Yaşam

Toplumsal cinnetin eşiğindeyiz

Doç. Dr. Özkan Pektaş, “Bir toplumsal cinnet yaşanmasa da sınırlar epeyce zorlanıyor” değerlendirmesini yaptı.

01 Ağustos 2010 03:00

T24 - Doç. Dr. Özkan Pektaş, “Bir toplumsal cinnet yaşanmasa da sınırlar epeyce zorlanıyor” değerlendirmesini yaptı. Pektaş, “Komutanların toplu halde tutuklanmaları, gazetecilere de aynı muamelelerin yapılması, tutukluluk hallerinin sürmesi çok rahatsız edici” diye konuştu.

“Sokağa çıktığınızda kavga etmeye hazır insanlar görüyorsunuz. Bir trafik sıkışıklığında kavgalar çıkıyor. Bunlara sıklıkla tanık olmaya başladık” diye konuşan Pektaş, öfke patlamalarının ciddi bir sorun olduğunu söyledi.

Cumhuriyet gazetesi yazarı Leyla Tavşanoğlu'nun "Toplum cinnetin eşiğinde" başlığıyla yayımlanan (1 Ağustos 2010) yazısı şöyle:

 

Toplumsal cinnetin eşiğindeyiz

Şizofrenik bozukluk gösteren hastalarımızın geçmişteki hezeyanlarının bugün gerçek olması toplumda ağır travmalar yaratıyor. Öfke belagatı kaçınılmaz olarak toplu öfkeyi getiriyor. Bu öfke patlamaları ciddi sorunlar haline geldi.

Hemen her gün ülkenin çeşitli yerlerinde işlenmiş vahşi cinayet haberleri ya da toplumsal şiddet olaylarıyla geriliyoruz. Ya da sağ olsunlar hükümet üyelerinden birisinin öfke belagatının tavan yaptığını görüyoruz. Ülkemizde bu şiddet, bu öfke neden? Psikiyatri uzmanı Doç. Dr. Özkan Pektaş neredeyse toplumsal cinnet getirmenin eşiğine geldiğimize dikkat çekiyor. Şiddet eğiliminin genelde kültür seviyesi düşük toplumsal katmanlarda görüldüğünü belirten Pektaş, giderek psikopatinin yaygınlaştığının da altını kalın çizgilerle çiziyor.

- Tamgün Yasası’yla Balıklı Rum Hastanesi’ndeki göreviniz ne olacak?

Yasa ne yazık ki hekimler arasında ciddi bir karmaşa yarattı. Beni üzen hekimliğin değersizleştirilmesi. Hastaneler önemli, hekimler o kadar önemli değil gibi ayrımcı bir anlayış hissettik. Bu, halka da böyle yansıdı.

Şimdi Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarını bekliyoruz. Ne olacağı belli değil. Bu bizlerin performanslarına da yansıyor. Türkiye’de her zaman tercih edilen meslekler vardır. Bunlardan birisi de hekimliktir. Ama bugün hekimlik Türkiye’de dünyanın en zor mesleklerinden birisi haline geldi. Bu nedenle sosyokültürel seviyesi yüksek ailelerin çocukları artık hekimlik mesleğini seçmeyecekler. Psikiyatrik açıdan bu aileler için de bir sorun. Sadece hekimlik değil, diğer meslek dalları için de bu böyle. Uzun vadede iş bulabilme kaygısı psikiyatrik bozukluklara neden olabiliyor. Pek çok tıp fakültesi açılıyor. Ama buralardan mezun olan çocukları bekleyen zorlukları aileler yaşıyor. Biz de görüyoruz.

- Türkiye’de gün geçmiyor ki vahşi cinayet ya da saldırı haberleriyle karşılaşmayalım. Giderek artan bu şiddet dürtülerini neye bağlıyorsunuz? İnsanlar nasıl bir ruh hali içinde şiddete başvurabiliyorlar?

- Suç oranında bir artış ve vahşileşme var. Bunun entelektüel seviyeyle de ilgisi var. Suça suç gözüyle baktığınız zaman bir insan bunu işlemeden önce hedef belirlemelidir. Örneğin ben sizin çantanızı istiyorsam çantanızı almalıyım. Bunun daha fazlasını yapmamalıyım. Ama olay daha ileri gidebiliyor. Vahşeti getiren içinizde durduramadığınız kaba dürtüler. Kabalığı engelleyen kültürdür; kültürü etkileyen eğitimdir. Toplumda bu alanlarda değersizleştirmeler yaşadığımızda suçlar da kabalaşmaya başlıyor. Örneğin İtalyan kadının Türkiye’de uğradığı kaba cinayeti düşünün. Ya da rahiplerin akıl almaz cinayetlere kurban gidişlerini, Münevver Karabulut cinayetini hatırlayın. Şiddete eğilimli bir toplum olduk.

Bir de işlenen her suça bir neden bulmaya çalışıyoruz. Suça bir neden bulunmaz. Hâkim bunun nedenini sormaz. Yapılan suça bakılmalı.

 

Şiddete eğilim artıyor

- Bu şiddet eğilimi toplumun giderek kültürsüzleşmesinden mi kaynaklanıyor?

- Bence en temel neden bu. Kültürel bazda olaylara eşit bakışımız ciddi biçimde kayboldu. Artık çok heterojen bakıyoruz. Herkes her olaya kendi bakış açısından bakıyor.

- Dikkat çeken, bu şiddet olaylarının son sekiz yıllık zaman dilimi içinde giderek artması. Acaba Türkiye’nin yönetilmesinde ciddi sakatlıklar mı var ki şiddet olayları böylesine tırmanıyor?

- Son sekiz, dokuz yıl içinde iletişim kanalları çok fazlalaştı. Bunların artmasıyla birlikte her türlü bilgiye ulaşmak çok kolaylaştı. Kolaylaşınca işin estetik tarafı da ortadan kalkmaya başladı. Bugün bilgisayar üzerinden istediğiniz insanlara istediğiniz hakaretleri yazabiliyorsunuz. İstediğiniz e-maili rahatlıkla gönderebiliyorsunuz. Bütün bunları ben şiddetin yansıması gibi görüyorum.

İkincisi, bugün toplum içinde gittikçe artan şüphe. Şizofrenik bozukluk gösteren hastalarımızda on yıl önce hezeyan olarak kabul ettiğimiz durumlar bugün gerçek oldu. Herkes telefonunun dinlendiğine inanıyor. Hastalarımız sık sık gizli kameralarla takip edildiklerini söylerlerdi. Bunlar onların hezeyanlarıydı. Bu da gerçek oldu.

Bu hezeyanların gerçekleşmesi toplumda ciddi travmalar yaratıyor. İnsanlar şüphe içinde. Sahiplenildiklerini hissetmemenin huzursuzluğunu duyuyorlar. Devlet topluma hizmet için olmalıdır. Ama burada tersi. Biz toplum olarak devlete hizmet için varız.

Örneğin, kendimizi cebimizdeki para kadar güvende hissediyoruz. Almanya’da yaşayan şizofrenik bozukluğu olan bir hastam var. “Ne zaman Atatürk Havalimanı’na insem bir anda kulağıma gürültüler gelmeye başlıyor” diyor. Oradaki kargaşayı, anksiyeteyi anında hissediyor. Kaygılı bir toplum olduk.

Sorunları daha fazla görüp onlara karşı önlem alabilmek için daha fazla okuyoruz. Ama toplum içinde hiç beklemediğiniz anda birileri arkadan gelip ensenize ne kadar çok tokat atıyorsa o kadar kaygılı oluyorsunuz. Bu kaygı anksiyete bozukluklarını arttırıyor. Hele ekonomik krizlerden sonra bu anksiyete bozukluklarının son beş-altı yıldır çok arttığını görüyoruz.

 

Onlar ve biz ayrımı yapılıyor

- Hükümette askeri darbe paranoyası tavan yaptı. Bir de Başbakan ve bakanların suikasta uğrama korkuları gün geçtikçe artıyor görünüyor. Sizce bu korkular, kaygılar, sağlıklı bir ruh halini gösteriyor olabilir mi?

- Bize gelen hasta gruplarında takip edilme, her an tutuklanabilecek olma, her an kendileri hakkında dava açılabileceği korkusu çok yaygın. Bize gelen hastaların hemen tamamı cep telefonlarını saklıyor. Dinlenmekten endişe ediyor. Bir toplumda bu kaygıların artması alkol ve uyuşturucu kullanımını da ciddi biçimde tırmandırıyor. Kaygının artması beraberinde depresyonun artmasını getiriyor; başka türlü psikiyatrik hastalıkların ortaya çıkmasına sebep oluyor. İşlenen cinayetlerin, şiddetin, ev içi ekonomik şiddetin artması hep bu nedenle. Bir de çocukların geleceğinin planlanmasıyla ilgili verilen korkunç uğraşlar var. O SBS, ÖSS sınavları. Bunların üçe çıkarılmaları... Bunlar aileleri çok kötü kaygılara düşürüyor. Korkunç paralar harcanıyor. Herkesin ruh sağlığı gidiyor. Gerçekten içimiz acıyor. Bunu da bırakalım. Master derecesini almış, üç dil bilen gençlerimiz var. Bunlar işsiz. Ruh sağlıkları bozuluyor. Bu olaylar aile içi geçimsizlikleri de getiriyor. Son beş-altı yılda boşanmalar çok arttı.

- Hocam, öfke belagatı olabilir mi?

- Bu, kaçınılmaz olarak toplu öfkeyi getiriyor. Sokağa çıktığınızda kavga etmeye hazır, kaşları çatık insanlar görüyorsunuz. Bir trafik sıkışıklığında kavgalar çıkıyor. Bunlara artık sıklıkla tanık olmaya başladık. Bu öfke patlamaları ciddi sorunlar haline geldi.

- Bütün bu öfkeler yakın bir gelecekte toplumsal bir çılgınlık patlamasına yol açma tehlikesi oluşturabilir mi?

- Toplum kucaklanmak istiyor. Toplumda bazı gruplar kendilerini yalnız bırakılmış hissediyorlar. Bu yalnızlık insanları birbirlerine karşı gard almaya itiyor. Bu iyi değil. Sonuçta hepimiz bu toprakların insanlarıyız. Kendimizi buraya ait hissetmek istiyoruz. Burada daha güvenli olmak istiyoruz. Onlar ve bizler ayrımı yapılıyor. Ben bu ayrımları ciddi tehlike olarak görüyorum.

- Psikiyatride toplumsal çılgınlık olarak da adlandırılan ve Malay dili kökenli bir sözcük olan ‘amok’u bize anlatır mısınız? Bu nasıl olabiliyor?

- Amok, Malezya dilinde hiddetle saldıran ve öldüren anlamına gelir. Toplumsal çılgınlığı anlatır. Ender görülen, kültüre özgü semptomlardan biridir. Sanrılar sonucu tetiklenir; toplumsal olarak beslenen sanrılar saldırı haline dönüşür. Bir hakaretle de tetiklenebilir. Amok koşucusu deyimi, bugün dünyanın her yerinde benzer cinnet olaylarında faili tanımlamak için kullanılır. Olaylar iki kişilik delilikle başlıyor. Kişi hezeyan içinde oluyor. Yanındakiler de pasif hasta oluyorlar ve onun hezeyanına katılıyorlar. Sonuçta toplumsal bir cinnet hali ortaya çıkıyor.

 

Anti-sosyal kişilik bozukluğu

- Son meydana gelen İnegöl ve Dörtyol saldırılarına da bakacak olursak Türkiye’de benzer bir toplumsal cinnet hali yaşamaya başlıyoruz, diyebilir miyiz?

- Şu anda düşünmüyorum. Ama son zamanlarda sınırlar epeyce zorlanıyormuş gibi hissediyorum. Her alanda, her kurumla ilgili değersizleştirmeler yapılması bizi çok üzüyor. Askeri komutanların toplu halde tutuklanıp götürülmeleri, gazetecilere aynı muamelelerin yapılması, çok uzun süren yargı süreçlerinde insanların tutukluluk hallerinin sürmesi çok rahatsız edici. Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın durumuna bakın. Hayatını insanlara hizmete adamış bir insan. Yakından tanıyorum, çünkü yanında yetiştim. Ama bugün hocam cezaevinde. Bu da beni çok üzüyor. Yargı neden bu kadar yavaş işler? İnsanlar neden böyle mağdur edilirler? Bu durum da bazı insanlara güven, bazı insanlara güvensizlik veriyor. Sonuçta kendi hakkını aramaya başlayan insan grupları oluşuyor. Bu da toplumda psikopatiyi arttırıyor.

Özellikle “anti-sosyal kişilik bozukluğu” dediğimiz tablo giderek yaygınlaşıyor. İşlediğiniz suç yanınıza kâr kalıyorsa bu kötü niyetli insanların daha da kötü niyetli olmalarına yol açıyor. Alkollü otomobil kullanma meselesini alalım. Bütün uyarılara, ağır trafik cezalarına rağmen alkollü araç kullanmanın önüne geçilemiyorsa burada bir sorun var demektir. Psikopati için bir besi yeri gerekir. Yargı “anti-sosyal kişilik bozukluğu” için düzeltme görevi görür. Yani psikopatiyi düzeltir. Yargıda birtakım aksamalar olduğu zaman birçok insan güç kazanıyor. “Ben de yapsam ne olur?” ruh haline giriyor. Bir sorunumuz da okumamak. Okumak yerine televizyon izlemeyi tercih ediyoruz. O zaman da televizyonda psikopatiyi besleyen dizilere takılıyoruz. Örneğin bir dizide karı koca boşanıyor. Ondan sonra da adam kadını başkasına yâr etmemek için vuruyor.