif olayı, normalde annelerin çocuklarını sakındığı şeyleri işaret ederek ne düşündüğünü sordum. Her olumsuz tanıklığı sohbet ederek birlikte değerlendirdik. Kimisinde aynı fikirde de olmadık. 6 yaşındaki bir çocukla “evsizlik” ve “barınma sorunu” konuşuyorum ben. Elbette evladımın ruh bütünlüğünü sarsacak şekilde yapmıyorum bunu ama ben Cem’le her şeyi konuşan biri oldum. Onu gerçeklerle temas ettirmekten çekinmedim. Hayatı bilsin istedim, öyle istiyorum.
- Anne babalar bu konularda epey çekingen. Sen korkmadın mı Cem’e gerçekleri anlatırken?
Tabii, hep bir korkum vardı. Acaba bunu yaparken çocuğuma zarar verir miyim? Oğlumu nereye kadar ve nasıl toplumsal sorunlara dahil edebilirim diye çok kafa patlattım. Pedagoglara, Cem’i de bizzat tanıyanlara çok danıştım, hâlâ da danışıyorum.
Bakıyorum dünya feci bir yöne doğru gidiyor ve ben de ister istemez şöyle düşünüyorum: Savaşı bilsin, savaş yüzünden evini kaybeden, mecburen göç eden insanları bilsin. Bunun gibi hassas konuları başkasından yanlış ve taraflı şekilde öğrenmeye çok açık çocuklar ve ne yazık ki öğreniyorlar da. Onun yerine doğrusunu benden, annesinden öğrensin. Bunun için de bulduğum en etkili yol kitaplar oldu.
Fotoğraf: Berkay Yılmaz
- Cem’e neler okuduğunu soracaktım ben de…
Türkiye’de bu konularda yayımlanmış çocuk kitapları aradım. Tek tük buldum da… Hiç yok diyemem elbette. Mesela çocuğunu cezaevinde doğurmuş bir annenin çocuğuna ithafen yazdığı bir çocuk kitabı var. Ben o kitabı hemen Cem’e okudum. Kimsenin hakkını da yemek istemem, tek tük girişimler olmuş. Ama genel sorunun şu olduğunu gördüm: Çocuk yayıncılığındaki bu feci geri kalmışlığın nedeni yazarlardan değil, yayıncılardan kaynaklı. Genel olarak Türkiye’de çocukların siyasi, toplumsal, aktivist konulara somut şekilde temas etmesi istenmiyor. Korkutuyor insanları çocukları bu açıdan bilgilendirmek. Daha çok hayvanlar, bitkiler, renkler üzerinden aynılık vurgusu yapan hikâyeler tercih ediliyor, “Herkes aynıdır” demeye çalışan öyküler çok… Oysa herkes asla aynı değildir. Ezilen de vardır hayatta, avantajsız olan da… Benim istediğim şey çocuklara sadaka kültürünü öğretmek değil ama, onları tüm sorunları çözmeye yönelik düşünmeye davet etmek. Yani “Evladım avantajlı olan avantajsıza yardım etsin” demiyorum. Şunu diyorum: Bunlar dünyanın gerçek sorunlarıdır, dünyanın başına bela konulardır. Sen bu konulara nasıl bakıyorsun? Bunların düzelmesi adına çabalamayı düşünür müsün?
Onu düşünmeye teşvik edip gerisini çocuğun kendi iç karar mekanizmalarına bırakmaktır sağlıklı olan. Geleceğin siyasetçilerini, bilim insanlarını, sanatçılarını şekillendirerek ortaya çıkmalarını sağlayabilecek olan yol da budur.
- Peki Türkiye’deki yayıncılığın bu anlamdaki yetersizliğini görünce mi bir şey yapmak istedin? Nasıl bir çözüm ürettin?
Evet, Türkiye’nin çocuk kitapları beni tatmin etmedi ve ben de mecburen yabancı yayınların, çevirisi hiç yapılmamışların peşine düştüm ve gerçekten özellikle Avrupa ve ABD’de bu alanda müthiş bir zenginlik olduğunu fark ettim. Çocuk kitaplarına, çocukla kurduğumuz ilişki biçimlerine dair bütün bakış açım değişti, inan. Yurt dışından tanıdıklara bavul bavul çocuk kitabı taşıtmaya başladım. Sadece Cem’e okumak için de değil, kendim için de aldığım çok çocuk kitabı oldu. Büyülendim, ağzım açık kaldı, artık sen nasıl tanımlarsan… Batı'da 0-3 yaşındaki erkek çocuklara feminizmi anlatmak için yazılmış kitaplar var. Onlar çocuklara aptal muamelesi yapmıyor bizim gibi. Hiç büyümeyecek ve hep bize muhtaç kalacaklar gibi yalan bir balonda büyütmüyorlar çocuklarını. Aksine yaşananı olanca gerçekliğiyle veriyor; sadece vahşeti, endişeyi ve korkuyu körüklememeyi önceliyor.
Her şeyi ama her şeyi tüm gerçekliğiyle anlatıyor onlar çocuklarına. Tabii uygun bir dille… Savaş diye bir şey var, ülkeler bombalanıyor, savaşta çocuklar ölüyor. Mülteciler var. Bunları anlatan çok sayıda çocuk kitabı var. Sadece savaş da değil; cinsiyet konusu, bedensel farkındalıklar… Misal bir annenin menopoza girişini anlatan bir çocuk kitabına bile denk geldim ve çok etkilendim. Kitapta minik bir trenle annesinin bedenini gezerek, tüm organlarını, hormonlarını, tüm anatomik düzeni öğrenen bir çocuk var. İçeride yaşanan ve dışarıya yansıyan şeyleri yerinde anlatan bir hikâye. İnanılmaz etkilendim. Bizde neden yok? Bizde de olsun istedim, çok istedim. Üstelik buna onlardan çok daha fazla ihtiyacımız olduğunu, nesillerin ellerimizden kayıp gittiğini fark ettim. Çevrilsin istedim önce sadece. Kendim oturayım, yazayım gibi bir fikir hiç aklımda yoktu başta. Bir gün yolda yürürken kafamda ampul yandı. “Ben neden yazmıyorum?” dedim. Oturdum, bir mülteci çocuğun hikâyesini yazdım. Kitapta hem gerçek hayatı hem de hayalleri aynı anda yer alsın ve okuyan çocuklar bu işi biraz sorgulasın, empati yapsın istedim.
“Anlamayanlar çocuklar değil, yetiştirilmemiş yetişkinler!”
- Peki basım aşaması… İlgilendi mi yayıncılar?
Hayır. Çıkarmakta aşırı zorlandım. Gezmediğim yayınevi, ziyaret etmediğim “ünlü çocuk yayıncısı” kalmadı. Hakaretlere maruz kaldım, aşağılandığım anlar oldu, bana “Bu bir kitap değil” diyenler oldu. “Sivil toplum kuruluşlarından broşür olarak bastırmak, kitap yapmaktan daha mantıklı olur” dendi, bunu bile duydum. Çok sağ olsunlar, bazısı kabul etti, “Tam aradığımız içerik” dediler. Ama onlar da “Bu hâliyle yapamayız” dediler. “Siz bunları biraz soyutlaştırın, öyle basalım” dediler. İşte iki çiçek üzerinden anlatacakmışım, iki farklı renk üzerinden anlatacakmışım, böyle önerilerde bulundular. Çocuk böyle bir şey değilmiş!
- Nasıl bir şeymiş çocuk?
Bizim sorunumuz ne biliyor musun, çocuklarımızın geri zekâlı olduğunu sanmamız. Oysa bizden çok daha ilerideler. Sadece yaşı dolayısıyla kaldırabileceği duygular var, kaldıramayacağı duygular var. Ve yaşı sebebiyle yönetebileceği ve yönetemeyeceği duyguları var. O kadar. Oysa bizlerden katbekat ileride parlaklıkları zihinlerinin.
Sonuçta arkadaşım, bir çocuğa oturup her şeyi uygun bir dille anlatabiliriz. Renkleri ya da hayvanları kullanmadan, soyutlaştırmadan. Erkek-kadın eşitliğini, bazı duyguların normal olduğunu, başkalarının canını yakmanın, zorbalığın iyi bir şey olmadığını, sevmekten korkmamayı, savaş yüzünden evinden kaçan insanların da yaşamının değerli olduğunu… Bunları anlayacak seviyede çocuklarımız, inanın. Bunları anlayamayacak olanlar yetişkinlerdir sadece. Çünkü onlar yetiştirilmemişler, hayata doğru yerden, gerçekler üzerinden hazırlanmamışlar, bu dünyadaki en önemli kişinin kendi olduğunu sanarak yaşamışlar, öylece de baba veya anne olmuşlar. İşte o sarmal bizi buraya getirdi. Ben de bu sarmaldan çıkalım diyorum. Çünkü çocuklara her şeyi ama her şeyi söylemenin yolları var. Ben bunu kitaplarla yapan yabancı meslektaşlarıma çok hayran kalarak bu fikri yerelleştirdim. Nasıl yerelleştirdin dersen; onlar cinsel kimlikler, çocuk tacizi, çocukların özellikle internette maruz kaldığı şantaj ve komplolara dair de çocuk kitabı basıyorlar. Ben ise Türkiye için mülteciler, barış, iklim gibi konuları önceledim.
- Kimse bu hâliyle basmak istemeyince ne yaptın peki?
Ben önce şunu anladım bu süreçte. Bütün dünyada olduğu gibi bizim ülkemizde de müthiş bir mülteci düşmanlığı var. Neredeyse hangi kapıyı çalsam “ama onlar ülkelerini korumamış, kaçmış insanların çocukları” gibi yorumlar duydum… Bu sahiden oldu. Ben önce bununla yüzleştim. Yayıncı, okul, anne babalar, tüm ülke mültecilere yönelik edilecek tek bir olumlu cümleye tahammül gösteremiyor. Ben de ne yapayım diye düşünürken bir seri yapayım, arada bu mülteci kitabı da olsun, o durumda belki baskı hissi azalır diye düşünerek bir karar aldım. Böylece başka başlıklar da oluşturdum. Mülteci sorunuyla birlikte Türkiye’nin başına bela olan ilk beş konuyu seçtim. İklim krizi, kadın-erkek eşitliği, barış savunuculuğu ve fırsat eşitsizliği. Bu beş başlığı taşıyan beş kitaptan oluşan “Politik Çocuk Kitapları” serisi böyle oluştu.
Herkesin kapıyı kapattığı uzun bir dönemin ardından, büyük bir öngörülülük ve cesaretle Literatür Yayınları kitaplara kapılarını açtı. Mükemmel bir çocuk yayını editörü olan Ebru Akkaş’la da bu sayede beraber çalışma şansım oldu. Aklımda şimdi hemen seriye eklemek istediğim iki kitap daha var. Biri ırkçılık, diğeri anadili konusu üzerine. Eğer bu kitaplar yüksek alerjik reaksiyon yaratmazsa, ben taşlanmazsam, yayınevi taşlanmazsa -5 kitaplık ilk serinin ardından- sırada ilk iş o 2 kitap var.
Fotoğraf: Berkay Yılmaz
“Çocuğuma okuyacağım kitapları yazdım”
- Bu kitaplar pedagojik mi?
Bunu sana şöyle anlatayım. Ben kanser oldum. Ne yapacağım diye Cem’in pedagogunu aradım ilk. O da dedi ki, “Tabii ki durumunuzu paylaşacaksınız ama bunu yaparken ‘kanser, tümör, ölüm’ gibi büyük kelimelerle cümleler kurmayacaksınız. Kendinizi en yüksek ve iyi hissettiğiniz anda anlatacaksınız bunu ona. Böylece ‘Annem iyi, savrulmuyor, demek ki paniğe gerek yok' diyecek iç dünyasında. Ama elbette ciddi bir hastalık geçirdiğinizi, hatta biraz korktuğunuzu ve bu arada biraz gergin olabileceğinizi ona aktaracaksınız.” Aynen böyle dedi. Tabii ki endişelenecekti bir çocuk bunu duyduğunda. Ama bence gayet sağlıklı bir endişe bu. Hep söylerim, buraya da sıkıştırayım, yarın bizim de bir botun içinde mülteci olmayacağımızın, göçük altında yağmalanmayacağımızın bir garantisi filan yok. Çocuklara hakları olan bir bilgiyi sunmazsak bu çok daha sağlıksız bir durum yaratıyor. Cem üzüldü tabii, bana hastanedeyken refakat etmek istedi. Ben de ona çocuk olduğunu hatırlattım, büyük olsaydı en yakınım o olduğu için ondan başkasını istemeyeceğimi anlattım. Ama eve bomba gibi dönme sözü verdim.
Bu örneği al, her şeye uygula. Ben annelikte böyle ilerliyorum. Cem’le ilişkim böyle. Babasından ayrıldığımda, oğlumla ikimize yeni bir hayat kurarken Cem’i de bütün sürece dahil ettim. Yaşayacağımız evi biz beraber bulduk. Özetle ben çocuğuma okuyacağım kitapları yazdım. Çünkü ben çocuğumun hayattaki bazı şeyleri bilmesini istiyorum. Ve pedagoglar da bu tavrımı onaylıyor. O şeyler olmuyormuş, yokmuş gibi çocuk büyütemeyiz. Tek bir püf noktası var, o da şu: Tolere edebileceği kadarını vermek. Yaşına ve duygu durumuna hakim olmak. Özetle ben hayatı; siyaset ve toplumsal olaylara odaklanmış şekilde yaşayan biriyim. Dünya meseleleriyle kafayı bozmuş biriyim. Anne olunca da değişmedi bu hâlim. Benim bu kitapları yazmış olmam çok da sürpriz değil o yüzden. Dünya görüşümü çocuğuma ve başka çocuklara aktarmanın bir yolunu buldum diyelim.
“Sen, sevgili çocuk, çok iyi şeyler yapabilirsin, çaremiz sensin”
- İşlediğin konular, doğası gereği biraz umutsuzluk içeriyor. Ama bunlar çocuk kitabı. Hikâyelerde iyimserliği ve umudu nasıl gözettin?
Kitapların mesajı şu: Sen, sevgili çocuk, bu dünyada çok iyi şeyler yapabilirsin. Bu senin elinde. Çaremiz sensin. Bu kitaplar çocuğun tek umudunun kendisinde olduğunu söylüyor bize. Büyü ve dilerim ki kafayı bu sorunları çözmeye tak! Çağ senin çağın. Biz yokuz artık. Biz çöpüz. Ben artık yetişkinlere tahammül bile edemiyorum. Ama çocukları kazanmaya çalışıyorum. Onların ellerinde dünyayı iyileştirecek bir güç var. O da gelecek! Gelecek daha gelmeden önce onlara doğruyu anlatacak yetişkinlerin yol göstericiliklerine ihtiyaçları var. Bu ekoloji, feminizm, barış, savaş, mülteci sorunu vesaire bütün meseleler için geçerli. Mutlu son yok bu kitaplarda. O mutlu sonu siz yazacaksınız çocuklar, bunu net söylüyor kitaplar.
- Kaç yaş için bu kitaplar?
Beş yaşından itibaren ölene kadar… Şaka yapmıyorum, bence yetişkinlerin çocuklardan çok daha fazla ihtiyacı var Türkiye’de bu tip basit empati yaptıran yayınları okumaya. O sebeple başlangıç yaşını belirledik ama ucunu açık bıraktık.
- Anne babalara bir notun var, onu biraz buradan da aktarabilir misin?
Tüm dünyada, özellikle ülkemizde şiddet meselesi korkunç bir hâl almış durumda. Çocuklar adeta birbirini boğazlıyor, desek abartmış olmayız. Korkunç bir şiddet sarmalında yaşıyoruz. Ve önümüzde iki seçenek var: Ya bizler bu çocukları pamuklara sarıp toz pembe, hayali bir hayat oyunu oynayarak yetişkinliğe hazırlayacağız ya da yaşına göre, kaldırabileceği kadar gerçeklerle temas ettireceğiz.
Anne babalara özetle şunu söylüyorum: Çocukların aydın, açık fikirli, barışçıl, şiddeti seçenek olarak görmeden, yaşamı kutsayarak, farklılıklardan beslenerek, toplumsal duyarlılıklar, insan hakları gibi konularda dünyanın gerisinde kalmadan, birbirlerine düşman olmadan yetişmeleri için, kendilerini doğru bir yerden şekillendirebilmeleri için bir fırsata ihtiyaçları var, bu fırsatı onlara verelim, gelin taşın altına elimizi beraber koyalım. Bizim yıktığımız her şeyi çocukların düzeltme şansı var, zehirlenmeden büyümelerini sağlayalım.
Biri ve Diğeri’ni resimleyen Aysun Altındağ kimdir?İstanbul Teknik Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans ve yüksek lisans dereceleri ile mezun oldu. 2017 yılında yazıp çizdiği ilk çocuk kitabı olan Hayal Bulutu Nimbus Dinozor Çocuk tarafından yayınlandı. Üç kitaplık bir seri olan Mini Hikâyeler serisi: Tavuk, Çiftçi ve Dağ kitapları ise Masalperest Yayınları tarafından 2020 yılında basıldı. Kendi yazdığı kitaplar dışında da 2017 yılından beri çeşitli yayınevleri ve yazarlarla çalışıyor ve çocuk kitapları resimliyor. Şimdiye kadar 20’nin üzerinde çocuk kitabı resimledi. Altındağ, illüstrasyon kariyerinin yanı sıra Bilgi Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölümü’nde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Aysun Altındağ toplumsal meseleleri odağa alan kitaplarda çalışmış bir illüstratör, bu konudaki deneyimini şöyle aktarıyor: “Dünya meselelerini daha önce de çocuk kitaplarında çalışmıştım. Örneğin, Hayal Bulutu Nimbus kitabımda dünyayı dertlerinden kurtarmaya çalışan Nimbuslular var: Dünya’nın canı bu aralar çok sıkkındı. Kendisini hasta hissediyordu. Gün geçtikçe kirleniyor; ağaçlar azalıyordu. Üzerinde yaşayan insanlar sürekli kavga ediyordu ve onu bu hâle onlar getirmişti. Böyle diyor kitap. Öte yandan farklı bir yaş grubuna yönelik, gezegenimizin geleceğinde fark yaratabilmek için yazılmış olan sevgili Koray Avcı Çakman’ın Gezegenimiz ve Biz serisini de yine ben resimledim.” Altındağ, Tuğçe Tatari ile birlikte çalıştığı proje hakkında ise şunları söylüyor: “Sevgili Ebru Akkaş, Politik Çocuk projesinden bahsettiğinde heyecanlandım. Politik Çocuk projesi oldukça kapsamlı bir proje, birçok konu başlığımız var. Bazı konular zaten üzerinde çalıştığım konulardı. Fakat dizinin ilk kitabında konu mülteci meselesi olunca önce durup düşünmem gerekti. Böyle ağır bir konuyu çalışabilmek kolay değil, ancak üstesinden gelebileceğime karar verip projeyi kabul ettim. Hayal dünyası ile gerçek dünyayı bir arada görsel olarak kurgulayarak yoğun bir tasarım süreci geçirdik ve sonunda dizinin ilk kitabı okurlarıyla buluştu.” |
İnci Taneleri’nin hocası Yılmaz Erdoğan yeni sezonda da kadınları eğitmeye kararlı mı? |