Türk Oftalmoloji Derneği (TOD) Yönetimi Kurulu Başkanı Prof. Dr. Süleyman Kaynak, "Sağlık kampanyaları, ‘sağlığın ticarileştirilmesi’ sürecinde yer alan ticari faaliyetlerden birisidir. Daha doğrusu ‘hastayı’, ‘müşteri’ olarak görme zihniyetinin bir sonucudur ve bu noktada hastalara ‘toplu müşteri’ olarak bakılmaktadır. Sonuçta en önemli hak olan sağlık hakkı, ticari kaygılara kurban edilmek istenmektedir" dedi. Son günlerde tartışma konusu olan katarakt ameliyatları ile ilgili olarak da Prof. Dr. Süleyman Kaynak, "Türkiye’ de 2 milyon katarakt ameliyatı yapıldığı ve bunun yüzde 80’ninin gereksiz bir şekilde uygulandığı belirtilmektedir. Bu beyan hem gerçek dışıdır hem de insanları korkutmaktadır" ifadesini kullandı.
Türk Oftalmoloji Derneği (TOD) Yönetimi Kurulu Başkanı Prof. Dr. Süleyman Kaynak'ın T24 için yaptığı açıklama şöyle:
Sağlık alanında son yıllarda yaşanan gelişmeleri nasıl yorumluyorsunuz?
Son 10 yıllık dönemde, sağlık alanında, ‘özel sektör’ ün de katılması nedeni ile hizmet çeşitliliğinde artış olmuştur, bu doğrudur… Ancak özel sektörün katılımı ve giderek, sistemdeki payını yükseltmesi, özel sektörün doğasından gelen anlayışların da, sisteme yerleşmesine hatta zihniyet oluşturmasına neden olmuştur. Örneğin, pazarlama, etkin pazarlama, rekabet, rekabette rakip algılaması ve bertarafı, müşteri(!)memnuniyeti, gibi kavramlar sağlık alanına girmiş, sağlık alanı, ticari bir arena haline dönüşmüştür.
Bu sistem, bireyleri doğrudan ve dolaylı olarak nasıl etkiliyor?
Bütün bu yeni kavram ve uygulamaların en önemli nedeni; bilindiği gibi kar maksimizasyonudur ve bu amaç için tüketim alanlarının dinamikleri uygulanmaya başlanmıştır. Nasıl tüketim alanında ihtiyacı olmayan bir insana; ürün satışı, ayrı bir disiplin ve başarı göstergesi ise sağlık alanında da ihtiyacı olmayan birine bile sağlık harcaması yaptırmak aynı şekilde başarı göstergesi sayılmaktadır ki, tüm bunların ‘daha fazla para kazanmak’ ilkesine hizmet ettiği açıktır. Özetle ‘sağlığın ticarileştirilmesi’ birçok sonucu hayatımıza ve sağlığımıza ‘dayatır’ hale getirmiştir. Oysa 1291 sayılı temel sağlık hizmetleri kanunu hekimlerin ticaret yapamayacağı ilkesini benimsemiştir. Fakat tıp alanında, hekim dışı figürler, bu sınırın dışında, rol almaya hevesli görünmektedir.
Bu süreçte hekim-hasta ilişkisi nasıl değişti?
Burada da sistemin doğal bir sonucunu görmek ve yaşamak mümkün… Aslında hekim-hasta ilişkisi kutsaldır ama her ne kadar bu kutsallık vurgulanmaktan vazgeçilmese de bu kavramdan hızla uzaklaşıldığı görülmektedir. Çünkü sonuçta ‘etkin pazarlama teknikleri’ sağlık alanının bir numaralı parametresi haline gelmiştir. Oysa yaşama hakkı ve bu hakka hizmet eden sağlık hakkı karşılıksız bir haktır ve bu doğru(!) dünyanın bütün coğrafyaları için geçerlidir. En önemli evrensel hakkın, ‘ticaret’ ve ‘maliyet’, ‘bedel’ gibi kavramlarla aşındırılması tehlikesini hepimizin görmesi gerektiğini düşünüyorum.
Bu tehlike insan sağlığını günümüzde ne kadar ve nasıl tehdit edebiliyor uygulamalarda?
Aslında bu alanla ilgili en önemli soru şudur; ‘sağlığını kaybetmiş ve fakat hiç varlığı olmayan bir insan sağlığına nasıl kavuşturulur?’ Cevap ise iki şıklıdır; ‘parası olmayan ölebilir’ ve ‘ sağlık harcaması yapamayacak olan bir hasta devlet tarafından sağlığına kavuşturulur’. Evrensel bir hak olan yaşama hakkı için bugüne kadar hep ikinci şık benimsenmiştir ve aslına bakarsanız, diğer şık, kimsenin vicdanının kabul etmediği bir olgu olmuştur. Ancak; tıp endüstrisi,
teknolojisi ve bilgisi, giderek büyük meblağlara ulaşınca, devletin tek başına sosyal bir hizmet olarak vermesi gereken sağlık da ‘alınır-satılır’ bir noktaya çekilmeye başlanmıştır. Hal böyle olunca, kimse özünde ve vicdanında kabul etmese de ‘parası olmayanın iyileşememesi’nin söz konusu olduğu uygulamalar zincirinin bir halkası haline gelmeye başlamıştır. İşte sağlık kampanyaları bu zincirin bir parçasıdır.
Sağlık kampanyalarının işleyişinin toplumsal sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sağlık kampanyaları, ‘sağlığın ticarileştirilmesi’ sürecinde yer alan ticari faaliyetlerden birisidir. Daha doğrusu ‘hastayı’, ‘müşteri’ olarak görme zihniyetinin bir sonucudur ve bu noktada hastalara ‘toplu müşteri’ olarak bakılmaktadır. Sonuçta en önemli hak olan sağlık hakkı, ticari kaygılara kurban edilmek istenmektedir. Son haftalarda, katarakt ameliyatları konusunda ortaya çıkan kampanyalar ve bu alanda yapılan beyanlar, bu konudaki en tipik örneği oluşturmaktadır. Yazılı ve görsel medyada, ilanlarla ve beyanlar ile kataraktı olanların seçilerek belli bir özel kuruluşa yönlendirilmesini sağlamayı amaçlamış bu kampanyalar, hasta insanların, bu kuruma ulaşmasını kolaylaştırmakta , kuruma ulaşanlar ise artık hasta olmaktan çıkıp ‘müşteri’ muamelesi görmektedir. Yani kendilerinin asimetrik bilgi azlığı nedeni ile biraz da korkutularak ek ve daha yüksek ödemeler yapmaları sağlanmaktadır.
Nasıl bir korkutma yöntemi uygulanıyor?
Gerçek dışı beyanlar yapılmaktadır: Örneğin Türkiye’ de 2 milyon katarakt ameliyatı yapıldığı ve bunun yüzde 80’ninin gereksiz bir şekilde uygulandığı belirtilmektedir. Bu beyan hem gerçek dışıdır hem de insanları korkutmaktadır. ‘Acaba ben de bir göz hekimine gidince, asılsız yere bazı ameliyatlara mı maruz kalacağım’ korkusu, kişilerin belli bir kuruma yönelmelerini kolaylaştırmaktadır.
Katarakt ameliyatları ile ilgili Türkiye’deki gerçek veriler neler?
Oysa Türkiye’ de, katarakt ameliyatı olarak 2012 de sadece SGK kayıtlarında 385 bin ameliyat yapılmıştır ve bunun nasıl olup ta yüzde 80’ninin gereksiz yapıldığı söylenmektedir; işte burası muammadır! Böyle bir kayıt hiçbir yerde olmadığı gibi, bu alanda tek düzenleyici ve denetleyici olarak görev yapan Sağlık Bakanlığı’nı da töhmet altına sokmaktadır. Çünkü bu iddialardan ‘Sağlık Bakanlığı görevini yapmış olsa idi; bu, yüzde 80 ameliyat yersiz yere yapılmamış olacaktı’ anlamı çıkmaktadır. Yanı sıra rakipler kötülenmeye çalışılırken, onları, bu yüzde 80’i ameliyat eden ‘merdiven altı’ kuruluşlar olarak nitelemek Sağlık Bakanlığı’nı da ‘usulsüz ruhsat’ veren bir kuruluş olarak nitelemek demektir ki, kazanmak için ölçünün nasıl kaçtığı aşikardır.
Bunun ötesinde de katarakt ameliyatı yapan tüm hekimleri, töhmet altına sokulmakta ve hekimleri, kamuoyu önünde neredeyse ‘sahtekar’ olarak göstererek, güven ve itibar kaybetmelerine vesile olunmaktadır.
Bu açıklamaları yapanların hekim olduğunu düşündüğümüzde, nasıl bir değerlendirme yapıyorsunuz?
Hayır! Bu açıklamaları yapanlar ne hekimdirler ne de herhangi bir sağlık mensubu… Tamamen, ‘işadamı’ sayılabilecek ve herhangi bir sağlık formasyonuna sahip olmayan kişilerdir. Oysa yasalara göre sağlık alanında yapılacak kamuoyu açıklamalarının sağlık mensupları tarafından yapılması gerekir. Sadece bu durum bile yapılan açıklamaların, sadece kamuoyunu aydınlatma ölçüsü ve doğruluğu yönünden değil yasal yönden de uygun olmayan açıklamalar olduğunu göstermektedir.
Bu açıklamalarda ve gazete ilanlarında hem bir lens firmasının ürünlerine “izinsiz“ yer verdiği öğrenilmiş, hem de bazı tedarikçi firmalar kastedilerek, yüksek miktarda rakamlardan söz edilerek, bu firmalardan paralar alındığı ve böylece SGK’ya destek olunacağı beyanı yapılmıştır. Böylece; hem bazı tedarikçi firmalar muhasebe açısından şaibe altına sokulmuş, hem de bir devlet kurumu sanki ‘bir özel kuruluştan destek almayı talep etmişçesine’ bir imaj yaratılarak, bu kuruluşların maddi ve manevi şahsiyetleri, kendi iradeleri dışında ipotek altına alınmaya çalışılmıştır.
Sizin gözünüzden Türkiye’deki mevcut durum nedir?
Sonuç şudur; ülkemizde 68 Üniversite hastanesinde göz klinikleri bulunmaktadır; 28 adeti eğitim hastanesi olmak koşulu ile 850 dolayında devlet hastanesi bulunmakta ve bu kurumlarda, 730 adeti asistanlık düzeyinde olmak üzere 3 binden fazla göz hekimi görev yapmaktadır. Bunların 16 milyon dolayında yıllık muayene sayısı ve 1.8 milyon adet toplam göz ameliyatı ve 400 bin dolayında da katarakt ameliyatı yaptıklarını biliyoruz. Bu hizmet kapsamı içinde sadece yüzde 2’nin altında bir hizmet payına sahip olan özel bir kuruluş, orantısız bir şekilde medyayı kullanarak, sanki ülkemizde bir “katarakt sorunu” varmış da bu sorunu, kendi cebinden astronomik paralar harcayarak çözmeye talip olmuş gibi bir kanaat yaratmaya çalışmaktadır. Aynı zamanda da gerek ilgili resmi ve özel kuruluşları ve gerekse konuyla ilgili resmi kurumları hiç çekinmeden şaibe altında tutacak bazı beyanlarla kamuoyunu yanıltmaya başlamıştır. Oysa bu konuda verilen ilanlar da, içerikleri de yasal olmadığı gibi, birçok farklı isim altında ek ücret talep edilmesine yöneliktir.
Bu Hastaların bu durumu aşmaları nasıl mümkün olabilir? Nelere dikkat edilmesi gerekiyor?
Katarakt ameliyatıyla ilgili olarak yapılan kampanyalar konusunda ise, hastaların çok dikkatli olması gerekmektedir. “Fark ücreti” almadan sadece SGK ödemesi ile muayene ve ameliyat yapıldığı yönünde beyanlarla hastaların başvuruda bulunması sağlanmakta, ancak sonrasında ‘tetkik ücreti’ gibi gerekçelerle hastalardan muhtelif ücretler tahsil edilmektedir. Bazı hastalardan ise, “uzak-yakın-astigmatizma düzelten lens”, “lazerle bıçaksız katarakt ameliyatı” gibi bazı yönlendirmeler ile yüksek fark ücretleri istenmektedir. Bu tür uygulamalar, hastaların gasp edilmesi anlamına gelmektedir.
Katarakttan fark alınmayacağı sözüyle bazı kurumlara hastalar davet ediliyorsa, bu kurumların, ne tetkik ne de başka bir gerekçeyle fark ücreti talep etmemeleri gerekir. Çünkü bu tür işlemlerin tümü katarakt ameliyatı grubundadır ve SGK’nın ödeme yaptığı paket işlemler sınıfındadır. Hastalarımızı, fark almadan muayene ve ameliyat vaat eden bu kuruluşlara hiçbir isim altında fark ödememeleri, bu tarz ‘tuzak’lara düşmemeleri konusunda uyarıyor, daha dikkatli ve bilinçli davranmalarını tavsiye ediyoruz.
TOD olarak nasıl bir önlem çabası içindesiniz? Resmi mercilere başvuruda bulunacak mısınız?
Türk Oftalmoloji Derneği, 4 bin hekim üyesi ile yasa ve etik dışı bu tür davranışların tümüne karşı duruş sergileyerek halkımızın göz sağlığını ve kurallara saygılı davranan hekimlerimizin ve sağlık kuruluşlarının haklarını koruma azmindedir. Önce bunu söylemek istiyorum. Bu sorumlulukla, Sağlık Bakanlığına, Sosyal Güvenlik Kurumuna, TTB, RTÜK, Rekabet kuruluna ve Reklam kuruluna gereken başvurularda bulunduk ve sonuçlarını bekliyoruz.
Ayrıca katarakttan fark almayacağını beyan eden bir kuruluşta farklı bir ödeme yapmak zorunda kalan hastalar, ilgili belgeleriyle resmi kurumlara veya bize başvuruda bulunabilir. Bu konuda açığız ve gerekeni yapmaya hazırız. Bu kampanyalarda mağdur olan hastalarımızın ellerindeki makbuz ve belgelerle Derneğimize başvurmaları halinde Sağlık Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türk Tabipleri Birliği, Reklam Kurulu, RTÜK ve Yargı organları nezdinde girişimlerimize katkıda bulunmuş olacaklardır.