Telomer tedavisi gören Sertap Erener, "Niye 100 yaşımda sahnede üç saat şarkı söylemeyeyim? Hedefim bu: 100 yaşında da konser vermek!" dedi. Telomer'i, "Bir ayakkabı bağının ucundaki koruyucu lastik gibi bir şey. İşte o telomerler, doğduğumuz günden ölene kadar azalmaya başlıyor, yani kısalıyor" diyerek anlatan Erener, "Telomer boylarının kısalmasını önleyen ‘telomeraz’ enzim genini buluyor. Bitkinin adı da ‘astragallus’. O bitkinin kökünden tedavi yapmaya başlıyor. Yani o ayakkabı bağının ucundaki koruyucu plastik uzayabiliyor. O uzadıkça da bizim ömrümüz uzuyor!" açıklamasında bulundu.
Ayşe Arman'ın sorularını yanıtlayan Sertap Erener'in açıklamaları şöyle:
Telomer tedavisi görüyormuşsun. Nedir bu? Ne oluyor da, insan ömrü uzuyor ya da kısalıyor?
- Bizim bedenimiz hücrelerden oluşuyor ve yaşlanma süreci de aslında hücresel düzeyde gerçekleşiyor ya... Yaşımızı aslında ‘takvim yaşımız’ belirlemiyor. Biyolojik yaşımızla takvim yaşımız farklı olabilir. Ama hepimiz uzun ve sağlıklı yaşamak istiyoruz. Bu konuda anlaştık mı?
Evet...
- İşte son 10 yılda, genetik alanında çok acayip şeyler oldu. Olmaya da devam ediyor. Ben de manyak gibi takip ediyorum. Hücrelerin kromozomlarının ucunda, telomer adı verilen sarmal bir şey var. Bir ayakkabı bağının ucundaki koruyucu lastik gibi bir şey. İşte o telomerler, doğduğumuz günden ölene kadar azalmaya başlıyor, yani kısalıyor. Herkeste kısalması farklı hızda oluyor. Bir fark ediyorlar ki, kısalan telomerleri uzatabilirsen daha fazla yaşıyorsun. Çok hızlı kısalırsa da ömrün azalıyor. Bunu araştıran bir bilim insanı var, Bill Andrews. Telomer biliminin geldiği son noktayı anlatan bir kitap yazdı. Ben deli olduğum için o kitabı okudum. Adamın Amerika’da 45 teknoloji patenti var. 28 yıldır biyoteknoloji alanında çalışıyor, 16 yılını da bu telomerlere vermiş.
Eeee?
- Türkiye’ye geldi, ben de gittim tanıştım. Birlikte yemek yedik. İşte Bill, Çin’de bir bitkinin kökünün bu telomerleri uzattığını keşfediyor. Daha doğrusu, telomer boylarının kısalmasını önleyen ‘telomeraz’ enzim genini buluyor. Bitkinin adı da ‘astragallus’. O bitkinin kökünden tedavi yapmaya başlıyor. Yani o ayakkabı bağının ucundaki koruyucu plastik uzayabiliyor. O uzadıkça da bizim ömrümüz uzuyor!
Sana da “Gel denek ol, bu ilacı kullan!” mı dediler?
- Aynen öyle! Telomer uzunluğunu belirleyen bir test var, onu yaptılar. Sonra da hapı almaya başladım. Altı aydır kullanıyorum.
Ne tür etkilerini gördün?
- Çizgi filmlerdeki Temel Reis, bir ıspanak yer ve birdenbire dünyayı taşıyacak hale gelir ya, ben de altı ay içinde öyle oldum. Belki de psikolojik, bilmiyorum ama inanılmaz faydasını gördüm. Kendimi, içimi, dışımı, tenimi, enerjimi çok çok iyi hissediyorum. Göz bozukluğum bile geriledi. Artık gözlüksüz okuyorum, o kadar yani! Bu hapları almadan önce biyolojik yaşıma baktılar, takvim yaşımdan biraz gerideydi. Şimdi tekrar bakacaklar, gençleştiğimi hissediyorum. Heyecanla tekrar test yapmalarını bekliyorum.
"Yaşlanma diye bir şey olmadığına inanıyorum"
Bill Andrews nasıl biri?
- Valla ilginç. O, 10 yıldır kullanıyormuş. 66 yaşında. Bir gün önce Amerika’dan gelmiş, sabah 7’de 12 km. koşmuştu. Aynı zamanda maratoncuymuş. Üstüne konferans ve bir sürü görüşme, mülakat; akşam 5’te yine spor yapmış, sonra yemeğe geldi. Yemekte de sadece kinoalı bir salata yedi. Hiç yağ kullanmıyor, iki ay önce kesmiş.
Ne yiyor peki? Sen sormuşsundur, listesinde ne varmış?
- Çok bir şey yok. Karbonhidrat yok. Vegan zaten. Et yemiyor. Hayvansal gıda yok. Şeker yok. Yağ almaması çok enteresan ama... Salatanın üzerine bile koymuyor. Kinoa, sebze, meyve... O kadar. Çok sınırlı yedikleri. Enerjiyi nasıl alıyor, 12 km. nasıl koşuyor, ben onu anlamadım. Belki de bizim bildiğimiz her şey yanlış.
Peki amacı ne?
- 150 yaşına kadar yaşamak!
Sence mümkün mü? İnsan ömrü 150’ye kadar uzatılabilir mi?
- Eskiden 40’tı, 60 oldu, sonra 80 oldu. Şimdilerde çevremizde 90’lar var ve gayet sıkı 90’lar, eskinin 70’leri gibi... E o zaman 150 niye olmasın? Bilimin ve teknolojinin geldiği seviyeyle birlikte bence mümkün olacak. Bu adamlar her yıl başka bir şey buluyor.
Sen saatini kaça ayarladın peki? Kaç yıl yaşamayı düşünüyorsun?
- Ben yaşlanma diye bir şey olmadığına inanıyorum ve sağlıklı yaşamaya gayret ediyorum. Niye 100 yaşımda sahnede üç saat şarkı söylemeyeyim? Hedefim bu: 100 yaşında da konser vermek! Çünkü sevdiğin ve aşkla yaptığın bir şey varsa, onu hep yapmak istiyorsun, yaşın ne önemi var?
150 yıl yaşamak ister misin?
- Elbette.
İyi de 150 yıl yaşayacaksın da ne olacak! Sıkılmayacak mısın? Hemen hemen bütün sevdiklerin ölmüş olacak. Bir kere yalnızlık hissetmez mi insan?
- Valla, ben hiç öyle düşünmüyorum. Evet, belki o kadar uzun yaşayınca, senin kadar uzun yaşayamayan sevdiklerini kaybediyorsun ama 60’ında da, 70’inde de kaybedebiliyorsun, o kaçınılmaz... Yine de yaşamaya devam ediyoruz, değil mi? Ben şöyle düşünüyorum, yaşam iştahın varsa, aşkla yaptığın bir şey varsa, bence 150 yıl yaşamak istersin... Bir de elden ayaktan düşmeyeceksen, yatalak olmayacaksan... Niye olmasın yani?
Sertab, sen genç kocan olduğu için mi bu meselelere kafayı taktın?
- Seni yerim! Yok ya, bunları çok önceden kafaya taktım ben. Belki de derinlerde, çok hastalanmış biri olduğum içindir. Hastanelerde çok vakit geçirdim. Belki tekrar hasta olmaktan korkuyorum. O yüzden de dikkatliyim, sağlıklı olmaya, sağlıklı kalmaya özen gösteriyorum. Bence bilime bu kadar ilgi, bir korkunun çıktısı! Ondan kafayı takıyorum. Hep sağlıklı olmak istiyorum. Bilim ve teknoloji bana sağlık sunuyorsa sonuna kadar kullanmak istiyorum.
Anladım ben, yaşlanmayı geciktirerek, genç kocayla yaşları eşitlemeye uğraşıyorsun!
- (Gülüyor) Eğer bunu becerirsem, zaten o dediğin olacak ama bunu hedeflemiyorum.
"Artık vegan değilim et ve balık yiyorum"
Vücuduna zararlı bir şey almıyorsun, içki, sigara tüketmiyorsun, glütenli ürünler yemiyorsun, şekerden kaçınıyorsun, bol bol meditasyon ve spor yapıyorsun. Şarkı söylemeyi aşkla yapıyorsun. Pozitif düşünüyorsun... Sen bayağı saatleri 100’e ayarlamışsın...
- Evet ama artık vegan değilim, et yiyorum, balık da. Tavuk yemiyorum. Diğer dediğin her şey 100’de 100 doğru. Gidebildiğim kadar gideceğim! Ben bedenimizi bir makine gibi görüyorum. Ve makinemin içine aldığım, yani yediğim her şeye dikkat ediyorum. Bilimle ilgileniyorum. Anti-aging’le ilgileniyorum. Benim yolculuğum gelişmek, öğrenmek üzerine...
Peki onu yememek, bunu içmemek... Dünyanın keyiflerinden mahrum kalmak değil mi aynı zamanda?
- Benim hoşuma gitmiyor. Mesela içki. Zihnimin kontrolünü kaybetmeyi sevmiyorum.
En son ne zaman sarhoş oldun?
- Hatırlamıyorum bile. Yedi yılda bir içerim.
"En son ne zaman içki içtim hatırlamıyorum"
Dalga geçiyorsun...
- Yoo. Tadını sevecek içki bulamadım. En sevdiğim sıcak sake, onun yanında da soğuk bira. Ama onu da en son ne zaman içtin diye sorarsan, hatırlamıyorum.
Az şey yemek şart mı? Sence uzun yaşamanın sırlarından biri bu mu?
- Söylenene göre, çok yediğinde beden, onu öğütmeye çalışıyor ve öğütme süresince sindirim sistemi çok meşgul oluyor. O meşguliyet, bütün bağışıklık sisteminin orayla ilgilenmesine neden oluyor. Bu da yorgunluk yaratıyor bedende. Bizim yapmamız gereken az ama öz yemek. Özden kastım da, temiz ve güzel enerji alabileceğin besinler. Bir arabaya iyi yakıt koymak gibi! O besinlerin sana vereceği enerji bambaşka. Bir de az yediğinde daha az çalışıyor bedenin. Makine çok daha iyi çalışıyor yani. Çocuklara sınav öncesi, “Şu balı da ye, şekeri de ye, aman çok ye, kafan daha iyi çalışır!” deriz ya, doğru değilmiş! Az yemek, metabolizmayı yavaşlatmadığı için daha enerjik hissetmene ve makinenin daha az yorulmasına neden oluyor.
"Kocam Rock'n Roll yaşamayı seviyor"
Sen, “Makinemi yormayayım, ona iyi gelecek şeyler yiyeyim!” dediğinde, ne ısmarlıyorsun?
- Izgara balık. Oh mis. Çok güzel bir salata yanında. Bol yeşillik. Bol sebze.
Zeytinyağı?
- Abartmıyorum ama zeytini de yağını da seviyorum. Hücrelerin de ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Kocan itiraz etmiyor mu bu hayatına?
- (Gülüyor) Bana hayretle bakıyor. Çok farklıyız. O daha rock’n roll, çalakalem yaşamayı seviyor. Bense ona göre fazla disiplinliyim. Ama ying-yang gibi birbirimizi tamamlıyoruz.
"Abim duyunca dehşete düştü"
Abin (Serdar Erener) ve Nil (Karaibrahimgil) ne diyor?
- Abim dehşete düştü, “Kızım korkmuyor musun bu telomer tedavisinden?” dedi. Korkmuyorum. Diyorum ya, gözlüksüz okur hale geldim. Abim de geldi Bill Andrews ile yenen yemeğe. “Siz de kullanıyor musunuz?” diye tek tek bütün doktorlara sordu.
Doktorlar ne dedi?
- Hepsi “Evet kullanıyoruz” dedi. İki kişi felsefi olarak karşıydı. “Ömrüm uzayabilir ama ben sevdiklerimi kaybedersem, ömrüm uzamış kaç yazar!” dediler.
Niye bazısı günde dört hap alıyor, bazısı iki, sen tek?
- Onu sordum Bill’e, “Ben on yıldır günde bir tane kullanıyorum!” dedi. Elinde yaşlılık lekeleri varmış, bir tane bile kalmamış.
"Vallahi yüzümde cerrahi müdahale yok!"
“Kök hücreyle ne iyi oldu Sertab’ın yüzü” deyince, “Ya bırak Allah aşkına, ne kök hücresi, yüzünü çektirdi, kök hücre ayağı atıyor!” diyorlar...
- Yok canım ne alakası var? Ama ileride çektirmek zorunda da kalabilirim. Şu an çektirmedim.
Yok mu yani şu an bir şey?
- Valla cerrahi bir şey yok.
"Daha yeni kök hücre yaptırdım"
Yüzünle oynuyorsun ama ifaden değişmiyor. Botoks yaptırıyorsun, kök hücre yaptırıyorsun ve estetiğin bir sürü nimetlerinden faydalanıyorsun ama yine de doğal duruyorsun. Makyajsız dolaşıyorsun, bu fotoğraflarda Photoshop yok, filtre yok. Yani soru şu: Sen hem estetik nimetlerden faydalanıyorsun hem de Şam şeytanına dönmüyorsun, nasıl olur?
- Şahane soru! Teşekkür ederim. Ben kimsenin işine karışmam, kimseyi eleştirecek halim de yok, kim ne isterse yapsın ama pek çok kadın, yaptıkları uygulamalarla birbirine benziyor. Aynı dudaklar, aynı elmacıkkemikleri, yanaklarda dolgu ve her şey abartılı. Belki öyle güzel olduklarını düşünüyorlar ama ben hoşlanmıyorum. Benim estetik gözüm farklı belki. Botoks denilen şeye inanıyorum, kesinlikle çizgi oluşumuna engel oluyor. Ama onun da ölçülü ve bilinçli yapılması gerektiğini düşünüyorum. Dolguları çok riskli buluyorum. Her şeyde doğru eli, doğru doktoru bulmak gerekiyor. Cerrahi uygulama da bana riskli geliyor, yüzünün anatomisiyle uğraşmak başka bir risk. Ben cildin bakımının hep içeriden olması gerektiğine inanıyorum. Daha yeni tekrar kök hücre yaptırdım. Çok da memnunum.
Uzun telomer için bunları yapın
Ağırlık sebze ve balığın yer aldığı Akdeniz diyetini tercih edin.
D3 vitamini alın.
Omega 3 yağ asitleri kullanın.
Vitamin C ve E gibi antioksidan alın.
Stresinizi azaltın ve düzenli meditasyon yapın.
Düzenli ve aktif spor yapın.
Hobiler edinip, dostlarınıza vakit ayırın.
Sakın bunları yapmayın
Sigara içmeyin, aşırı alkol tüketiminden kaçının.
Hareketsiz yaşam tarzından vazgeçin.
Depresyonu engelleyin.
Aşırı kilodan kaçının.
Kötümser bakış açısından uzaklaşın.
"Aksiyon filminde araba 'viyuu' diye fırlar gider ya, şu an öyleyim"
Seni nasıl buldular?
- Ben kendime çok iyi bakan biriyim, karşıma da böyle insanlar çıkıyor. Bir gün anti-aging doktorum “Bir arkadaşıma telomer tedavisi uygulanıyor. Sana da uygulamak istiyorlar!” dedi. Ben de telomeri biliyordum, kitabını okumuşum. Hemen buluştuk.
Sonra ne oldu?
- Kanımı, tükürüğümü aldılar. Biyolojik yaşımı hesaplamak için. Tedaviye başlamadan önce bunu söylemek zorundalar ki, tedaviyle ne kadar yol aldığımı bilsinler. İlk üç ayda etkisini görmeye başladım. Zaten hayatı arsızca seven biriyim, heyecanlıyım, pozitifim, kendime iyi bakıyorum, iyi besleniyorum, kafama, ruhuma dikkat ediyorum ama telomer tedavisi bana bir enerji ekledi. Aynen aksiyon filmlerinde, hani bir düğmeye basarsın, araba “viiyuuuuuu” diye fırlar gider ya, şu an öyleyim. Kendime kendim de şaşıyorum.
"Eksilen hormonları yerine koyuyorum"
Hormon alıyor musun?
- Evet. Eksilen şeyi bence yerine koymak gerekir. Ve buna premenopozda başlamak gerekiyor. Ne kadar erken başlarsan, bedenin o kadar hızlı adapte olur. Aslında her şey, hormon bedenimizde. Bedenimizi genç tutan, hayata aşkla bağlanmamıza neden olan, kırışmamamızı sağlayan hormonların kimyası ve dengesi.
Peki başka?
- Zerdeçal hapları alıyorum. Glutation alıyorum.
O ne işe yarıyor?
- Gençken mesela kahve içtin, içki içtin, onu yaptın bunu yaptın. Beden, zehir kabul ettiği şeyleri vücuttan atabilecek bir enzim salgılıyor: Glutation. Ama yaşlandıkça, bu enzim de azalıyor. Vücut bunu atabilecek yeteneği kaybetmeye başlıyor, onlar vücudunda birikiyor. O birikenler de seni yaşlandırmaya başlıyor. Ben şunu yapıyorum: Ayda bir serumla ciddi bir C vitamini takviyesi alıyorum. Sonra B vitamini önemli, bağırsak florası, hatta kafa sağlığı için de. Saç için de gerekli olan başka bir yığın şey var. Serum bankası diyorum ben ona. Mesele ne kadar uzun yaşayacağın değil, bedenine ne kadar saygı duyduğun. Çünkü bu makine, aslında bildiğimizden veya umduğumuzdan daha uzun yaşayabiliyorsa, o zaman niye yaşamasın?