Medya

Tayfun Atay: Vedat Türkali vicdanın, bilincin; İsmail Kahraman ise içgüdünün, bilinçaltının temsilcisi

Kahraman, "Che denen eşkıya benim gencimin yakasında, göğsünde olamaz!" demişti

31 Ağustos 2016 12:08

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden yazar Vedat Türkali ile Küba Devrimi'nin liderlerinden Che Guevara için "Che denen eşkıya benim gencimin yakasında, göğsünde olamaz!" diyen TBMM Başkanı İsmail Kahraman ile ilgili olarak "Türkali, vicdandı, Kahraman, içgüdü. Daha önce de yazdım, vicdanla bilinç ikiz kardeştir. Batı dillerinde iki sözcüğün aynı Latince köklerden çıkması bunu çok güzel ortaya serer. Buradan hareketle, insanın kendindeki yanlışlığın ve doğruluğun bilincine varması, vicdandır denilebilir. O yüzden Türkali vicdan eşliğinde bilincin de temsilcisi. Kahraman ise bilinçaltının…" dedi.

Atay ayrıca, "Böylesi bir gelecek umudunun yitip gittiği ('distopik') postmodern dünyamızda, İslâmcılığın da para-pul ve sermayeye tahvil edilip 'post-İslâmizm'e açıldığı kapılardan giriş yapmış 'dinbaz' yeni 'kahraman'lar var artık" ifadesini kullandı

Tayfun Atay'ın "Kahraman Türkali" başlığıyla yayımlanan (31 Ağustos 2016) yazısı şöyle:

Vedat Türkali, hayatımızı televizüel, elektro-dijital, cıngıl cıngıl “dış ses”lerin işgal ettiği görsel-kültür dünyasında “iç-ses”imizi dinlemeye inatçı bir yazınsal çağrıydı. 

Kalemiyle bunu imkân dâhiline sokan bir çağrı… 

Belki de son çağrı!.. 

Usta’nın doruk eseri saydığım “Güven”i alın ve içine dalın!.. 

TKP üzerine “sempatik” bir tarihsel özeleştiri temelinde Türkiye’de sol hareketin siyasal, düşünsel, kültürel gidişatının sorunlu seyrini, tüm insani zaaflarıyla birlikte içtenlikle sergilenir halde bulursunuz. 

Bunun karşısında Türkiye’de ceberut devlet yapısının sadece sol üzerinde değil toplumun bütününe değgin işlerliğinin en irkiltici betimlemelerini, devlet-aklından öte“devlet-ruhu”na da nüfuz edildiğini düşündüren kişilik çizimleri eşliğinde bulursunuz. 
Yetmez, Türkçülük-Turancılık gibi sol-karşıtı siyasal-ideolojik konumlanışların“empati” elden bırakılmadan işlendiğini fark edersiniz. 

Bu da yetmez, politika-dışı “sade insan”ın gündelik hay-huy içerisinde akıp giden ve çoğu seçkinentelektüel için muamma hayat yelpazesine nasıl dilim dilim, psiko- kültürel bir duyarlılıkla ışık tutulduğuna tanıklık edersiniz. 

Ve nihayet, kadın-erkek ilişkilerine, aşka, cinselliğe dair de en derin noktalara, dip dalgalara kadar tutkulu, kışkırtıcı sondajlarla karşı karşıya gelirsiniz.

***

Ama tüm bunların hepsini sarıp sarmalayan, toparlayıp kucaklayan, kavrayıp aşan başka bir boyut vardır Vedat Türkali’nin “Güven”inde ve elbette diğer eserlerinde. 
O, bizi dıştan çevreleyen toplumsal matriks yahut “makrokozmos”tan öte, içimize,“mikrokozmos”umuza dönük konuşur ve de konuşturur romanlarını en çok… 
Türkali, her şeyden önce bir monolog ustasıdır.

İnsan, yaşamı boyunca diyalogdan çok monolog kurar ve onun “gerçek” gerçeği de bu monologlarında saklıdır. 

Türkali o yüzden romanlarıyla Türkiye’ye, dünyaya, insana, insanlığa, aşka, tutkuya, sola, sosyalizme, komünizme, devrimciliğe açılan bir pencere olduğu kadar, belki hepsinden daha çok içimize açılan bir pencere olmuştur. 

Daha doğrusu (genelleyici olup çok ileri gitmeyeyim!) ben, onu böyle okudum!.. 
O, hepimiz için her geçen gün daha da boğucu hale gelen şu küresel- toplumsal cendere içinde kalabalıklardaki yalnızlığımızı, yalnızlığımızdaki zenginliğe eserleriyle dönüştürebilmiş isimdi.

Bütün kalbimle eminim ki ölümüne hiç üzülmeyen tek kişi kendisidir. 

Tıpkı onun ölümüyle eşzamanlı basına haber olarak düşen, dünyanın en yaşlı adamının tek isteği gibi o da ölümden başka arzusu kalmamış noktadaydı şu yalanyanlış dünyada. 

O, (Adorno’ya referansla) yanlış bir hayatı kan-ter içinde doğru yaşamayı başarabilmiş ender insanlardandı ki daha ne yapsın ölse de gam yememekten gayrı!..

***

Bu “yanlış hayat”a dini malzeme yapma ustalığı sergileyen mahfillerden de bir haber düştü basına, yine yukarıdakilerle eşzamanlı olarak.

İnsanlık tarihini salt bir “iktidar tarihi”, devletlerin, egemenlerin, ezenlerin tarihi olarak ve bu topraklara musallat bir taassupla okumaya bir güzel örnek bu. 

Meclis Başkanı İsmail Kahraman, “Che denen eşkıya benim gencimin yakasında, göğsünde olamaz” diye özet geçilen sözlerinde insanlığın eşitsizliğe, adaletsizliğe ve zulme direnişinin bir efsane simgesine verdi veriştirdi. 

Tepkiler büyük de benim bu memleketin insanı olarak en çok içimi yakan, yüzümü kızartan Küba Büyükelçiliği’nin, “Che, tüm dünyanın siyasi, tarihsel ve kültürelmirasının bir parçasıdır” ifadesi oldu. Kahraman’ın sarf ettiği kelimelerin, Küba ve Türkiye halkları arasındaki kardeşlik ve dayanışma ruhunu yansıtmadığını da kaydetmişler. 

Ancak Kahraman’ın lakırdıları beklenmedik değil. Daha önce biliyorsunuz laiklik babında da yaptı bunu. Yarın başka mecralarda da yapar, mesela şimdi Che için söylediğini yarın Deniz için söyler, şaşırmam.

***

Aslında bunda olumlu bir yan bulmak da mümkün. 

Şöyle ki nasıl Türkali’nin romanları bu memleket insanının “iç-ses”ini duymaya bir çağrı ise Kahraman’ın sözleri de bu memleketteki iktidarın “iç-yüzü”nü görmeye bir çağrı. 

Biz, AKP’nin Türkiye ve dünyanın önünde sergilediği iktidar tiyatrosunda hâlâ pek çok motif ve motivasyonun bilinçlice sahne gerisinde tutulduğunu biliyoruz. Ve onların zaman zaman, adeta bilinçaltından dürtüsel olarak taşıp ortalığa serpilişini Kahraman’la gözlemliyoruz. 

Türkali, vicdandı. 

Kahraman, içgüdü… 

Daha önce de yazdım, vicdanla bilinç ikiz kardeştir. 

Batı dillerinde iki sözcüğün aynı Latince köklerden çıkması bunu çok güzel ortaya serer. (Mesela “con” ve “scire” köklerinin bileşimden İngilizce “consciousness”bilince, “conscience” da vicdana karşılıktır.) 

Buradan hareketle, insanın kendindeki yanlışlığın ve doğruluğun bilincine varması, vicdandır denilebilir. 

O yüzden Türkali vicdan eşliğinde bilincin de temsilcisi. 

Kahraman ise bilinçaltının…

***

Vedat Türkali ve Che Guevara… 

Umuda, ütopyaya, daha doğru ve iyi bir dünya inşa etmeye azmi besleyen “modern”zamanların kahramanlarıydı onlar. 

Böylesi bir gelecek umudunun yitip gittiği (“distopik”) postmodern dünyamızda, İslâmcılığın da para-pul ve sermayeye tahvil edilip “post-İslâmizm”e açıldığı kapılardan giriş yapmış “dinbaz” yeni “kahraman”lar var artık. 

Bu hükümran ve hükümdar “kahraman”lar karşısında mütebessim bir olgunlukla söylenecek tek söz de, türkü de belli:

Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz!..